Kobani’de yaşanan çatışmalar, ABD ve Avrupa’nın PKK’ya karşı tavrının nasıl olması gerektiğini yeniden gündeme taşıdı. Doğru strateji geliştirebilmek için durumu doğru değerlendirmek gerekir. Ne var ki ABD’nin attığı adımlar, bir takım yanlış değerlendirmelere sahip olduğunu gösteriyor.
IŞİD’le mücadelede asla unutulmaması gereken iki önemli gerçek vardır. 1. IŞİD’in şiddeti silahlı mücadeleyle son bulmaz. Tam tersine her bir hava saldırısı, her bir askeri hareket IŞİD’in daha güçlenmesine ve gelişmesine sebep olur. 2. PKK da tıpkı IŞİD gibi şiddeti yöntem olarak benimsemiş, hatta IŞİD’den çok daha fazla insanın ölümüne sebep olmuş eli kanlı bir terör örgütüdür. Yani Kobani’de, bir tarafta Kuran’dan uzaklaştığı için şiddete başvuran IŞİD, diğer tarafta Allah’sız, dinsiz, aile ve ahlak kavramlarını reddeden ve terörü vazgeçilmez olarak gören PKK vardır. Bir terör örgütüne karşı diğerinin desteklenmesi ise ne akla mantığa ne de vicdana uygun bir stratejidir.
Bir çok komünist yapılanma gibi PKK da propaganda tekniklerini etkili olarak kullanmaktadır. Leninist propaganda taktiklerinin temeli olan ajitasyon ve yalan, PKK propagandasının da temelini oluşturur. Bu propagandanın etkisi altında kalan veya ideolojik olarak PKK’ya yakınlık duyan bazı sol kesimler, özellikle son dönemlerde, Batı basınında PKK’yı sözde topraklarını savunan kahramanlar ordusu gibi göstermektedir. Oysa PKK ne tüm Kürtlerin temsilcisi ve koruyucusudur ne de kahramandır. PKK yıllarca gerilla taktikleri kullanarak, yani korkak ve sinsi yöntemlerle, Türk askerine karşı mücadele etmiştir. Ancak ovada yüz yüze bir grupla mücadele edecek tecrübeye, daha da önemlisi cesarete sahip değildir. Bu nedenle, IŞİD’e karşı Suriye’de kara savaşı yürütebilecek en son grup PKK’dır. Nitekim, IŞİD’in Kobani saldırılarının başladığı günlerde kadınları, çocukları ve yaşlıları bırakıp kaçmaları; PKK yöneticilerinden Cemil Bayık’ın “Kobani’de coğrafi koşullar bizim çarpışmamız için uygun değil” açıklamaları bu gerçeği teyit etmektedir.
Saddam’dan Daha Fazla Kürt Öldürmüş olan PKK Kürtlerin Temsilcisi Değildir.
ABD’de hakim olan yanlış kanaatlerden biri de PKK’nın Kürtlerin temsilcisi olduğu düşüncesidir. PKK yurt dışında etkin propaganda gücü olduğu için böyle bir imaj oluşmaktadır. Oysa Kürtlerin sosyo-kültürel yapıları, PKK gibi bir örgütü kabullenmelerini en baştan imkansız kılar. Kürtler dindar, aile bağları güçlü, geleneklerine sadık, sevecen ve barışsever bir halktır. PKK ise tüm dinlere karşı, Allah’sız, aileye karşı, ahlaki değeri olmayan bir örgüttür. Dolayısıyla Kürtlerin isteyerek ve gönüllü olarak PKK’yı benimsemesi mümkün değildir. PKK’nın Kürtler üzerindeki hakimiyeti baskı ve zorla oluşturulmuş bir hakimiyettir.
PKK 1980’lerde adını Türklere değil Kürtlere yaptığı terör eylemleri ile duyurmuştur. Strateji olarak önce Kürtler arasında dehşet salmayı, bu yolla güç tesis etmeyi benimsemiştir. İlk hedefi, kendisine muhalif veya alternatif olan diğer Kürt örgütler ve siyasi hareketler olmuştur. Bunları acımasız cinayetlerle bertaraf ettikten sonra, sivil Kürt halkına yönelmiş ve eylemleriyle “Biz burada devletten daha güçlüyüz, bizim yanımızda olmazsanız size yaşam hakkı tanımayız” mesajını vermiştir. Bugün de hala aynı tutumuyla Kürtlerin bir kısmını etkisi altında tutmaktadır.
PKK’nın kadın çocuk ayırt etmeden masum Kürt halkını hedef alan eylemlerinden bazıları şunlardır:
20 Ağustos 1987'de Mardin’de Şehmus Arık isimli Kürt vatandaşın evini basıp kalaşnikoflarla katliam yapan PKK'lılar 2'si kadın, 3 çocuğu öldürdü. 4 aylık Hamza öldürüldüğünde beşikte uyuyordu.
9 Temmuz 1989'de Diyarbakır'ın Kırım Köyü'ne baskın düzenleyen PKK'lı teröristler 3 yaşındaki bir kız çocuğunu da öldürdü.
10 Mayıs 1988'de Mardin'in Nusaybin ilçesinde 15 sivil Kürt vatandaşı öldüren PKK 6 çocuğa da acımamıştı. Kız bebeklerden birisi beşiğinde uyurken katledilmişti.
10 Haziran 1990'da Şırnak'ın Çevrimli Köyü'ne saldıran PKK 27 sivili katletti. Teröristlerin öldürdüğü 27 kişinin 11'i ise çocuktu.
19 Ağustos 1992'de Diyarbakır'ın Lice ilçesine sivil vatandaşlara saldıran PKK kundaktaki bir bebeği de makineli tüfekle taradı.
22 Ekim 1993'de Siirt'te 22 Kürt vatandaşımızı katleden PKK'nın hedefinde yine kadın ve çocuklar vardı. Baskında 13'ü çocuk ve 9’u kadın sivil insanlar hunharca katledildi.
24 Temmuz 1994'de Van'da Atabinen Köyü'nü basan PKK'lı teröristlerin hedefinde yine kadın ve çocuklar vardı. 6 kadını yataklarında katleden PKK, annelerinin yanında uyuyan 3 bebeği de öldürdü.
Görüldüğü gibi PKK’nın lideri Öcalan’ın “bebek katili” ismini alması varsayımsal değil, somut örneklerin neticesinde gelişen bir durumdur. Burada sadece bir iki örneğini verdiğimiz bu şiddet tırmanarak gelişmiş, 1980 ve 90’larda Türkiye’de aktif olan derin devlet yapısının (Ergenekon Terör Örgütü) da desteğiyle PKK Kürtler üzerinde şiddete dayalı hakim güç haline gelmiştir.
PKK terörü sebebiyle Türkiye’de hayatını kaybedenlerin sayısı ise 40 bini geçmiştir. Şehit olan Türk asker, polis, öğretmen ve diğer devlet görevlilerinin yanı sıra, bu 40 bin kişinin büyük çoğunluğu Kürtlerdir. Özetle on binlerce Kürdü terörle yok eden PKK, bölgedeki en büyük Kürt düşmanlarından biridir. Kürt halkı PKK belasından tam anlamıyla kurtulacağı günleri özlemle beklemektedir.
Komünist Terörün Karanlık Yüzü: Örgüt İçi İnfazlar
Lenin, Stalin, Mao, Pol Pot gibi tüm komünist liderlerin ortak yönlerinden biri, muhaliflerine karşı acımasız tutumlarıdır. Komünist ülkelerin tarihi sadece liderden ve politbürodan farklı düşündükleri için esir kamplarına sürülen milyonlar, acımasızca katledilen on binler, siyasi suikastler, sokak ortasında halka açık gerçekleştirilen işkencelerle doludur. Kendisini 21. yüzyılın Lenin’i olarak gören Öcalan’ın tarihinde de, beraber yola çıktığı arkadaşları da dahil olmak üzere, binlerce muhalifin kanının izi vardır.
Öcalan’ın bizzat kendi mahkeme ifadelerine, PKK yöneticilerinin açıklamalarında ve örgütten ayrılanların beyanlarına göre, PKK’nın örgüt içi infazla öldürdüğü insan sayısı 15 ila 17 bin arasında değişmektedir. Bu kişilerin bazıları toprağa gömülüp başından vurularak, bazıları ailelerinin yanında kurşunlanarak, bazıları üzerlerine asit atılarak katledilmişlerdir. Daha da ötesi, bu cinayetler PKK yanlısı basın organları tarafından “ajanlar hak ettikleri cezayı aldı” üslubuyla adeta gururla yayınlanmıştır.
PKK üyeliğinden 10 yıl cezaevinde kalan Aytekin Yılmaz, örgüt içi infazları anlattığı “Yoldaşını Öldürmek” adlı kitabında, bu cinayetlerin PKK mensupları tarafından halay çekilerek kutlandığını anlatır:
“Ben iki olayda halay çekildiğini gördüm. Biri 1990'lı yıllarda gerillalar (PKK mensupları) karakol basıp 20-30 askeri öldürdüğündeydi. Bana korkunç gelirdi. İkinci halay da yoldaşlarını öldürdükten sonra çekilen halaydı.”
Bu acımasız cinayetlerden bazıları şöyledir:
PKK'nın kurucularından olan Ordulu Haki Karer’in zaman zaman öne çıkması Öcalan'ı rahatsız etti. 18 Mayıs 1977'de, Gaziantep'te bir kahvehanede şüpheli bir şekilde vuruldu.
PKK Avrupa Sorumlusu Çetin Güngör, örgütün kongresinde yöneticilerin faaliyetlerini eleştirdi. Ajan olduğu gerekçesiyle 1984'te Stockholm'de öldürüldü.
12 Eylül darbesinde yakalanıp 11 yıl Diyarbakır Cezaevi'nde kaldıktan sonra tahliye olan Ali Rıza kod adlı Mehmet Çimen, Almanya'da üst kademeyle görüş ayrılığına düştü. Suriye'ye çağırıldı. Örgüt kararıyla banyo küvetinde üzerine asit dökülerek infaz edildi.
Örgütün kurucu isimlerinden olan ve Erzincan-Tunceli sorumluluğu yapan Yıldırım Merkit, ajan-işbirlikçi ilan edildi. Romanya'da uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
PKK'nın kuruluş aşamasında yer alan Kani Yılmaz (Faysal Dumlayıcı) Öcalan yakalandığında Avrupa'da yer bulamamasının sorumlusu olarak gösterildi. İki PKK ajanının aracına yerleştirdiği bomba ile 10 Şubat 2006'da öldürüldü.
PKK genel sekreter yardımcılığına kadar yükselen Mehmet Şener, ajan olduğu suçlamasıyla iki tetikçi tarafından kurşunlandı. (Mehmet Şener, Paris’te öldürülen Sakine Cansız’ın nişanlısıydı.)
PKK'nın kurucu üyelerinden Ali Ömürcan, Lübnan'da Cemil Bayık tarafından sorgulanarak idam edildi.
PKK'nın III. Kongresi'nde genel sekreter birinci yardımcılığına getirilen Halil Kaya, Öcalan'ın talimatıyla kurşuna dizildi.
Bunlar gibi yaklaşık 17 bin insan öldürüldü. Bu insanların bir çoğunun ölümü tarihe faili meçhul olarak geçti. Oysa failler meçhul değildi, gayet iyi biliniyordu. Örneğin 1986 yılında Almanya’da hazırlanan bir iddianamede, bu infazların emrinin Öcalan tarafından verildiği Savcı tarafından kayda geçilmişti.
Türkiye’de solun önemli isimlerinden biri olan ve yaklaşık 18 yılını cezaevinde geçiren İsmail Beşikçi PKK tarafından öldürülen binlerce insanın ve yakınlarının durumunu şöyle anlatır:
"PKK içinde, Mehmet Şener gibi yüzlerce infaz var... Oğulları, kızları kendi arkadaşları tarafından, PKK tarafından infaz edilenler ise bir sessizliğe gömülmüş, hayattan tamamen kopmuşlardır. Bu aileler için başvurulacak bir makam yoktur… PKK, örgütlerinin isimlerinde, yazılarında, konuşmalarında, ‘demokratik’ sözcüğünü çok kullanıyor. Bu sözcüğü çok kullanarak demokrat olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyor. Demokratik ulus, demokratik vatan, demokratik özerklik vs. sözcüklerini sık sık kullanarak demokrat olamazsınız. Demokrat olmanın tek ölçütü vardır. O da ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü yaşama geçmeden demokrat, demokratik olamazsınız.”
Görüldüğü gibi PKK mensupları kendi arkadaşlarını dahi zerre tereddüt etmeden katledebilecek bir ahlaksızlığa sahiptir. Ve bu zihniyete sahip bir örgütün herhangi bir şekilde “demokratik”, “ekolojik”, “kadına değer veren” bir sistem kurması mümkün değildir. PKK’nın kuracağı tek sistem tıpkı Kuzey Kore gibi ruhsuz, acımasız, despot bir sistemdir.
PKK, ABD ve Batı’nın Bölgede Güveneceği Laik Bir Yapı Değil, Dünyayı Kana Bulayacak Komünist Bir Terör Örgütüdür
Son dönemlerin sıkça duyulan propaganda cümlelerinden biri de “PKK, Batı’nın bölgede güvenebileceği tek demokratik, laik yapılanmadır” safsatasıdır. PKK’nın demokratik olmak bir yana, en küçük bir eleştiriye dahi öldürerek cevap verdiğini yukarıda örnekleriyle gördük. PKK’nın “laik” olduğu iddiası da Batılı halkların PKK’ya sempati duymasını sağlamak için seçilen özel bir üsluptur. Böylece Batı’ya, “Ortadoğu’daki aşırı, radikal İslami örgütlere karşı size benzeyen bir tek biz varız” mesajı verilmektedir. Oysa PKK laik değildir, din düşmanıdır. Sadece İslam’a değil, Hristiyanlığa ve Museviliğe de düşmandır. Laiklik halklara ibadet ve inanç özgürlüğü sağlar ve en güzel, en doğru hali Kuran’da tarif edilmiştir. Kuran’a göre her insan dilediği gibi dinini yaşamakta özgürdür. PKK’nın öngördüğü sistemde ise her insan Marksist Leninist Stalinist dogmaya göre yaşamak zorundadır.
Öcalan, “Lenin 1900'de ne ise ben de 21. yüzyıl sosyalizmini temsil ediyorum, reel sosyalizmle savaşarak, emperyalizmle savaşarak yeni sosyalizmi inşaa ediyorum.”[1] diyen bir insandır. Örgütü PKK için belirlediği yolu ise şöyle anlatır: “MARKSİST-LENİNİST TEORİ ÇOK İYİ ÖZÜMSENMELİDİR. Önder kadrolar sık sık Marksizm’e müracaat etmeli, Marksizm'in uygulanmasını başlangıç şekli yapmak için bu öğretiyi gerçekten özümsemeliler...”
Bazı yorumcular ise PKK’nın artık Marksist Leninist Stalinist ideolojiyi terk ettiğini sanmaktadır. Oysa, “Bir adım ileri iki adım geri” Lenin’in takipçilerine öğrettiği en önemli taktiklerden biridir ve PKK da şu anda bu taktiği uygulamaktadır. Öcalan, PKK’nın 13. kuruluş yıldönümü mesajında şunları söyler:
“Sosyalizm yıkıldı, komünizm yıkıldı" diyenlere en iyi cevap olarak, 'tam tersine, KOMÜNİZMİN EN GÜÇLÜSÜ, EN DOĞRUSU, EN YÜCESİ PKK'DE GERÇEKLEŞMİŞTİR' diyoruz.”
Örgütün sözde bayrağından orak çekiç sembolünü çıkarmış olması, PKK’nın komünist bir terör örgütü olduğu gerçeğini değiştirmez. Dağa çıkan her genç silah kullanmayı öğrenmeden önce aylarca süren Marksist Leninist ideolojik eğitimden geçirilir. Bu eğitimin izi, örgüt mensuplarının kullandıkları dilden ve anlattıkları dünya idealinden de rahatça görülmektedir.
Bu somut durumu anlamazlıktan gelmek ise feraset kapanmasına ve ciddi hatalar yapılmasına sebep olur. PKK şu anda menfaatçi bir tutum izlemekte ve umduğu desteği alabilmek için kendisini Batı’ya sempatik göstermeye çalışmaktadır. Batı’da bazı kesimler de kendi menfaatleri için PKK’yı kullanılabilir bir araç olarak değerlendirmektedir. Ancak komünist bir grubu “araç olarak” kullanmak amacıyla güçlendirmenin nelere mal olabileceği iyi hesap edilmelidir. İdeolojisi ve inancı her ne olursa olsun, şiddeti savunan bir grubun eline silah vermek o silahın bir gün umulmayan yerlere yönelmesine de zemin hazırlamaktır. PKK’nın elindeki silahlar da bölgede komünist bir Kürt devleti kurulmasına bu devletin de aşama aşama tüm bölgeyi yutmasını sağlayacaktır. Bir yanda Asya’da Kuzey Kore’yi etkisiz hale getirmeye çalışırken diğer yandan dünyanın en hassas bölgesine yeni bir Kuzey Kore inşa etmenin bedeli çok ağır olacaktır. Ortadoğu için bir model aranıyorsa en ideal model 90 yıllık istikrarlı yapısıyla, vicdanıyla, AB yolundaki gösterdiği gayretle Türkiye’dir. On binlerce genç insanı ölüme gönderen PKK değildir.
PKK Şiddetten Vazgeçmedi
Türkiye’de yaşananları yakından takip etmeyenler ya da olayları önyargı ile değerlendirenler, PKK’nın şiddeti bıraktığı yanılgısına sahipler. Türkiye Hükümeti’nin terörün son bulması için bir çözüm süreci yürüttüğü doğrudur. Ancak bu süreçte PKK’nın şiddeti durdurduğu bilgisi doğru değildir. Çözüm sürecinin başladığı tarihten sonra da, PKK’nın eylemleri devam etmiştir. Haziran 2013’e kadar 154 eylem yaptığı bilinmektedir. Bunlar arasında, yol kapamak, yolu açmak isteyen güvenlik görevlilerine ateş açmak, iş yerlerini ve iş makinalarını yakmak, hidro elektrik santrallerine, karakollara, polis araçlarına silahlı saldırı düzenlemek, mayın patlatmak, okul yakmak, haraç kesmek, işçileri, öğretmenleri, savcıları ve askerleri kaçırmak gibi eylemler bulunmaktadır.[2] Haziran 2104 tarihinden itibaren ise bu eylemlerde belirgin bir artış olmuştur.
Ekim ayının başında ise, 2 gün içinde, PKK tüm Türkiye’yi yakıp yıkmaya kalkışmıştır. 6-8 Ekim olayları olarak adlandırılan bu kalkışmada 35 ilde anarşi çıkmıştır. 40 kişi hayatını kaybetmiştir. 2 emniyet görevlisi şehit olmuştur. 221 sivil, 139 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. 212 okul binası, 67 emniyet binası, 25 kaymakamlık binası, 29 parti binası, çocuk yuvaları, Kızılay kan merkezleri, belediye binalarının aralarında olduğu 780 bina, bütün toplam olarak da 1113 bina yakılmış veya tahrip edilmiştir. Şiddet eylemlerinde özel araçlar, belediye araçları, ambulanslar ve polis araçları yakılmış ve toplamda 1177 araç kullanılamaz hale getirilmiştir.
Kalkışma sırasında 17 yaşında gençleri sokak ortasında linç ederek öldüren PKK’lıların öfke ve nefret ruhu, otopsi raporunda iyice açığa çıkmıştır. [3] Gençlerin üzerinde onlarca bıçak darbesi, kurşun yarası, ezilme tespit edilmiştir. Bir kişi üçüncü kattan aşağı atılmış, birinin cesedi yakılmış, birinin boğazı kesilmiştir. IŞİD’in boğazlarını keserek insanları öldürmesine tepki gösterenlerin, PKK’lıların 17 yaşında gençleri önce linç edip, 3. kattan aşağı atıp, sonra yakıp sonra da boğazını kesmesini görmezden gelmesi vicdan yaralayıcı bir durumdur. PKK şiddeti bıraktı diyenlerin, PKK’nın gelecekte işleyeceği cinayetlerde suç ortağı konumunda olacaklarını bilmeleri gerekir.
PKK’ya silah verilmesi gerektiğini savunan ve bu konuda Türkiye’ye baskı yapanlar gözlerinde şöyle bir tabloyu canlandırmalı: El Kaide ABD eyaletlerinde sokak gösterileri yapsa, mesela New York’ta binaları ateşe verse, etrafa kurşun yağdırsa, Amerikan polisini öldürse, ABD’nin vereceği karşılık nasıl olurdu? ABD’ye “Neden El Kaide’ye yardım etmiyorsun?” diye sorulması ne kadar mantıksızsa, Türkiye’ye de “Neden PYD/PKK’ya yardım etmiyorsun?” diye sorulması aynı derecede mantıksızdır.
Kaldı ki, Kobani nüfusunun %99’u (Yaklaşık 192 bin Kobanili Kürt) şu an Türkiye’dedir. Türkiye tarafından tüm siviller savaş alanından alınmış ve kurtarılmıştır. PYD’nin yaralıları halen Türkiye’de tedavi olmaktadır. Suruç Devlet Hastanesi tamamen Kobani’den gelen yaralıların hizmetindedir. Türkiye olaylar başladığından beri Kobani’ye yüzlerce yardım kamyonu göndermiştir. Kendisine düşman diyen, silah doğrultan bir örgütün mensuplarına yaralı oldukları için tedavi imkanı sağlayan Türkiye, adalet, merhamet ve koruyuculuk anlayışıyla tüm dünyaya örnek olmuştur. Türkiye’yi bu alanda desteklemek ve teşekkür etmek gerekirken, akıl almaz mantıklarla baskı altında tutmaya çalışmak doğru bir yöntem değildir.
PYD ve PKK Birbirinden Bağımsız Değildir
Buraya kadar örnekleri ile anlattığımız PKK şiddeti, PYD’nin Kuzey Suriye’de nasıl bir sistem kurmak istediğinin de habercisidir. PYD ve PKK’yı birbirinden ayrı yapılar gibi gösterenlerin aksine, PYD tam olarak PKK’nın bir uzantısıdır. PYD Eş Başkanı Salih Müslim, Öcalan’ın yanında yetişmiş kişilerden biridir. Tüm PYD toplantıları Öcalan posterleri eşliğinde gerçekleştirilir. Kuzey Suriye’de kurulan sözde akademilerde gençlere ve kadınlara verilen eğitim “Öcalan ideolojisi”dir. PYD’nin iç ve dış tüm stratejisini belirleyen isim de Öcalan’dır.
PYD de tıpkı PKK’nın ilk yıllarında olduğu gibi Kuzey Suriye’deki örgütlenmesini muhalif diğer Kürtleri yok ederek güçlendirmiştir. Barzani taraftarlarını ve farklı düşüncedeki diğer Kürtleri ya tutuklamış, ya sürgün etmiş ya da öldürmüştür. PYD baskısına karşı gösteri yapan sivil halkın üzerine ateş açmıştır. PYD’nin dindar Kürt halkının üzerinde kurduğu tahakküm sebebiyle halkın bir kısmı, IŞİD tehlikesi gündeme gelmeden çok önce topraklarını terk etmiş ve Kuzey Irak’a sığınmıştır. Türkiye’ye Suriye’den gelen ilk mülteci gruplarından biri de PYD’nin zulmünden kaçan Kürtler olmuştur. PYD’nin halka ve muhaliflere yönelik despot tutumu HRW ve Crisis Group raporlarında da kapsamlı olarak yer almıştır. Siyasi suikastlar, cinayetler, işkenceler PYD’nin idealindeki dünyanın nasıl kan ve acı dolu olduğunu göstermektedir.
Sonuç:
ABD, IŞİD’e karşı stratejisini belirlerken iki bela arasında seçim yapmak mecburiyetinde değildir. Akılcı ve doğru bir yaklaşım ile tüm belaları, kimseye zarar vermeden etkisiz hale getirmek mümkündür. PKK’nın IŞİD’le baş etmesi hem askeri hem siyasi hem de sosyolojik olarak mümkün değildir. PKK bölgenin değerlerine tamamen yabancı, Marksist Leninist Stalinist ideolojiyle hareket etmektedir. Bölge üzerindeki etkisi uyguladığı şiddete dayalıdır. IŞİD ise, her ne kadar Kuran’a uygun olmasa da, bölgede etkili olabilecek bir fikri yapıya sahiptir. Buna karşı alınabilecek tek etkili çözüm, IŞİD’in fikri yapısının yanlışlığını bölge halklarına anlatmak, yani İslam’a sonradan dahil edilmiş hurafelere karşı Kuran’ın gerçeğini anlatmaktır.
IŞİD’i yok etmeyi planlarken;
· Bölge insanlarını PKK/PYD gibi Marksist Leninist Stalinist bir yapının inisiyatifine bırakmak,
· Havadan bomba yağdırmak,
· Ölümleri başka ölümlerle ortadan kaldırmaya çalışmak,
· Türkiye’nin bölünmesine zemin hazırlamak Ortadoğu’nun on yıllar boyunca kargaşa içinde kalması demektir.
Ve böyle bir kargaşa sadece Ortadoğu’yu değil tüm dünyayı içine alıp yutabilir. Ne ABD ne Kanada ne Avrupa topraklarında huzur ve güvenlik kalır. Böyle bir felaketin gerçekleşmesini engellemek için;
· Şiddetin her türlüsüne karşı tavır konulmalı,
· PKK terör örgütü ve uzantılarını güçlendirecek stratejilerden kaçınılmalı,
· IŞİD’in ideolojisine karşı bir an önce fikri mücadele başlatılmalı,
· Silahla çözüm aramaktan tamamen vazgeçilmeli,
· Ve en önemlisi bu mücadeleyi en etkili şekilde gerçekleştirebilecek doğru insan bulunmalıdır. [4]
[1] Özgür Yaşamla Diyaloglar, s. 201
[2] http://www.ankarastrateji.org/haber/cozum-sureci-pkk-nin-eylemlerini-durdurabildi-mi-919/
[3] http://www.radikal.com.tr/turkiye/koy_der_baskinin_otopsi_raporu_bicak_kursun_yanik-1218935
[4] http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/191635/abd-ahir-zamanda-oldugumuz-gercegin
Adnan Oktar'ın News Rescue'da yayınlanan makalesi:
http://newsrescue.com/usa-must-build-north-korea-middle-east/#ixzz3MlSPyTAz