Afganistan, ABD’de her ne kadar hiç gündemden düşmese de, son aylarda daha da fazla ön planda. Bunun başlıca nedeni, yeni yönetim ile birlikte, 16 yıldır devam eden ABD’nin en uzun savaşında izlenecek yeni stratejiyi belirleme çabası. Diğer bir neden ise, adı Afganistan ile birlikte anılan Taliban’ın, tarihinin en kanlı saldırılarını gerçekleştirmesi ve ülkenin yarısından çoğunda hakimiyeti yeniden ele geçirmesi.
Kabul etmek gerekir ki Afgan topraklarındaki savaş, özellikle Taliban’ın Mansuri Operasyonu adını verdiği bahar taarruzunun başlamasının ardından daha kritik bir safhaya girdi. Son iki ayda, başkent Kabil’de ve çeşitli şehir merkezlerinde bomba yüklü araçlarla düzenlenen terör eylemlerinde çoğu sivil yüzlerce kişi yaşamını yitirdi, yüzlercesi ise ağır yaralandı. Kuzey Afganistan’daki bir ordu karargahına düzenlenen saldırıda 150’den fazla asker hayatını kaybetti. Bu kanlı süreçte Afgan güvenlik güçlerinin kayıpları daha da ağırlaştı.
Aslında hemen herkes ABD’nin (ve NATO komutasındaki Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’nün, ISAF) Afganistan’da başarısız olduğunda hemfikir. “Zafer”in tanımı, eğer ülkenin Taliban’dan kurtarılması ve teröristlerden temizlenmesi, barış ve huzurun tesis edilmesi, yeni bir ulus inşa edilmesi ise, ABD’nin savaşı kaybetmekte olduğu tartışmasız. Bu gerçek, Amerikalı en üst düzey yetkililer tarafından da beyan ediliyor. ABD Savunma Bakanı James Mattis, Senato’daki konuşmasında bunu şu şekilde itiraf etti: “Şu anda Afganistan’da savaşı kazanmıyoruz” . ABD’nin Afganistan Kuvvetleri Komutanı Orgeneral John Nicholson ise, Taliban ile mücadelenin “çıkmazda” olduğunu açıkça belirtenlerden.
Başarısızlığı düzeltmek için hazırlanan yeni planın ise, Temmuz ayında resmen sunulması bekleniyor. Ne var ki, Başkan Donald Trump’ın ekibinden gelen açıklamalara göre, yeni önlemler geçmişteki uygulamaların tekrarından farklı değil: Afganistan’a birkaç bin ilave asker göndermek, sahadaki kuvvetlere daha geniş yetkiler vermek, daha sert askeri müdahalelere başvurmak gibi. Muhtemelen Rusya, Çin, Pakistan ve İran’ı dışlayarak tek başına hareket etmek ve bir çözüm dayatmak gibi.
Eğer yeni ABD yönetimi bunların zafer ve çözüm getireceğine inanıyorsa, kesinlikle yanılıyor. Obama döneminde yüz bini aşkın askerin yapamadığını, halihazırdaki on dört bin kişilik NATO kuvvetlerine takviye olarak gönderilecek üç veya beş bin asker de yapamayacaktır hiç şüphesiz. Asker sayısını artırmak, yüksek maliyetli de olsa, belki yüzeysel, kısa süreli ve sürdürülemez bir başarı sağlayabilir; bununla birlikte Taliban’ın daha kolay militan elde etmesine ve direnişi tırmandırmasına zemin hazırlayacaktır. Askeri güç kullanımını artırmak da defalarca tecrübe edildiği gibi benzer olumsuz gelişmelere kapı açabilecektir. Geçtiğimiz Nisan ayında Afganistan’da ilk defa kullanılan “tüm bombaların anası”nın Taliban’ın gözünü korkutmak bir yana, bu terör grubunu daha da hırslandırdığı gibi. Belli ki, dünyanın en büyük askeri gücü olmak, beklenen çözümleri getirmiyor.
Amerikan Hava Kuvvetleri’nden emekli yarbay William Astore, ABD’nin hatalı yaklaşımını keskin bir ifadeyle şöyle eleştiriyor: “Afganistan, Amerikalılar için, aslında bir ülke ve bir millet olarak mevcut değil. Sadece boşuna, kazananı olmayan ve bitmek bilmeyen bir savaş olarak mevcut… Amerikan askerleri için hem bir iş hem de kendini kanıtlama mekanı. Birçok subay için öğretileri test etme ve terfi için puan (ve madalya) kazanma fırsatı. Ama Afgan halkı ile yakın çalışarak onlar için uzun vadede işe yarayacak çözümler bulmak çok nadir görülüyor.”
Askeri stratejiler başarısızlığa mahkum. Çünkü Taliban militanlarının sıkı sıkıya sarıldığı radikal bir ideoloji ve yanlış bir inanç var. Bu ideoloji gerçek İslam’da hiçbir yeri olmayan hurafeler, uydurma hükümler ve bağnaz inançlarla dolu. Terör örgütleri kanlı eylemlerini din olduğunu zannettiği bu ideoloji uğruna gerçekleştiriyorlar. Teröristler işte bu yüzden gözü kara, kin ve nefret dolu, her an ölmeye ve öldürmeye hazır hale gelirler. Onları tehlikeli kılan silahları değil, sahip oldukları radikal ideolojidir. Dolayısıyla bir terör örgütünü yenmenin yolu silahına silahla karşılık vermek değil, onun beynindeki yanlış inanca doğru inançla cevap vermektir.
Diğer bir ifadeyle, Taliban’ı alt etmek için tek bir silahımız var: Gerçek İslam. Kuran’daki İslam, sevginin ve barışın dinidir. Sadece Müslümanlara değil, tüm insanlığa sevgi getirmeyi hedefler. Bir radikalin nefreti, öfkesi, öldürme arzusu Kuran’da yoktur. Buradaki tek sorun, onun Kuran’daki dini bilmiyor olmasıdır. Eğer İslam dininin Kuran’da nasıl tarif edildiğini öğrenebilirse, bu defa o dinin –yani gerçek İslam dininin- gereğini yapmaya başlayacaktır.
Afgan toplumunu oluşturan tüm etnik gruplara ulaşacak kapsamlı bir eğitim politikası, Amerika’nın desteğiyle kısa sürede gerçekleşip başarılı olabilir. Bunun için silahlara, bombalara, askeri üslere, milyarlarca dolara ihtiyaç yoktur. Aydın ve akılcı Müslümanlarla birlikte yapılacak yoğunlaştırılmış bir eğitim programı oldukça kolaydır. Bu yöntem, ABD’nin tek seçeneğidir. Radikal militan üreten bataklıklar yalnız bu şekilde kurutulur.
Böyle bir eğitim seferberliği, bambaşka, yepyeni, ABD’nin bugüne kadar hiç denemediği bir stratejidir. Umulur ki Başkan Trump, Afganistan stratejisini belirlerken çağrımıza kulak verir. Böylece vaatlerinden biri olan radikal terörü yok etmek için benzersiz bir adım atar. Kendisine yapılan baskılara boyun eğmeden, sağduyuyla karar verir. Mazlum Afgan halkının uzun yıllardır hasretle beklediği barış, huzur, istikrar ve refahın öncüsü olur.
Adnan Oktar'ın Al Bilad'da yayınlanan makalesi