Tebliğ Nasıl Yapılmalıdır?

Allah Kuran'da iman edenlerin en önemli ibadetlerinden birinin tebliğ, yani Kuran'da bildirilen gerçekleri insanlara anlatmak ve onları iman etmeye davet etmek olduğunu bildirir. Mümin, sözleriyle, haliyle, tavrıyla yaşamının her anında Kuran ahlakını diğer insanlara yaymakla ve İslam'ı temsil etmekle yükümlüdür. Müslümanların tebliğ yaparken izleyeceği adımları şu şekilde sıralayabiliriz: Cahiliye toplumlarında, insanlar birbirlerine yalnızca menfaat karşılığında iyi davranırlar. Bir insanın bir diğerine ilgi göstermesinin ardında, mutlaka bir menfaat beklentisi vardır. Oysa müminin tebliğ yapmak, yani Allah'ın dinini duyurup yaymaktaki tek amacı, Allah'ın kendisine farz kıldığı bir ibadeti yerine getirmektir. Bu nedenle de konuştuğu kişiden hiçbir menfaat beklentisi olmaz. Kuran ahlakını anlatmaya başladığında, büyük olasılıkla "bu kişi bana bunları anlatmakla ne hedefliyor, benden ne gibi bir menfaat umuyor" gibi düşüncelere kapılacaklardır.Bu yüzden karşı tarafın kafasındaki benzer şüpheleri gidermek, tebliğdeki en öncelikli konulardan biridir. Konuşulan kişiye, ortada hiçbir menfaat ilişkisinin olmadığı, tebliğdeki yegane maksadın Allah'ın rızası olduğu anlatılmalıdır. Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? Tebliğ yapılan kişi, inkarcıların önde gelenlerinin iman edenler aleyhinde ürettikleri çirkin iftiralardan da etkilenmiş olabilir. Eğer bundan kaynaklanan bir tedirginlik taşıdığı gözlemlenirse, bu iftiraların içyüzü kendisine izah edilmeli, gerçeklerle hiçbir ilgisi olmadığı samimiyetle anlatılmalıdır. Kuran'da tarih boyunca tüm elçilere ve salih müminlere atılan iftiralarla ilgili ayetler delil olarak gösterilerek, bu karalamaların gerçekte birer "mümin alameti" olduğu tarif edilmelidir. Güven vermek, her şeyden önce tavırlarla, bakışlarla, mimiklerle, jestlerle, daha da doğrusu, tüm bu dış etkileri ortaya çıkaran ruh hali ile mümkün olur. Mümin kesin bir kararlılığa, asla sarsılmayacak sebat ve azme sahip olduğu sürece, karşı tarafın ısrarlı şüpheleri ya da din ahlakından uzak kimselerin attığı büyük iftiralar, onda hiçbir olumsuz etki meydana getirmez. Böyle olunca da, güvenilirlik onun karakterinin sağlam bir parçası haline gelir ve tüm tavırlarına yansır. Müminin böylesine vakarlı ve güvenilir bir karaktere sahip olmasındaki en büyük etkenlerden biri, tebliği yalnızca bir ibadet olarak görmesi ve karşı tarafı inandırmak gibi bir sorumluluğa sahip olmadığını bilmesidir. Çünkü bir insanın iman edip etmemesi, "Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar..." (Enam Suresi, 125) ayetinin sırrıyla ancak Allah'ın dilemesiyle olur. Ve insanın öncelikle bilmesi gereken şey, iman etmeye sadece ve sadece kendisinin ihtiyacı olduğudur. Allah her türlü eksikliklerden münezzehtir ve hiç kimsenin iman etmesine ihtiyacı olmayandır. Ama herkes imana ve Allah'ın rızasını kazanmaya muhtaçtır. Konuşulan kişiye bu gerçek anlatılmalı ve Müslüman olmakla dine büyük bir kazanç sağlayacağını düşünüp kendisini çok "kıymetli" bir kişi olarak görmesinin ne kadar çocukça ve akılsız bir düşünce olduğu tarif edilmelidir. Cahiliye toplumundaki Allah inancı, Kuran'daki aslıyla hiçbir biçimde uyuşmaz. Cahiliye, kendi ilkel anlayışlarına uygun şekilde, çarpık, masalsı ve "mitolojik" bir inanç geliştirmiştir. Allah'ın, evreni ve insanları bir kez yarattıktan sonra onları kendi haline bıraktığını, uzayın bir köşesinde "oturduğunu" -Allah'ı tenzih ederiz- düşünürler. Geliştirdikleri bu sapkın ve ilkel inanç, Allah'ı unutmalarına ve Allah'ın büyüklüğünü gerektiği gibi kavrayamamalarına neden olmuştur. Cahiliye sisteminin batıl fikirleri ile düşünme yeteneklerini kaybetmiş, muhakemeleri yok edilmiş, akılları boğulmuş olan insanlar, belki de hayatlarında ilk kez Kuran'da kastedilen anlamda düşünmeye davet edileceklerdir. Yıllardır yedikleri meyvanın, içtikleri suyun, soludukları havanın nasıl olup da var olduğu konusunda kafa yormaya zorlanacaklardır. Sahip oldukları bedenlerinin, gözlerinin, kulaklarının, kalplerinin nasıl var olduğu, bunları kimin yarattığı hakkında düşünmeye teşvik edileceklerdir. Cahiliye toplumundaki insanların en büyük imani sorunlarından biri, ahiretin varlığına olan inançlarındaki eksikliktir. Sanki gerçekte ahiret yoktur da, insanlar ölüm konusunda kendilerini bir nevi teselli etmek için bunu "uydurmuşlardır". İnsan sonsuza dek yaşamak ister. Ama, küfrün mantığına göre, ölüm yüzünden bu istek asla tatmin edilemez. Oysa bu inkar edenlere ait batıl ve hatalı bir düşüncedir. Gerçekte Allah, ahireti yaratmakla ve insanı sonsuza dek hayat sürecek biçimde inşa etmekle, kişinin bu isteğine de cevap vermiştir. Dünya hayatında bir mümin sıkıntı çekip, zorlu ortamlarla karşılaşırken, inkarcılar çok büyük bir zenginlik, sefahat ve ihtişam içinde hayatlarını devam ettirebilirler. Bu dünya hayatındaki imtihanın bir gereğidir. Oysa Allah'ın sonsuz adaleti, müminin mükafatlandırılmasını, inkarcıların ise azaplandırılmasını gerektirir. Bu ise, mahşer günü görülecek olan hesapla karara bağlanacak ve mümin için cennette, kafir içinse cehennemde sonsuza dek uygulanacaktır. Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği,hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. (Bakara Suresi, 48) İnsanların önemli bir bölümü Allah'a inanır. Ancak onları asıl iman yolundan saptıran şey, kendilerine Allah'tan başka ilahlar edinmeleridir. Bu durum, Kuran'da şirk (ortak koşmak) olarak tanımlanır; şirk koşanlara ise "müşrik" denir. Buna karşın, İslam'ın özü "tevhid"dir; yani "birlemek", "tek ilah olarak Allah'ı kabul etmek ve O'ndan başka hiçbir varlığa kulluk etmemek"tir. Eğer insan Allah'ın dışındaki varlıkların rızasının peşinde koşar, örneğin Allah’ı unutup insanlara kendini beğendirmeye ve onları mutlu etmeye çalışırsa, onları kendine ilah edinmiş olur. Allah'tan başka varlıklardan yardım bekler, medet umarsa, onları ilah edinmiş olur. Hayatını Allah'ın kurallarına göre değil de, başka varlıkların kurallarına uygun olarak yürütmeye karar verirse, o varlıkları "Rab" kabul etmiş, yani yine ilah edinmiş olur. Tebliğ yapılan kimseye anlatılacak en temel konu, işte bu şirk ve tevhid konusudur. Ona, içinden çıktığı toplumun pek çok yönden şirk koşan bir toplum olduğu açıklanmalı, gerçek imana kavuşmak içinse, kendisinde köklü bir değişim yapması gerektiği Kuran ayetleri ile anlatılmalıdır. Allah'ın dininden üstün tuttuğu herşeyden yüz çevirmesi gerektiği bildirilmelidir. Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. Kuran Allah'ın kelamıdır. Kendisinden önce indirilen kutsal kitapları doğrulamakta ve hak ile batılı birbirinden ayırmaktadır. Tüm inananlar için bir rehberdir ve bir benzerinin getirilmesi mümkün değildir. Tebliğ yapılan kişinin Kuran'ı tanıması ve Kuran’ın Allah'ın sözü olduğuna inanması gerekir. Bu nedenle de tebliğ yapılan kişiye, Kuran'ın Allah'tan gelen bir vahiy olduğuna ve indirilmesinden bu yana tek bir harfinin dahi değişmediğine dair açık deliller gösterilmelidir. http://kuranmucizeleri.com Dünya hayatında kişiye verilen herşey, karşılaştığı zorlukların hepsi imtihandır. Kısa dünya hayatında Rabbimiz tarafından denendiğini kavrayan kişi dinin en önemli temellerinden birinin de idrakine varmış demektir. Bu nedenle tebliğ yapılan bir kişi, bu konuda öncelikle eğitilmelidir. Çünkü eğer gerçekten iman etmişse, kısa süre içinde türlü zorluklarla karşılaşacak ve samimi bir imana sahip olup olmayacağı konusunda denemeden geçirilecektir. Cahiliye toplumunda dinin içine gelenekler, töreler, yanlış inançlar ve daha birçok yabancı unsur katılmış ve sonuçta ortaya uygulaması son derece zor, çarpık bir model çıkmıştır. Bunun üzerine, bir de dine karşı mücadele yürüten inkarcı çevrelerin kasıtlı propagandaları eklenince, çoğu insan İslam'ı çok zor, uygulandığında insanı büyük sıkıntılara sokacak bir din olarak görmeye başlar. Oysa bu bir aldanmadır. "Biz sana bu Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik, içi titreyerek korku duyanlara' ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik)." Cahiliye toplumu, dinin "zor" olduğuna inandığı kadar "baskıcı" ve "özgürlükleri kısıtlayıcı" olduğunu da düşünür. Bu yanlış mantığa göre, din insanlar üzerine çeşitli kısıtlamalar koymakta ve böylece onların özgürlüğünü yok etmektedir. Bu toplum içinde kendilerini "özgürlükçü" olarak tanımlayanlar da, mümkün olduğunca din ahlakından uzaklaşırlar. Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. Tebliğ yapan bir kişinin öncelikle bilmesi gereken şey her tebliğ yaptığı kişinin ilk anda iman etmeyebileceğidir. İnsanlar gerek o ana kadar aldıkları eğitim, gerekse çevrelerinin etkisi nedeniyle kendilerine yapılan bu tebliğe olumsuz tepki verebilir, hatta dinlemeyi dahi reddedebilirler. Bu nedenle de tebliğ yaparken ilk yapılması gereken şey fıtraten dine eğilimi olan ve vicdanlı kişileri seçmektir. Buna karşın, her türlü tavrı ile dine muhalif olan ve kendini beğenmiş, kibirli tavırlar sergileyen bir kimseye tebliğ yapmaya çalışmanın bir önceliği yoktur. Tebliğ yaparken kişinin tepkilerinden, yorumlarından, verdiği karşılıklarından dine bakış açısı hemen anlaşılabilir. O nedenle, eğer bu kişinin samimiyeti hakkında bir işaret yoksa, tebliği kişi hakkında bir kanaat oluşana kadar sürdürmek gerekir. Müminin başarısı tebliğ yapılan kişinin iman etmesi ya da etmemesiyle ölçülemez. Müminin görevi sadece din ahlakını tebliğ etmektir, hidayeti vermek ise sadece Allah'a mahsustur. "Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır." Tebliğ yapan mümin, konuştuğu kişiyi sık sık inceleyip tartmalı, karşısındakinin anlatılanlara verdiği tepkileri dikkatle incelemelidir. Kişinin anlayış durumuna göre bazen konuyu, üslubunu ya da anlatım yoğunluğunu değiştirmesi, veya onun ruh haline, anlama kapasitesine göre belli bir düzenleme yapması gerekecektir. Bir konu anlattıktan ya da bir bilgi verdikten sonra karşı tarafın tepkisini gözlemlenmeli ve bir sonraki anlatılacak konu da ona göre belirlenmelidir. Dini yeni tanıyacak insanların öncelikli olarak, Allah'a ve ahiret gününe iman etmesinin sağlanması gerekir. Çünkü din ahlakının gereklerini yapması için, bunların mantığını kavraması, bu ibadetleri şuurlu ve istekli olarak yapması gerekir. Bu şekilde olmazsa, taklidi bir şekilde, ne yaptığının farkında olmadan yapabilir veya mantığını bilmediği için yapmak istemeyebilir. Bu nedenle kişiyi Allah'ın emirleri olan ibadetleri uygulamak isteyeceği, anlayacağı imani seviyeye getirmek önceliklidir. Cahiliye toplumunda, dinin yalnızca fakir insanlara hitap ettiği yönünde yaygın bir batıl inanç vardır. Bu kuşkusuz bir safsatadır, çünkü İslam, tüm insanları aynı yola, Rabbimiz olan Allah'ın yoluna davet etmektedir. İnsanlarda güce, zenginliğe ve ihtişama karşı hayranlık besleme eğilimi vardır. Müminlerin inkar edenlerden de büyük bir zenginlik ve ihtişam içinde görünmeleri, inkarcıların elindeki bu "psikolojik" avantajı müminlerin lehine döndürecektir. Ayette Hz. Süleyman'ın mülkünden etkilenen Sebe Melikesi'nin teslim oluşu şöyle anlatılır: Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml Suresi, 44) Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, tebliğ yalnızca "anlatmak" değildir. Karşı tarafın fikirlerinin öğrenilmesi, sorularına cevap verilmesi, aklına takılan konuların delillerle ortadan kaldırılması gerekir. Bu nedenle, anlatım sırasında sık sık karşı tarafın fikri sorulmalı, ikna olup olmadığı noktalar belirlenmeli ve ona göre yeni bir konuya ya da üsluba geçilmelidir. Kavmine "Ey kavmim görüşünüz nedir söyler misiniz?..." (Hud Suresi, 88) diye soran Hz. Şuayb bunun bir örneğidir. Tebliğde etkileyicilik, anlatılanların doğruluğunun yanında, anlatım çarpıcılığı ile de gerçekleşmektedir. Nitekim Kuran'da "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır..." (Nahl Suresi, 125) hükmü verilir. Anlatılmak istenen konunun üzerinde önemle durup, etkili örneklerle, tam kişinin ihtiyacını karşılayacak şekilde anlatılması bunun bir şeklidir. Bununla beraber, herkesin farklı karakteri ve değişik ihtiyaçları olacağından herkese aynı tarz konuşma üslubu ve hitap tarzı kullanılmaz. Cahiliye toplumunun en önde gelen özelliği, Kuran'da kast edildiği şekilde düşünmeyi bilmemeleridir. Hayatın gerçek anlamı hakkında düşünmezler, sadece kazanacakları parayı ya da yapacakları gösterişi düşünürler. Hiçbiri, evrenin nasıl var olduğu, sahip oldukları bedenin kimin tarafından yaratıldığı, ölümle birlikte insanın nereye gittiği gibi temel imani konular hakkında gereği gibi düşünmezler. Düşünceleri genellikle kişisel çıkarları üzerine kuruludur. İşte bu nedenle kişiyi mutlaka düşünmeye sevk etmek gerekir. İnsanlarda, içinde yaşadıkları toplumun yüzyıllar içinde meydana getirdiği geleneğe uymaya, atalarından kalan örfü sürdürmeye yönelik bir eğilim vardır. Kuran'da bildirilen gerçeklere ters, İslam örfüne aykırı yönleri varsa -ki çoğu zaman böyledir- Allah bunları yaşamayı yasaklar. Çünkü Müslümanın yol göstericisi, Allah'ın indirdiği Kitap'tır. Onlara; "Allah'ın indirdiklerine uyun" denildiğinde, derler ki; "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)? Tebliğ yapılan kişiye anlatılmasında büyük yarar olan konulardan biri de, içinden çıktığı cahiliye toplumunun sefaletidir. Böylece, bu çarpık düzeni, İslam ahlakının mükemmelliği ile kıyas edebilir ve aradaki farkı çarpıcı bir biçimde görebilir. Din ahlakından uzak kalmış toplumların yaşam sisteminde, insanların ahlaki yapısı, adalet anlayışı tamamen çöküntüye uğramıştır. Mümin, tebliğ yaparken asıl amacının karşı tarafa din ahlakını anlatmak ve onun imanına vesile olmak olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Çünkü karşı taraf, büyük olasılıkla konuyu başka yönlere çekmeye eğilimlidir. Bunun dini konulara konsantre olmakta güçlük çekmesi, vicdanında rahatsızlık duyması, ya da ciddiyetsiz olması gibi farklı nedenleri olabilir. Mümin bu konumda dikkatli davranmalı ve konuşmayı yönlendiren kişi olmalıdır. "İyiliği emredip, kötülükten men etme", Kuran'ın farklı ayetlerinde emredilen çok önemli bir ibadettir. Bu ibadetin tebliğ yapılan kişiye karşı uygulanması gerektiği de açıktır; yalnızca tebliğ yapmakla yani "iyiliği emretmekle" kalınmayacak, aynı zamanda "kötülükten men etme" hükmü de uygulanacaktır. Karşılıklı konuşmalarda genelde kişinin şahsına yönelik bir hitap tarzı kullanılır. Ancak bir tebliğ metodu olarak, bu üslubun dışında bir de, başka şahıslar veya insanlar muhatap alınıp ama yine karşıdakine iletilmek istenenlerin söylenmesi sağlanabilir. Bu, tebliğ yapılan kişinin savunma psikolojisine girerek, kendisine anlatılanlara kulak tıkamasına mani olmak için yararlı bir yöntemdir. Tebliğdeki amaç sadece bilgi vermek, yani öğretmek değildir. Aksine, bundan daha da önemli olan, karşı tarafın vicdanında etki yaratabilmek, onu samimi bir nefis muhasebesi yapmaya sürüklemektir. Bunun için de iki taraf arasında samimi ve sıcak bir diyaloğun kurulması, öğretici bir üsluptan ziyade, yardım edici bir üslubun kurulması gerekir. Tebliğ yapan kişi karşısındakini bir şeye inandırmak zorunda, fikrini ona kabul ettirmek durumunda değildir. Hidayeti verecek olan, iman etmesini sağlayacak olan Allah'tır. Bu nedenle ısrarcı ve baskıcı davranmasının hiçbir yararı olmayacaktır. Nitekim Allah Kuran'da, "artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin" bildirmiştir. Gaşiye Suresi, 21 22 Anlatılanlara kayıtsız ve tepkisiz kalan insanların gerçek fikirlerini öğrenmek kolay kolay mümkün olmaz. Anlatılanlara, susarak veya tepki vermeden tasdik eder görünümleriyle, konuşulanları doğru buldukları zannedilir. Kayıtsızlığını çözmek için normal konuşma tarzının dışında, dikkatini çekecek, çok etkili üsluplar kullanmak gerekir. Örneğin ölümden bahsedip kendisinin toprak olup çürüyeceğinden bahsedilebilir, maddenin aslı anlatılabilir. Allah'ın elçilerinin, toplumlarına dini tebliğ ederken, onların kendilerine karşı tutumlarına göre bir üslup kullandıklarını görüyoruz. Kimi zaman yumuşak bir konuşma üslubu kullanan elçiler, kimi zaman da Allah'ın azabıyla tehdit ederek belli ölçüde sert bir konuşma üslubu ve davranış tarzı geliştirmişlerdir. Nitekim Allah insanların dine ve müminlere karşı olan tutumlarına göre onlara farklı davranmayı öngörmüştür. İnsanı inkara sürükleyen faktörlerden biri, kendisine sonsuza dek yaşayacağı, hiç ölmeyeceği hissini veren garip bir aldanıştır. Gençler, hep genç kalacaklarını, ya da en azından çok uzun bir süre sonra yaşlanacaklarını sanırlar. Orta yaşlılar da daha hala çok uzun bir ömürleri olduğu avuntusu ile oyalanırlar. Etraflarındaki medeniyet de onların aldanışını artırır. Eskiden yaşamış ve Allah'ın helak ettiği Kuran’da bildirilen toplumların haberleri, tebliğ yapılan kişinin zihnine yerleşmiş olan bu aldanışın silinmesi için anlatılabilir. Medeniyetlerin ve toplumların helakı kadar, hatta belki de daha çok düşündürücü ve "ayakları yere bastırıcı" bir konu varsa, o da insanın helakı, yani ölümdür. Bu nedenle, insanların çoğu, başkalarının ölümlerine şahit oldukları halde, kendilerinin de mutlaka bu sonla karşılaşacaklarını, öleceklerini düşünmezler. Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir. Kendisinin; etten kemikten olduğunu, damarındaki ufak bir aksaklıkla ölebileceğini, vücudundaki hiçbir şeye en ufak etkisi olmadığını, ağzı kokan, gözü, kulağı, burnu pislenen, tuvalete gitmek zorunda olan aciz ve zayıf bir varlık olduğunu iyice tarif etmek gerekir. Ona rızık verenin, bütün güç ve kudret sahibinin Allah olduğunu, sahip olduğunu zannettiği şeyleri Allah'ın verdiğini ve sahibinin de Allah olduğunu, kısacası Allah'ın büyüklüğünü ve kendi acizliğini anlamasını sağlamak gerekir. Kuran'da "eğer (mücadeleye) çıkmak isteselerdi, herhalde ona bir hazırlık yaparlardı. Ancak Allah, (mücadeleye) gönderilmelerini çirkin gördü de ayaklarını doladı ve; 'siz de oturanlarla birlikte oturun' denildi" (Tevbe Suresi, 46) ayetiyle, Allah yolunda mücadele etmek isteyenlerin önceden bunun için hazırlık yapmaları gerektiğine işaret edilmektedir. Tebliğ için yapılacak hazırlığın iki yönü vardır. Birincisi, yazılı tebliği yerine getirmek üzere hazırlık yapılmasıdır. İkinci olarak müminin kendini eğitmesi; Allah'ın dinini anlatabilecek ehillikte olabilmek için manen ve bilgi yönünden kendini yetiştirmesidir. Tebliğ için yetişmiş, Kuran'ı iyi bilen, hitap gücü yüksek ve iyi yazı yazan uzmanlaşmış müminlerin olması, bu müminlerin ağırlıklı olarak tebliğ işini yürütmesi etkiyi arttırır. Tebliğ yapan mümin ilk olarak bilmelidir ki karşısındaki kişiye imanı sevdirmek ve kalbine yerleştirmek sadece Allah’a aittir. Müslüman sebeplere sarılarak sabırla, samimi içten ve hikmetli bir anlatım tekniği kullanmalıdır. Aynı zamanda güçlü, asil ve tevazulu bir karaktere sahip olan müminin cana yakın tavırları din ahlakını tanıyacak kişiyi olumlu yönde etkileyecektir. Tebliğ yapan mümin, karşısındakinin hidayete gelmesinin, iman etmesinin veya etmemesinin kendisinden kaynaklanmadığını ve bunun Allah'a ait olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Allah Peygamber Efendimiz (sav)'e de "Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir" (Kasas Suresi, 56) ayetiyle bunu hatırlatmıştır.
1-Müslüman tebliğ yapmakla sorumludur.

1-Müslüman tebliğ yapmakla sorumludur.

Allah Kuran'da iman edenlerin en önemli ibadetlerinden birinin tebliğ, yani Kuran'da bildirilen gerçekleri insanlara anlatmak ve onları iman etmeye davet etmek olduğunu bildirir. Mümin, sözleriyle, haliyle, tavrıyla yaşamının her anında Kuran ahlakını diğer insanlara yaymakla ve İslam'ı temsil etmekle yükümlüdür. Müslümanların tebliğ yaparken izleyeceği adımları şu şekilde sıralayabiliriz:
2-Tebliğ yapan kişinin, bir menfaati olmadığını belirtmesi

2-Tebliğ yapan kişinin, bir menfaati olmadığını belirtmesi

Cahiliye toplumlarında, insanlar birbirlerine yalnızca menfaat karşılığında iyi davranırlar. Bir insanın bir diğerine ilgi göstermesinin ardında, mutlaka bir menfaat beklentisi vardır. Oysa müminin tebliğ yapmak, yani Allah'ın dinini duyurup yaymaktaki tek amacı, Allah'ın kendisine farz kıldığı bir ibadeti yerine getirmektir. Bu nedenle de konuştuğu kişiden hiçbir menfaat beklentisi olmaz.
3-Tebliğ yapan kişinin güvenilir olduğunu göstermesi

3-Tebliğ yapan kişinin güvenilir olduğunu göstermesi

Kuran ahlakını anlatmaya başladığında, büyük olasılıkla "bu kişi bana bunları anlatmakla ne hedefliyor, benden ne gibi bir menfaat umuyor" gibi düşüncelere kapılacaklardır.Bu yüzden karşı tarafın kafasındaki benzer şüpheleri gidermek, tebliğdeki en öncelikli konulardan biridir. Konuşulan kişiye, ortada hiçbir menfaat ilişkisinin olmadığı, tebliğdeki yegane maksadın Allah'ın rızası olduğu anlatılmalıdır.
Hud Suresi, 50-51

Hud Suresi, 50-51

Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?
5- Tebliğ yapılan kişinin şüphelerinin giderilmesi

5- Tebliğ yapılan kişinin şüphelerinin giderilmesi

Tebliğ yapılan kişi, inkarcıların önde gelenlerinin iman edenler aleyhinde ürettikleri çirkin iftiralardan da etkilenmiş olabilir. Eğer bundan kaynaklanan bir tedirginlik taşıdığı gözlemlenirse, bu iftiraların içyüzü kendisine izah edilmeli, gerçeklerle hiçbir ilgisi olmadığı samimiyetle anlatılmalıdır. Kuran'da tarih boyunca tüm elçilere ve salih müminlere atılan iftiralarla ilgili ayetler delil olarak gösterilerek, bu karalamaların gerçekte birer "mümin alameti" olduğu tarif edilmelidir.
6-Güvenilirliği, Müminin ruh haline yansımalıdır

6-Güvenilirliği, Müminin ruh haline yansımalıdır

Güven vermek, her şeyden önce tavırlarla, bakışlarla, mimiklerle, jestlerle, daha da doğrusu, tüm bu dış etkileri ortaya çıkaran ruh hali ile mümkün olur. Mümin kesin bir kararlılığa, asla sarsılmayacak sebat ve azme sahip olduğu sürece, karşı tarafın ısrarlı şüpheleri ya da din ahlakından uzak kimselerin attığı büyük iftiralar, onda hiçbir olumsuz etki meydana getirmez. Böyle olunca da, güvenilirlik onun karakterinin sağlam bir parçası haline gelir ve tüm tavırlarına yansır.
7-Hidayeti veren Allah'tır.

7-Hidayeti veren Allah'tır.

Müminin böylesine vakarlı ve güvenilir bir karaktere sahip olmasındaki en büyük etkenlerden biri, tebliği yalnızca bir ibadet olarak görmesi ve karşı tarafı inandırmak gibi bir sorumluluğa sahip olmadığını bilmesidir. Çünkü bir insanın iman edip etmemesi, "Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar..." (Enam Suresi, 125) ayetinin sırrıyla ancak Allah'ın dilemesiyle olur.
8-Bir kişinin iman etmesi sadece kendisine fayda sağlar.

8-Bir kişinin iman etmesi sadece kendisine fayda sağlar.

Ve insanın öncelikle bilmesi gereken şey, iman etmeye sadece ve sadece kendisinin ihtiyacı olduğudur. Allah her türlü eksikliklerden münezzehtir ve hiç kimsenin iman etmesine ihtiyacı olmayandır. Ama herkes imana ve Allah'ın rızasını kazanmaya muhtaçtır. Konuşulan kişiye bu gerçek anlatılmalı ve Müslüman olmakla dine büyük bir kazanç sağlayacağını düşünüp kendisini çok "kıymetli" bir kişi olarak görmesinin ne kadar çocukça ve akılsız bir düşünce olduğu tarif edilmelidir.
9-Cahiliyedeki Allah inancının yanlışlığının anlatılması

9-Cahiliyedeki Allah inancının yanlışlığının anlatılması

Cahiliye toplumundaki Allah inancı, Kuran'daki aslıyla hiçbir biçimde uyuşmaz. Cahiliye, kendi ilkel anlayışlarına uygun şekilde, çarpık, masalsı ve "mitolojik" bir inanç geliştirmiştir. Allah'ın, evreni ve insanları bir kez yarattıktan sonra onları kendi haline bıraktığını, uzayın bir köşesinde "oturduğunu" -Allah'ı tenzih ederiz- düşünürler. Geliştirdikleri bu sapkın ve ilkel inanç, Allah'ı unutmalarına ve Allah'ın büyüklüğünü gerektiği gibi kavrayamamalarına neden olmuştur.
10-Allah'ın Tanıtılması

10-Allah'ın Tanıtılması

Cahiliye sisteminin batıl fikirleri ile düşünme yeteneklerini kaybetmiş, muhakemeleri yok edilmiş, akılları boğulmuş olan insanlar, belki de hayatlarında ilk kez Kuran'da kastedilen anlamda düşünmeye davet edileceklerdir. Yıllardır yedikleri meyvanın, içtikleri suyun, soludukları havanın nasıl olup da var olduğu konusunda kafa yormaya zorlanacaklardır. Sahip oldukları bedenlerinin, gözlerinin, kulaklarının, kalplerinin nasıl var olduğu, bunları kimin yarattığı hakkında düşünmeye teşvik edileceklerdir.
11-Cahiliye toplumunda ahiret inancı yanlışlığının anlatılması

11-Cahiliye toplumunda ahiret inancı yanlışlığının anlatılması

Cahiliye toplumundaki insanların en büyük imani sorunlarından biri, ahiretin varlığına olan inançlarındaki eksikliktir. Sanki gerçekte ahiret yoktur da, insanlar ölüm konusunda kendilerini bir nevi teselli etmek için bunu "uydurmuşlardır".
12-Ahiretin Hatırlatılması

12-Ahiretin Hatırlatılması

İnsan sonsuza dek yaşamak ister. Ama, küfrün mantığına göre, ölüm yüzünden bu istek asla tatmin edilemez. Oysa bu inkar edenlere ait batıl ve hatalı bir düşüncedir. Gerçekte Allah, ahireti yaratmakla ve insanı sonsuza dek hayat sürecek biçimde inşa etmekle, kişinin bu isteğine de cevap vermiştir.
13-İmtihan gereği mümin sıkıntı çekebilir.

13-İmtihan gereği mümin sıkıntı çekebilir.

Dünya hayatında bir mümin sıkıntı çekip, zorlu ortamlarla karşılaşırken, inkarcılar çok büyük bir zenginlik, sefahat ve ihtişam içinde hayatlarını devam ettirebilirler. Bu dünya hayatındaki imtihanın bir gereğidir. Oysa Allah'ın sonsuz adaleti, müminin mükafatlandırılmasını, inkarcıların ise azaplandırılmasını gerektirir. Bu ise, mahşer günü görülecek olan hesapla karara bağlanacak ve mümin için cennette, kafir içinse cehennemde sonsuza dek uygulanacaktır.
Bakara Suresi, 48

Bakara Suresi, 48

Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği,hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. (Bakara Suresi, 48)
15- Şirkin Anlatılması

15- Şirkin Anlatılması

İnsanların önemli bir bölümü Allah'a inanır. Ancak onları asıl iman yolundan saptıran şey, kendilerine Allah'tan başka ilahlar edinmeleridir. Bu durum, Kuran'da şirk (ortak koşmak) olarak tanımlanır; şirk koşanlara ise "müşrik" denir. Buna karşın, İslam'ın özü "tevhid"dir; yani "birlemek", "tek ilah olarak Allah'ı kabul etmek ve O'ndan başka hiçbir varlığa kulluk etmemek"tir.
16-Başkasının rızasını aramak Allah'a şirk koşmak demektir.

16-Başkasının rızasını aramak Allah'a şirk koşmak demektir.

Eğer insan Allah'ın dışındaki varlıkların rızasının peşinde koşar, örneğin Allah’ı unutup insanlara kendini beğendirmeye ve onları mutlu etmeye çalışırsa, onları kendine ilah edinmiş olur. Allah'tan başka varlıklardan yardım bekler, medet umarsa, onları ilah edinmiş olur. Hayatını Allah'ın kurallarına göre değil de, başka varlıkların kurallarına uygun olarak yürütmeye karar verirse, o varlıkları "Rab" kabul etmiş, yani yine ilah edinmiş olur.
17- Şirk Allah'ın affetmeyeceği tek günahtır.

17- Şirk Allah'ın affetmeyeceği tek günahtır.

Tebliğ yapılan kimseye anlatılacak en temel konu, işte bu şirk ve tevhid konusudur. Ona, içinden çıktığı toplumun pek çok yönden şirk koşan bir toplum olduğu açıklanmalı, gerçek imana kavuşmak içinse, kendisinde köklü bir değişim yapması gerektiği Kuran ayetleri ile anlatılmalıdır. Allah'ın dininden üstün tuttuğu herşeyden yüz çevirmesi gerektiği bildirilmelidir.
Nisa Suresi, 48

Nisa Suresi, 48

Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.
 19- Kuran haktır ve korunmuştur

19- Kuran haktır ve korunmuştur

Kuran Allah'ın kelamıdır. Kendisinden önce indirilen kutsal kitapları doğrulamakta ve hak ile batılı birbirinden ayırmaktadır. Tüm inananlar için bir rehberdir ve bir benzerinin getirilmesi mümkün değildir.
20-Kuran Mucizelerinin Anlatılması

20-Kuran Mucizelerinin Anlatılması

Tebliğ yapılan kişinin Kuran'ı tanıması ve Kuran’ın Allah'ın sözü olduğuna inanması gerekir. Bu nedenle de tebliğ yapılan kişiye, Kuran'ın Allah'tan gelen bir vahiy olduğuna ve indirilmesinden bu yana tek bir harfinin dahi değişmediğine dair açık deliller gösterilmelidir. http://kuranmucizeleri.com
21-Dünya bir imtihan yeridir

21-Dünya bir imtihan yeridir

Dünya hayatında kişiye verilen herşey, karşılaştığı zorlukların hepsi imtihandır. Kısa dünya hayatında Rabbimiz tarafından denendiğini kavrayan kişi dinin en önemli temellerinden birinin de idrakine varmış demektir. Bu nedenle tebliğ yapılan bir kişi, bu konuda öncelikle eğitilmelidir. Çünkü eğer gerçekten iman etmişse, kısa süre içinde türlü zorluklarla karşılaşacak ve samimi bir imana sahip olup olmayacağı konusunda denemeden geçirilecektir.
22-Din ahlakının kolay olduğunun anlatılması

22-Din ahlakının kolay olduğunun anlatılması

Cahiliye toplumunda dinin içine gelenekler, töreler, yanlış inançlar ve daha birçok yabancı unsur katılmış ve sonuçta ortaya uygulaması son derece zor, çarpık bir model çıkmıştır. Bunun üzerine, bir de dine karşı mücadele yürüten inkarcı çevrelerin kasıtlı propagandaları eklenince, çoğu insan İslam'ı çok zor, uygulandığında insanı büyük sıkıntılara sokacak bir din olarak görmeye başlar. Oysa bu bir aldanmadır.
Taha Suresi, 2-3

Taha Suresi, 2-3

"Biz sana bu Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik, içi titreyerek korku duyanlara' ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik)."
24-Dinin kısıtlayıcı ve baskıcı değil, özgürlükçü olduğunun anlatılması

24-Dinin kısıtlayıcı ve baskıcı değil, özgürlükçü olduğunun anlatılması

Cahiliye toplumu, dinin "zor" olduğuna inandığı kadar "baskıcı" ve "özgürlükleri kısıtlayıcı" olduğunu da düşünür. Bu yanlış mantığa göre, din insanlar üzerine çeşitli kısıtlamalar koymakta ve böylece onların özgürlüğünü yok etmektedir. Bu toplum içinde kendilerini "özgürlükçü" olarak tanımlayanlar da, mümkün olduğunca din ahlakından uzaklaşırlar.
Bakara Suresi, 256

Bakara Suresi, 256

Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.
26-Tebliğe Uygun Kişiyi Teşhis Edebilmek

26-Tebliğe Uygun Kişiyi Teşhis Edebilmek

Tebliğ yapan bir kişinin öncelikle bilmesi gereken şey her tebliğ yaptığı kişinin ilk anda iman etmeyebileceğidir. İnsanlar gerek o ana kadar aldıkları eğitim, gerekse çevrelerinin etkisi nedeniyle kendilerine yapılan bu tebliğe olumsuz tepki verebilir, hatta dinlemeyi dahi reddedebilirler. Bu nedenle de tebliğ yaparken ilk yapılması gereken şey fıtraten dine eğilimi olan ve vicdanlı kişileri seçmektir. Buna karşın, her türlü tavrı ile dine muhalif olan ve kendini beğenmiş, kibirli tavırlar sergileyen bir kimseye tebliğ yapmaya çalışmanın bir önceliği yoktur.
27-Kişi hakkında kanaat oluşana dek tebliğ yapmayı sürdürmek

27-Kişi hakkında kanaat oluşana dek tebliğ yapmayı sürdürmek

Tebliğ yaparken kişinin tepkilerinden, yorumlarından, verdiği karşılıklarından dine bakış açısı hemen anlaşılabilir. O nedenle, eğer bu kişinin samimiyeti hakkında bir işaret yoksa, tebliği kişi hakkında bir kanaat oluşana kadar sürdürmek gerekir. Müminin başarısı tebliğ yapılan kişinin iman etmesi ya da etmemesiyle ölçülemez. Müminin görevi sadece din ahlakını tebliğ etmektir, hidayeti vermek ise sadece Allah'a mahsustur.
Hud Suresi, 57

Hud Suresi, 57

"Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır."
29-Kişinin tepkilerini, samimiyetini incelemek

29-Kişinin tepkilerini, samimiyetini incelemek

Tebliğ yapan mümin, konuştuğu kişiyi sık sık inceleyip tartmalı, karşısındakinin anlatılanlara verdiği tepkileri dikkatle incelemelidir. Kişinin anlayış durumuna göre bazen konuyu, üslubunu ya da anlatım yoğunluğunu değiştirmesi, veya onun ruh haline, anlama kapasitesine göre belli bir düzenleme yapması gerekecektir. Bir konu anlattıktan ya da bir bilgi verdikten sonra karşı tarafın tepkisini gözlemlenmeli ve bir sonraki anlatılacak konu da ona göre belirlenmelidir.
30-Kişinin imanı güçlenmeden, ibadete dair teklifler yapmamak

30-Kişinin imanı güçlenmeden, ibadete dair teklifler yapmamak

Dini yeni tanıyacak insanların öncelikli olarak, Allah'a ve ahiret gününe iman etmesinin sağlanması gerekir. Çünkü din ahlakının gereklerini yapması için, bunların mantığını kavraması, bu ibadetleri şuurlu ve istekli olarak yapması gerekir. Bu şekilde olmazsa, taklidi bir şekilde, ne yaptığının farkında olmadan yapabilir veya mantığını bilmediği için yapmak istemeyebilir. Bu nedenle kişiyi Allah'ın emirleri olan ibadetleri uygulamak isteyeceği, anlayacağı imani seviyeye getirmek önceliklidir.
31-Müminlerin güç ve ihtişamını hissettirmek

31-Müminlerin güç ve ihtişamını hissettirmek

Cahiliye toplumunda, dinin yalnızca fakir insanlara hitap ettiği yönünde yaygın bir batıl inanç vardır. Bu kuşkusuz bir safsatadır, çünkü İslam, tüm insanları aynı yola, Rabbimiz olan Allah'ın yoluna davet etmektedir. İnsanlarda güce, zenginliğe ve ihtişama karşı hayranlık besleme eğilimi vardır. Müminlerin inkar edenlerden de büyük bir zenginlik ve ihtişam içinde görünmeleri, inkarcıların elindeki bu "psikolojik" avantajı müminlerin lehine döndürecektir.
32-Kuran'da Hz. Süleyman'ın güç ve ihtişamını ve bunları tebliğde kullanışının özellikle vurgulanmasının nedenlerinden biri de budur.

32-Kuran'da Hz. Süleyman'ın güç ve ihtişamını ve bunları tebliğde kullanışının özellikle vurgulanmasının nedenlerinden biri de budur.

Ayette Hz. Süleyman'ın mülkünden etkilenen Sebe Melikesi'nin teslim oluşu şöyle anlatılır: Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml Suresi, 44)
33-Anlatılanlar hakkında düşündüklerini sormak

33-Anlatılanlar hakkında düşündüklerini sormak

Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, tebliğ yalnızca "anlatmak" değildir. Karşı tarafın fikirlerinin öğrenilmesi, sorularına cevap verilmesi, aklına takılan konuların delillerle ortadan kaldırılması gerekir. Bu nedenle, anlatım sırasında sık sık karşı tarafın fikri sorulmalı, ikna olup olmadığı noktalar belirlenmeli ve ona göre yeni bir konuya ya da üsluba geçilmelidir.
34-Kuran'da Resullerin kullandıkları yöntemlere baktığımızda, soru yoluyla muhatap oldukları kavmin düşüncesini öğrendiklerini görürüz.

34-Kuran'da Resullerin kullandıkları yöntemlere baktığımızda, soru yoluyla muhatap oldukları kavmin düşüncesini öğrendiklerini görürüz.

Kavmine "Ey kavmim görüşünüz nedir söyler misiniz?..." (Hud Suresi, 88) diye soran Hz. Şuayb bunun bir örneğidir.
35-Kişinin karakterine en uygun ve en etkili anlatım metodunu kullanmak

35-Kişinin karakterine en uygun ve en etkili anlatım metodunu kullanmak

Tebliğde etkileyicilik, anlatılanların doğruluğunun yanında, anlatım çarpıcılığı ile de gerçekleşmektedir. Nitekim Kuran'da "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır..." (Nahl Suresi, 125) hükmü verilir. Anlatılmak istenen konunun üzerinde önemle durup, etkili örneklerle, tam kişinin ihtiyacını karşılayacak şekilde anlatılması bunun bir şeklidir. Bununla beraber, herkesin farklı karakteri ve değişik ihtiyaçları olacağından herkese aynı tarz konuşma üslubu ve hitap tarzı kullanılmaz.
36- Kişiyi düşünmeye sevk etmek

36- Kişiyi düşünmeye sevk etmek

Cahiliye toplumunun en önde gelen özelliği, Kuran'da kast edildiği şekilde düşünmeyi bilmemeleridir. Hayatın gerçek anlamı hakkında düşünmezler, sadece kazanacakları parayı ya da yapacakları gösterişi düşünürler. Hiçbiri, evrenin nasıl var olduğu, sahip oldukları bedenin kimin tarafından yaratıldığı, ölümle birlikte insanın nereye gittiği gibi temel imani konular hakkında gereği gibi düşünmezler. Düşünceleri genellikle kişisel çıkarları üzerine kuruludur. İşte bu nedenle kişiyi mutlaka düşünmeye sevk etmek gerekir.
37- Atalarının dininin etkisinden kurtarmak

37- Atalarının dininin etkisinden kurtarmak

İnsanlarda, içinde yaşadıkları toplumun yüzyıllar içinde meydana getirdiği geleneğe uymaya, atalarından kalan örfü sürdürmeye yönelik bir eğilim vardır. Kuran'da bildirilen gerçeklere ters, İslam örfüne aykırı yönleri varsa -ki çoğu zaman böyledir- Allah bunları yaşamayı yasaklar. Çünkü Müslümanın yol göstericisi, Allah'ın indirdiği Kitap'tır.
Lokman Suresi, 21

Lokman Suresi, 21

Onlara; "Allah'ın indirdiklerine uyun" denildiğinde, derler ki; "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)?
39- Cahiliye hayatını tarif etmek ve etkilerini yok etmek

39- Cahiliye hayatını tarif etmek ve etkilerini yok etmek

Tebliğ yapılan kişiye anlatılmasında büyük yarar olan konulardan biri de, içinden çıktığı cahiliye toplumunun sefaletidir. Böylece, bu çarpık düzeni, İslam ahlakının mükemmelliği ile kıyas edebilir ve aradaki farkı çarpıcı bir biçimde görebilir. Din ahlakından uzak kalmış toplumların yaşam sisteminde, insanların ahlaki yapısı, adalet anlayışı tamamen çöküntüye uğramıştır.
40-Konuşmalarda yönlendirici olmak

40-Konuşmalarda yönlendirici olmak

Mümin, tebliğ yaparken asıl amacının karşı tarafa din ahlakını anlatmak ve onun imanına vesile olmak olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Çünkü karşı taraf, büyük olasılıkla konuyu başka yönlere çekmeye eğilimlidir. Bunun dini konulara konsantre olmakta güçlük çekmesi, vicdanında rahatsızlık duyması, ya da ciddiyetsiz olması gibi farklı nedenleri olabilir. Mümin bu konumda dikkatli davranmalı ve konuşmayı yönlendiren kişi olmalıdır.
41-Kişiyi yanlış davranışlardan alıkoyucu üslup kullanmak

41-Kişiyi yanlış davranışlardan alıkoyucu üslup kullanmak

"İyiliği emredip, kötülükten men etme", Kuran'ın farklı ayetlerinde emredilen çok önemli bir ibadettir. Bu ibadetin tebliğ yapılan kişiye karşı uygulanması gerektiği de açıktır; yalnızca tebliğ yapmakla yani "iyiliği emretmekle" kalınmayacak, aynı zamanda "kötülükten men etme" hükmü de uygulanacaktır.
42-Dolaylı anlatım yapmak

42-Dolaylı anlatım yapmak

Karşılıklı konuşmalarda genelde kişinin şahsına yönelik bir hitap tarzı kullanılır. Ancak bir tebliğ metodu olarak, bu üslubun dışında bir de, başka şahıslar veya insanlar muhatap alınıp ama yine karşıdakine iletilmek istenenlerin söylenmesi sağlanabilir. Bu, tebliğ yapılan kişinin savunma psikolojisine girerek, kendisine anlatılanlara kulak tıkamasına mani olmak için yararlı bir yöntemdir.
43-Vicdanını kullanmaya, duyarlı olmaya yönlendirmek

43-Vicdanını kullanmaya, duyarlı olmaya yönlendirmek

Tebliğdeki amaç sadece bilgi vermek, yani öğretmek değildir. Aksine, bundan daha da önemli olan, karşı tarafın vicdanında etki yaratabilmek, onu samimi bir nefis muhasebesi yapmaya sürüklemektir. Bunun için de iki taraf arasında samimi ve sıcak bir diyaloğun kurulması, öğretici bir üsluptan ziyade, yardım edici bir üslubun kurulması gerekir.
44-Baskıcı, zorlayıcı davranmamak

44-Baskıcı, zorlayıcı davranmamak

Tebliğ yapan kişi karşısındakini bir şeye inandırmak zorunda, fikrini ona kabul ettirmek durumunda değildir. Hidayeti verecek olan, iman etmesini sağlayacak olan Allah'tır. Bu nedenle ısrarcı ve baskıcı davranmasının hiçbir yararı olmayacaktır. Nitekim Allah Kuran'da, "artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin" bildirmiştir. Gaşiye Suresi, 21 22
45-Anlatılanlara kayıtsız kalmamasını sağlamak

45-Anlatılanlara kayıtsız kalmamasını sağlamak

Anlatılanlara kayıtsız ve tepkisiz kalan insanların gerçek fikirlerini öğrenmek kolay kolay mümkün olmaz. Anlatılanlara, susarak veya tepki vermeden tasdik eder görünümleriyle, konuşulanları doğru buldukları zannedilir. Kayıtsızlığını çözmek için normal konuşma tarzının dışında, dikkatini çekecek, çok etkili üsluplar kullanmak gerekir. Örneğin ölümden bahsedip kendisinin toprak olup çürüyeceğinden bahsedilebilir, maddenin aslı anlatılabilir.
46-Herkese hak ettiği şekilde davranmak

46-Herkese hak ettiği şekilde davranmak

Allah'ın elçilerinin, toplumlarına dini tebliğ ederken, onların kendilerine karşı tutumlarına göre bir üslup kullandıklarını görüyoruz. Kimi zaman yumuşak bir konuşma üslubu kullanan elçiler, kimi zaman da Allah'ın azabıyla tehdit ederek belli ölçüde sert bir konuşma üslubu ve davranış tarzı geliştirmişlerdir. Nitekim Allah insanların dine ve müminlere karşı olan tutumlarına göre onlara farklı davranmayı öngörmüştür.
47-Yıkıma uğrayan önceki toplumları anlatmak

47-Yıkıma uğrayan önceki toplumları anlatmak

İnsanı inkara sürükleyen faktörlerden biri, kendisine sonsuza dek yaşayacağı, hiç ölmeyeceği hissini veren garip bir aldanıştır. Gençler, hep genç kalacaklarını, ya da en azından çok uzun bir süre sonra yaşlanacaklarını sanırlar. Orta yaşlılar da daha hala çok uzun bir ömürleri olduğu avuntusu ile oyalanırlar. Etraflarındaki medeniyet de onların aldanışını artırır. Eskiden yaşamış ve Allah'ın helak ettiği Kuran’da bildirilen toplumların haberleri, tebliğ yapılan kişinin zihnine yerleşmiş olan bu aldanışın silinmesi için anlatılabilir.
48-Ölümü hatırlatmak

48-Ölümü hatırlatmak

Medeniyetlerin ve toplumların helakı kadar, hatta belki de daha çok düşündürücü ve "ayakları yere bastırıcı" bir konu varsa, o da insanın helakı, yani ölümdür. Bu nedenle, insanların çoğu, başkalarının ölümlerine şahit oldukları halde, kendilerinin de mutlaka bu sonla karşılaşacaklarını, öleceklerini düşünmezler.
Cuma Suresi, 8

Cuma Suresi, 8

Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.
50-İnsanın acizliğini anlatmak

50-İnsanın acizliğini anlatmak

Kendisinin; etten kemikten olduğunu, damarındaki ufak bir aksaklıkla ölebileceğini, vücudundaki hiçbir şeye en ufak etkisi olmadığını, ağzı kokan, gözü, kulağı, burnu pislenen, tuvalete gitmek zorunda olan aciz ve zayıf bir varlık olduğunu iyice tarif etmek gerekir. Ona rızık verenin, bütün güç ve kudret sahibinin Allah olduğunu, sahip olduğunu zannettiği şeyleri Allah'ın verdiğini ve sahibinin de Allah olduğunu, kısacası Allah'ın büyüklüğünü ve kendi acizliğini anlamasını sağlamak gerekir.
51-Tebliğe hazırlık yapmak

51-Tebliğe hazırlık yapmak

Kuran'da "eğer (mücadeleye) çıkmak isteselerdi, herhalde ona bir hazırlık yaparlardı. Ancak Allah, (mücadeleye) gönderilmelerini çirkin gördü de ayaklarını doladı ve; 'siz de oturanlarla birlikte oturun' denildi" (Tevbe Suresi, 46) ayetiyle, Allah yolunda mücadele etmek isteyenlerin önceden bunun için hazırlık yapmaları gerektiğine işaret edilmektedir. Tebliğ için yapılacak hazırlığın iki yönü vardır. Birincisi, yazılı tebliği yerine getirmek üzere hazırlık yapılmasıdır. İkinci olarak müminin kendini eğitmesi; Allah'ın dinini anlatabilecek ehillikte olabilmek için manen ve bilgi yönünden kendini yetiştirmesidir.
52-Tebliğde uzmanlaşmış müminler yetiştirmek

52-Tebliğde uzmanlaşmış müminler yetiştirmek

Tebliğ için yetişmiş, Kuran'ı iyi bilen, hitap gücü yüksek ve iyi yazı yazan uzmanlaşmış müminlerin olması, bu müminlerin ağırlıklı olarak tebliğ işini yürütmesi etkiyi arttırır.
53- Tebliğ Yapan Müminin Sahip Olması Gereken Özellikler

53- Tebliğ Yapan Müminin Sahip Olması Gereken Özellikler

Tebliğ yapan mümin ilk olarak bilmelidir ki karşısındaki kişiye imanı sevdirmek ve kalbine yerleştirmek sadece Allah’a aittir. Müslüman sebeplere sarılarak sabırla, samimi içten ve hikmetli bir anlatım tekniği kullanmalıdır. Aynı zamanda güçlü, asil ve tevazulu bir karaktere sahip olan müminin cana yakın tavırları din ahlakını tanıyacak kişiyi olumlu yönde etkileyecektir.
54- Hidayeti verecek olan Allah’tır

54- Hidayeti verecek olan Allah’tır

Tebliğ yapan mümin, karşısındakinin hidayete gelmesinin, iman etmesinin veya etmemesinin kendisinden kaynaklanmadığını ve bunun Allah'a ait olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Allah Peygamber Efendimiz (sav)'e de "Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir" (Kasas Suresi, 56) ayetiyle bunu hatırlatmıştır.
736
PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo