Terörizmin Temel Dayanağı Darwinizm ve Materyalizm

Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.
(Al-i İmran Suresi, 30)

Kitabın ilk bölümünde terörün iki önemli kaynağı olduğunu belirttik. Bunlardan birinin İlahi dinleri yanlış bir şekilde yorumlayan, sonradan uydurulmuş, hurafe kaynakları temel alan radikal terörizm olduğunu delilleriyle ve çeşitli örneklerle ortaya koyduk. Özellikle de son zamanlarda ortaya çıkan ve sözde İslam dini adına hareket ettiklerini iddia eden terör örgütlerinin eylemlerinin İslam dinine nasıl karşı olduğunu Kuran ayetleri ışığında açıkladık. Terörün bir diğer kaynağı ise materyalist ve Darwinist dünya görüşüdür.

Pek çok insan evrim teorisini, ilk olarak Charles Darwin'in ortaya attığı, bilimsel delillere, gözlemlere ve deneylere dayalı bir teori zanneder. Oysa evrim teorisinin ilk fikir babası Darwin olmadığı gibi, teorinin kaynağı da bilimsel deliller değildir. Teori, antik bir dogma olan materyalist felsefenin doğaya uyarlanmasından ibarettir. Bugün de teori, kendisini destekleyen bilimsel bulgular olmamasına rağmen, sırf materyalist felsefe uğruna körü körüne bir bağnazlıkla savunulmaktadır.

Bu bağnazlık dünyaya çok büyük belalar getirmiştir. Çünkü Darwinizm'in ve ondan dayanak bulan materyalist felsefenin yaygınlaşmasıyla birlikte, "insan nedir" sorusuna verilen cevap değişmiştir. Daha önceden bu soruya "insan, Allah'ın yarattığı ve O'nun öğrettiği güzel ahlaka göre yaşaması gereken bir varlıktır" diyerek doğru cevabı veren insanlar sonrasında "insan rastlantılarla var olmuş, yaşam mücadelesiyle gelişmiş bir hayvandır" diye çarpık bir düşünceye kapılmışlardır. Bu büyük yanılgının faturası ise çok ağırdır. Irkçılık, faşizm, komünizm gibi vahşet ideolojileri ve diğer pek çok barbar, çatışmacı dünya görüşü, bu yanılgıdan güç bulmuştur.

Kitabın bu bölümünde Darwinizm'in insanlığa getirdiği bela incelenecek ve bunun günümüzün en önemli sorunlarından biri olan "terörizm"le ilgisi açıklanacaktır.

Darwinizm’in “Yaşam Bir Çatışmadır” Yanlışı

Darwin, teorisini geliştirirken temel bir yanlıştan yola çıkmıştı:

“Canlıların gelişimi doğadaki yaşam mücadelesine bağlıdır. Bu mücadeleyi güçlü olanlar kazanır. Zayıflar ise ezilerek yok olmaya mahkumdurlar”.

Darwin’in bilim dışı fikirlerine göre, doğada acımasız bir yaşam mücadelesi, daimi bir çatışma vardı. Güçlüler her zaman güçsüzleri alt ediyor ve gelişme de bu sayede mümkün oluyordu. Türlerin Kökeni kitabına koyduğu alt başlık da, onun bu sapkın ve bilime aykırı görüşünü özetliyordu: “Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon ve Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla”.

Dahası Darwin, “yaşam mücadelesi”nin insan ırkları arasında da geçerli olduğu yalanını öne sürmüştü. Bu gerçek dışı iddiaya göre, “kayırılmış ırklar” bu mücadelede üstün geliyorlardı. Darwin’e göre kayırılmış ırklar, Avrupalı beyazlardı. Asyalı ya da Afrikalı ırklar ise, yaşam mücadelesinde geri kalmışlardı. Darwin daha da ileri giderek, bu ırkların dünya üzerindeki “yaşam mücadelesi”ni yakın zamanda tamamen kaybederek yok olacaklarını ileri sürmüştü:

“Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları, vahşi ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da… kuşkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boşluk daha da genişleyecek. Bu sayede ortada şu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve şu anki zencilerden, Avustralya yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır.”25

Hintli antropolog Lalita Vidyarthi Darwin’in evrim teorisinin, ırkçılığı sosyal bilimlere nasıl kabul ettirdiğini şöyle açıklar:

“Darwin’in ortaya attığı ‘en güçlülerin hayatta kalması’ düşüncesi, insanoğlunun kültürel bir evrim sürecinden geçtiğine ve en üst kademenin Beyaz Adam’ın medeniyeti olduğuna inanan sosyal bilimciler tarafından coşkuyla karşılandı. Bunun bir sonucu olarak, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Batılı bilim adamlarının çok büyük bir kısmı ırkçılığı şiddetle benimsediler.”26

Darwin’in İlham Kaynağı: Malthus’un Acımasızlık Teorisi

İngiliz tarih profesörü James Joll’un 1870’den Bu Yana Avrupa isimli kitabı

Malthus kendince, “savaş, kıtlık, hastalık ve bebek cinayetleri gibi olaylarla nüfusun hızla artışının kontrol altına alınabileceği ve bu sayede nüfusun besin kaynakları ile dengeli bir hale gelebileceği” gibi akıl almaz bir iddiayı savunmaktaydı. Sağduyu ve vicdan sahibi her insanın hemfikir olacağı gibi, bu hem akıl ve mantık dışı hem de son derece vahşi bir düşünce yapısıdır.

Darwin’in bilimsel olmayan, karanlık ve tehlikeli fikirlerinin ilham kaynağı, İngiliz bir ekonomist olan Thomas Malthus’un An Essay on the Principle of Population (Nüfus Prensibi Üzerine Bir Deneme) adlı kitabıydı. Malthus kendi başlarına bırakıldıklarında, insan nüfusunun çok hızlı arttığını hesaplamıştı. Ona göre nüfusları kontrol altında tutan başlıca etkenler, savaş, kıtlık ve hastalık gibi felaketlerdi. Kısacası bu vahşi iddiaya göre, bazı insanların yaşayabilmeleri için diğerlerinin ölmesi gerekiyordu. Var olma, “sürekli savaş” anlamına geliyordu.

19. yüzyılda Malthus’un sapkın fikirleri oldukça geniş bir kitle tarafından benimsenmişti. Özellikle, Avrupalı üst sınıfın entelektüelleri Malthus’un zalimce fikirlerini destekliyordu. “Nazilerin Bilimsel Arka Planı” isimli makalede, 19. yüzyıl Avrupası’nın Malthus’un popülasyon ile ilgili görüşlerine verdiği önem şöyle aktarılmaktadır:

“19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da yönetici sınıfın üyeleri, yeni keşfedilen ‘nüfus artışı problemi’ni tartışmak ve fakirlerin ölüm oranlarını artırmak için, Malthus’un fikirlerini uygulamanın yöntemlerini planlamak üzere biraraya geldiler. Vardıkları sonuç özetle şöyleydi: “Fakirlere temizliği tavsiye etmek yerine tam tersi alışkanlıklara teşvik etmeliyiz. Şehirlerimizdeki sokakları daha dar yapmalıyız, daha fazla insanı evlere doldurmalıyız ve vebayı getirmeye çalışmalıyız. Ülkemizde köylerimizi durgun sulara yakın yapmalıyız, bataklıklarda yaşamayı teşvik etmeliyiz vs...” 27

Bu zalimce uygulamanın sonucunda, Malthus’a göre yaşam mücadelesinde güçlü olanlar zayıf olanları ezecekler ve bu şekilde hızla artan nüfus da dengelenmiş olacaktı. İngiltere’de 19. yüzyılda söz konusu “fakirleri ezme” programı gerçekten uygulandı. 8-9 yaşındaki çocukların günde 16 saat kömür ocaklarında çalıştırıldıkları ve binlercesinin kötü şartlar nedeniyle öldüğü bir endüstri düzeni kuruldu. Malthus’un teorik olarak gerekli olduğunu iddia ettiği “yaşam mücadelesi”, İngiltere’de milyonlarca fakir insana azap dolu bir ömür yaşattı. Darwin, işte bu vahşice fikirlerden etkilenerek çatışmacı görüşü tüm doğaya uyguladı ve bu var olma savaşında güçlü olanların ve en iyi uyum sağlayanların galip geleceklerini öne sürdü. Dahası, söz konusu yaşam mücadelesinin doğanın meşru ve değişmez bir yasası olduğunu iddia ediyordu. Bir yandan da yaratılışı inkar ederek insanları dini inançlarını terk etmeye davet ediyor ve böylece “yaşam mücadelesi”nin acımasızlığına engel olabilecek tüm ahlaki kıstasları hedef almış oluyordu.

Bireyleri acımasızlığa ve zalimliğe yönlendiren bu gerçek dışı fikirlerin yaygınlaşmasıyla birlikte 20. yüzyılda insanlığın ödeyeceği bedel ağır olacaktı.

Thomas Malthus,

Charles Darwin

Darwinizm’in I. Dünya Savaşı’nın Hazırlanmasındaki Rolü

Darwinizm’in Avrupa kültürüne hakim olmasıyla birlikte, “yaşam mücadelesi” aldatmacası da etkisini göstermeye başladı. Öncelikle sömürgeci Avrupa devletleri, sömürdükleri ülkeleri sözde “evrimde geri kalmış ırklar” olarak gösterdiler ve yaptıkları işi meşru gösterebilmek için Darwinizm’e atıfta bulundular.

Darwinizm’in siyasi etkilerinin en kanlısı ise, 1914 yılında patlak veren I. Dünya Savaşı’ydı.

Ünlü İngiliz tarih profesörü James Joll, Europe Since 1870 (1870’den Bu Yana Avrupa) isimli kaynak kitabında, I. Dünya Savaşı’nı hazırlayan faktörlerden birinin, o dönemdeki Avrupalı yöneticilerin Darwinist düşüncelere olan inancı olduğunu anlatır. Örneğin, Avusturya-Macaristan’ın Başkomutanı General Franz Baron Conrad von Hoetzendorff, savaştan sonraki anılarında şöyle yazmıştır:

İnsan sevgisini ön plana çıkaran dinler, ahlaki öğretiler ve (bu gibi) felsefi doktrinler, bazen gerçekten insanoğlunun yaşam mücadelesini zayıflatabilirler. Ama hiçbir zaman bu mücadeleyi dünyanın itici gücü olmaktan çıkaramayacaklardır… Dünya savaşının büyük felaketi, bu büyük prensiple tam bir uyum içinde gerçekleşmiştir. İnsanların ve devletlerin hayatlarının ana gücüyle oluşan bu savaş, aynen boşalması gereken bir yıldırım yükü gibi, doğanın bir kuralıdır.27

Darwinizm, "insan gelişmiş bir hayvandır", "bazı ırklar evrim sürecinde geri kalmıştır", "doğada kıyasıya bir mücadele vardır, bu mücadelede güçlü olan kazanır, zayıf olan elenir" gibi iddialarıyla, 20. yüzyılda, başta faşizm olmak üzere birçok zararlı ideolojiye destek vermiştir.

Bu gibi bir ideolojik alt yapıya sahip olan Conrad’ın neden Avusturya-Macaristan’ı bir savaş başlatmaya sürüklediğini anlamak zor değildi. Bu gibi düşünceler dönemin sadece askeri şahsiyetleriyle sınırlı kalmamıştı. Kurt Riezler, yani Alman Şansölyesi Theobald von Bethman-Hollweg’in kişisel danışmanı ve sır dostu, 1914 yılında şöyle yazmıştır:

Mutlak ve ezeli düşmanlık, insanlar arasındaki ilişkilerin doğasında vardır. Her yerde gördüğümüz daimi nefret… insan tabiatının bozulmasından kaynaklanmamaktadır, aksine doğanın ve yaşamın kaynağının özünde zaten bu vardır.28

Faşist ideolojinin neden olduğu II. Dünya Savaşı, insanlık tarihinin en büyük felaketi oldu ve ardında 55 milyon ölü bıraktı.

I. Dünya Savaşı generallerinden Friedrich von Bernardi ise, savaş ve doğadaki savaşım kanunları arasındaki bağlantıyı şöyle kurmuştur:

Savaş biyolojik bir gereksinmedir, doğadaki unsurların çatışması kadar gereklidir; biyolojik yönden yerinde sonuçlar verir, çünkü bu sonuçlar, varlıkların temel özellikleriyle ilgilidir.29

Görüldüğü gibi, I. Dünya Savaşı, savaşmayı, kan dökmeyi, acı çekmeyi ve çektirmeyi bir tür “gelişme” olarak gören, bunları değişmez bir “doğa kanunu” sanan Avrupalı düşünür, general ve yöneticilerin yüzünden çıkmıştı. Tüm bu kuşağı söz konusu kökten yanlış fikirlerle yıkıma sürükleyen ideolojik kaynak ise, Darwin’in “yaşam mücadelesi” ve “kayırılmış ırklar” kavramlarından başka bir şey değildi.

I. Dünya Savaşı ardında 8 milyon ölü, yüzlerce harabeye dönmüş şehir ve milyonlarca yaralı, sakat, evsiz ve işsiz insan bıraktı.

Bundan 21 yıl sonra başlayan ve ardında yaklaşık 55 milyon ölü bırakan Nazi savaşının temeli de Darwinizm’e dayanıyordu.

Nazilerin zalim ve acımasız karakterinin altında yatan temel neden de, din aleyhtarı ve Darwinist ideolojileridir.

Darwinizm’in “Orman Kanunu” Aldatmacasının Açtığı Yol: Faşizm

Darwinizm 19. yüzyılda ırkçılığı beslerken, 20. yüzyılda doğup gelişecek ve tüm dünyayı kana bulayacak bir ideolojinin de temellerini oluşturuyordu: Nazizm.

Nazi ideologları da yoğun olarak Darwinizm’den etkilenmişlerdir. Adolf Hitler ve Alfred Rosenberg tarafından şekillendirilen bu teori incelendiğinde, “doğal seleksiyon”, “seçici eşleşme”, “ırklar arası yaşam mücadelesi” gibi, Darwin’in Türlerin Kökeni kitabında onlarca kez tekrarlanan kavramlara rastlanır. Hitler ünlü kitabına Kavgam (Mein Kampf) ismini de, Darwinizm’in yaşamın bir mücadele arenası olduğu ve bu mücadelede üstün gelenlerin hayatta kaldıkları prensibinden esinlenerek koymuştur. Kitabında özellikle ırklar arasındaki mücadeleden söz etmiş ve şöyle demiştir:

“Tarih doğanın kendi kendine oluşturacağı yeni bir ırksal hiyerarşi sonucunda eşi benzeri olmayan bir imparatorluk meydana getirecektir.”30

1933’deki ünlü Nürnberg mitinginde ise, “yüksek ırkın düşük ırkları idare ettiğini, bunun doğada görülen bir hak olduğunu ve tek mantıklı hak olduğunu” ileri sürmüştür. 31

Nazilerin Darwin’den etkilendikleri, bugün konunun uzmanı olan tarihçilerin hemen hepsi tarafından kabul gören bir gerçektir. Faşizm’in Yükselişi (The Rise of Fascism) isimli kitabın yazarı Peter Chrisp de bu gerçeği şöyle ifade eder:

“Charles Darwin’in insanların maymunlardan evrimleştiği teorisi ilk kez yayınlandığında alay konusu olmuştu, fakat daha sonra geniş bir alanda kabul edilmişti. Naziler Darwin’in teorilerini... savaş ve ırkçılığı haklı göstermek için kullandılar.”32

Tarihçi Hickman da Hitler’in Darwinizm’den etkilendiğini şöyle açıklar:

“Hitler katı bir evrimciydi. Psikozunun derinlikleri ne olursa olsun Mein Kampf kitabı bir dizi evrim fikrini sergiler, özellikle de en uygunların yaşam savaşı ve daha iyi bir toplum için zayıfların katledilmesi fikirlerine yer verir.”33

Bu sapkın görüşlerle ortaya çıkan Hitler, dünyayı eşi benzeri hiç görülmemiş bir vahşete sürükledi. Başta Museviler olmak üzere, pek çok etnik veya siyasi grup, Nazi ölüm kamplarında feci bir zulme ve katliama maruz bırakıldı. Naziler’in işgalleri ile başlayan II. Dünya Savaşı ise, tam 55 milyon insanın yaşamına mal oldu. Dünya tarihinin gördüğü bu en büyük felaketin arka planında, Darwinizm’in “yaşam mücadelesi” kavramı yer alıyordu.

Kanlı İttifak: Darwinizm ve Komünizm

Hitler'in ve Nazi ideologlarının yazıları, konuşma metinleri ve diğer dokümanlar incelendiğinde, ırkçı, saldırgan ve savaşçı politikalarını Darwinizm üzerine kurdukları açıkça görülmektedir.

Sosyal Darwinizm’in sağ kanadında faşistler yer alırken, sol kanadında ise komünistler bulunur. Darwin’in teorisinin en ateşli savunucuları arasında, komünistler her zaman için önemli bir yer tutmuştur.

Darwinizm ile komünizm arasındaki bu ilişki, her iki “izm”in kurucularına kadar uzanır. Komünizmin kurucuları Marx ve Engels, Darwin’in Türlerin Kökeni adlı kitabını yayınlanır yayınlanmaz okumuşlar ve kitaptaki “diyalektik materyalist” yaklaşıma hayran olmuşlardır. Marx ve Engels arasındaki mektuplaşmalar, her ikisinin de Darwin’in teorisini “komünizmin doğa bilimleri açısından temeli” saydıklarını göstermektedir. Nitekim Engels Darwin’in de etkisiyle kaleme aldığı Doğanın Diyalektiği adlı kitabında Darwin’e övgüler yağdırmış ve “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü” adlı bölümde evrim teorisine kendince katkılar yapmaya çalışmıştır.

Marx ve Engels’in yolunu izleyen Plekhanov, Lenin, Trotsky ve Stalin gibi Rus komünistlerinin hepsi de, Darwin’in evrim teorisini benimsemişlerdir. Rus komünizminin kurucusu sayılan Plekhanov, “Marksizm, Darwinizm’in sosyal bilimlere uygulanmasıdır”34 adlı sözüyle ünlüdür.

Trotsky’nin ise “Darwinizm, diyalektik materyalizmin en büyük zaferidir” şeklinde açıklamaları bulunmaktadır.35

Komünist kadroların oluşmasında “Darwin’in eğitimi”nin büyük rolü vardır. Örneğin Stalin’in, gençliğinde bir din adamı iken Darwin’in kitapları nedeniyle ateist olduğu da tarihçiler tarafından not edilen bir gerçektir.

Komünist rejimi Çin’de kuran ve milyonlarca insanı katleden Mao ise kurduğu bu düzenin felsefi dayanağını, “Çin sosyalizminin temeli, Darwin’e ve evrim teorisine dayanmaktadır” diyerek açıkça belirtmiştir.36

Darwinizm’in Mao ve Çin komünizmi üzerindeki etkisi, Harvard Üniversitesi’nden tarihçi James Reeve Pusey’in, China and Charles Darwin (Çin ve Charles Darwin) adlı araştırma kitabında detaylarıyla anlatılmaktadır.

Kısacası, evrim teorisi ile komünizm arasında kopmaz bir bağ vardır. Evrim teorisi, canlıların bir tesadüf ürünü olduğunu iddia etmekle, ateizme sözde bilimsel bir dayanak sağlamıştır. Tamamen ateist bir ideoloji olan komünizm de bu nedenle kaçınılmaz olarak Darwinizm’e bağlıdır. Dahası, evrim teorisi doğadaki gelişmenin çatışma (yani “yaşam mücadelesi”) sayesinde mümkün olduğunu ileri sürmekle, komünizmin temelinde yer alan “diyalektik çatışma” kavramını desteklemektedir.

Komünizmin “diyalektik çatışma” kavramının 20. yüzyıl boyunca yaklaşık 120 milyon insanı katletmiş bir “cinayet makinesi” olduğu düşünüldüğünde , Darwinizm’in dünyaya getirdiği felaketin boyutunu daha iyi anlamak mümkün olur.

Darwinizm'in 'çatışma' kavramını 'sınıf çatışması'na uygulayan komünistler, ideolojilerini kabul ettirmek için katliam yapmayı ve kan dökmeyi birinci yöntem olarak kabul ettiler.

Diyalektik Çatışma Toplumları Geliştirmez, Yıkar

Daha önce de belirtildiği gibi, Darwinizm canlılar arasındaki çatışmanın o canlıları geliştirdiğini öne sürerek, “diyalektik materyalizm” felsefesine sözde bilimsel bir geçerlilik kazandırmıştır.

Diyalektik materyalizm, adından da anlaşıldığı gibi, “çatışma” kavramına dayanır. Bu felsefenin kurucusu olan Marx “eğer çelişme ve çatışma olmasaydı, var olan herşey nasılsa öyle kalırdı” demişti. Bir başka sözünde ise “şiddet yeni bir topluma gebe her eski toplumun ebesidir”37 diyerek, gelişmek için insanları, şiddet göstermeye, savaşa ve kan dökmeye çağırmıştı.

Marx’ın teorilerinin ilk siyasi uygulayıcısı olan Lenin de “gelişme zıtların mücadelesidir” diyerek karşıt fikirde olan insanların daimi bir mücadele içinde olmalarını savunmuştur. Dahası Lenin, bu mücadelenin ancak kan dökerek, yani terör yoluyla yapılabileceğini sık sık belirtmiştir. Bolşevik ihtilalinden 11 yıl önce, 1906 yılında Proletari dergisine yaptığı bir açıklamada yer alan sözleri benimsediği terörist yöntemi şöyle ortaya koymaktadır:

Bizim ilgilenmekte olduğumuz olgu, silahlı mücadeledir; bu mücadele, bireyler ve küçük gruplar tarafından yürütülmektedir. Bir kesimi devrimci örgütlere ait iken, öteki kesimler herhangi bir devrimci örgüte bağlı değildirler. Silahlı mücadele, birbirlerinden kesinkes ayrılması gereken, farklı iki amaca yöneliktir; önce bu mücadele kişilere, liderlere ve ordu ve polisteki görevlilere suikast yapmayı amaçlar, ikinci olarak, hem hükümete ait hem de özel kişilere ait para kaynaklarına el koyar. El konulan paralar kısmen parti kasasına, kısmen özel silahlanma amacına ve ayaklanma hazırlığına ve kısmen de tanımlamakta olduğumuz mücadeleye katılan kişilerin geçimlerine gider.38

20. yüzyılda komünizme karşı çıkan en belirgin ideolojilerden biri faşizmdir. İlginç olan, komünizme karşı olduğunu öne süren faşizmin, “çatışma” kavramına en az komünizm kadar inanmasıdır. Komünistler “sınıf çatışması”nın gerekliliğine inanırken, faşistler sadece bu çatışmanın alanını değiştirmiş ve “ırklar ve uluslar arası çatışma” kavramını yüceltmişlerdir. Örneğin Nazizmin en önemli fikir kaynaklarından ve önde gelen ırkçılardan Alman tarihçi Heinrich von Treitschke, “Uluslar ancak Darwin’in yaşam kavgasına benzer şiddetli bir rekabetle gelişebilirler...39 diye yazmıştır.

Hitler ise, Darwinizm’in çatışmacı anlayışından aldığı ilhamla şöyle demiştir:

Doğa güçlüler ile zayıflar arasında bir savaş, güçlülerin zayıflar üzerindeki mutlak galibiyetidir. Eğer böyle olmasaydı, doğada sürekli bir bozulma olurdu... Yaşayan savaşmak zorundadır. Sürekli savaşın bir yaşam kanunu olduğu bu dünyada, savaşmak istemeyen yaşam hakkına sahip değildir.40

Toplumların güçlenmesi ve gelişmesi için savaşın, çatışmanın, kavgaların ve kan dökmenin zorunlu olduğuna inanan bu iki sosyal Darwinist ideolojinin 20. yüzyılda oluşturduğu tablo ise ortadadır. On milyonlarca masum insan ölmüş, on milyonlarcası yaralanmış veya sakat kalmış, ülke ekonomileri çökmüş, sağlığa, bilime, teknolojiye, eğitime ve sanata ayrılacak olan gelirler önce silahlara, sonra da bu silahlarla açılan yaraların sarılmasına, yıkılan ve harabeye dönen şehirlerin tekrar inşasına harcanmıştır. Çatışmanın, kavganın ve terörün insanlara gelişme değil, çöküş getirdiği tarihte açık olarak görülmüştür.

Her türlü anlaşmazlık ve çelişki, Kuran'da bildirildiği gibi akıl ve vicdan sahibi insanlar tarafından barış, huzur ve hoşgörü ortamında çözülür. Bunu kavrayamayan ve diyalektik materyalizmin aldatmacasına inanan milletlerin çocukları, birbirleri ile yıllarca savaşmışlar, vahşi hayvanlar gibi kapışıp savaşmışlar ve sonuçta milletçe güçten düşmüşlerdir.

Fikri zıtlıklar çatışmayı gerektirmez, aksine zıtlıklardan güzellikler çıkar

Dünyada elbette ki zıtlıklar bulunmaktadır. Doğada nasıl aydınlık ile karanlık, gece ile gündüz, soğuk ile sıcak varsa, fikirlerde, uygulamalarda da zıtlıklar vardır. Ancak fikri zıtlıklar çatışmayı gerektirmez. Aksine zıtlıklar hoşgörü, barış, anlayış, sevgi, şefkat ve merhamet ile değerlendirilirse ortaya birçok güzellikler çıkar. Her fikri bir diğeri ile kıyaslayan insan kendi fikrini daha da geliştirir veya eksiklerini görerek tamamlar. Karşıt fikirleri savunan insanların konuşmalarında fikir alışverişleri olur veya yapıcı eleştiriler yapılır. Ancak bunu Kuran ahlakına uyan, samimi, affedici, barışçı ve alçakgönüllü insanlar gerçekleştirebilirler.

Bir insanı farklı bir fikri savunuyor, farklı bir dine inanıyor veya farklı bir ırktan geliyor diye öldürmek, ona acı çektirmek ise çok büyük bir zalimliktir. Sadece bu yüzden, tarih boyunca dünya üzerinde aynı vatanın evlatları birbirleri ile ölümüne mücadele etmişler, birbirlerini hiç acımadan katletmişlerdir. Veya farklı ırklardan veya uluslardan olan insanları, kadın, çocuk ayrımı yapmadan katliamdan geçirmişlerdir. Bunu ise ancak karşısındaki insanı, gelişmiş bir hayvan olarak gören, ona bir insan olarak değer vermeyen ve yaptıklarından dolayı Allah'a hesap vereceğine inanmayan insanlar yapabilirler.

Farklı fikirlere karşı gösterilecek tavrın en güzeli ve en doğrusu Kuran'da bildirilmiştir. Fikir zıtlıkları tarih boyunca yaşanmıştır ve bunların en bilinenlerinden biri Hz. Musa (as) ile onun döneminde yaşayan Firavun'dur. Firavun'un tüm zalimliğine ve saldırganlığına rağmen, Allah Hz. Musa'yı onu Allah'ın dinine çağırması ile görevlendirmiş ve kullanacağı yöntemi ise şöyle açıklamıştır:

İkiniz Firavun’a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar.” (Taha Suresi, 43-44)

Hz. Musa (as) Allah'ın emrine uyarak Firavun'a hak dini anlatmış, onun inkarını ve insanlara zulmünü engellemek için sabırla açıklamıştır. Firavun ise onun güzel ahlakına ve sabrına karşılık saldırganca bir tutum göstermiş ve Hz. Musa'yı ve onun fikrine uyanları katledeceğini söylemiştir. Ancak onun bu tavrının sonucunda kazanan Firavun olmamıştır. Aksine Firavun ve taraftarları boğularak yok olmuşlardır. Hz. Musa ve onun yanında olanlar ise galip gelmiştir.

Bu örneğin de gösterdiği gibi, bir fikrin galip olması veya gelişmesi çatışma, savaş veya saldırganlık ile sağlanmaz. Hz. Musa ve Firavun arasındaki olaylar tarihin bir özeti niteliğindedir; çatışma ve zulüm yanlılarının değil, barış ve adalet yanlılarının galip geleceğini gösteren bir örnektir. Güzel ahlak, hem dünyada hem de ahirette karşılığını her zaman bulur.

Darwinizm ve Terörizm Bağlantısı

Doğada zıtlıklar olması, insanlar arasındaki çatışma ve kavgaların nedeni olamaz. Karşılıklı saygı, sevgi ve hoşgörü ile, zıtlıklar arasında uzlaşma sağlanabilir. Kuran ahlakı insanlara huzur ve neşe içinde bir hayat sunarken, diyalektik çatışma insanlara daima mutsuzluk, yıkım ve ölüm getirir.

Buraya kadar incelediğimiz gibi, Darwinizm, 20. yüzyılda insanlığı felaketlere sürükleyen çeşitli şiddet yanlısı ideolojilerin kökenidir. Ve bu ideolojiler Darwinizm’e dayanarak, “kendinden olmayanla çatışmayı veya savaşmayı” desteklemişler, hatta en önemli yöntemleri olarak benimsemişlerdir.

Dünya üzerinde farklı inançlar, farklı dünya görüşleri, farklı felsefeler olduğu açık bir gerçektir. Ve tüm bu farklı fikirlerin birbirlerine taban tabana zıt özellikleri olması da son derece doğaldır. Ancak bu fikirler birbirlerini iki farklı şekilde değerlendirebilirler:

1) Kendilerinden olmayanların varlıklarına saygı gösterebilir, onlarla diyalog kurmaya çalışabilir, “insancıl” bir yöntem izleyebilirler. Ki bu Kuran ahlakına uygun olan yöntemdir.

2) Kendilerinden olmayanlarla çatışmak, kavga etmek, onlara zarar vererek avantaj kazanmak yolunu seçebilir, yani “hayvani” davranabilirler. Bu da materyalizmin yani dinsizliğin yöntemidir.

Terörizm” adını verdiğimiz felaket, bu ikinci bakış açısının ifadesinden başka bir şey değildir.

Bu iki yaklaşım arasındaki farkı incelediğimizde, Darwinizm’in insanların bilinçaltına aşıladığı “insan, çatışan hayvandır” telkininin son derece etkili olduğunu görürüz. Belki çatışma yolunu seçen insan ve grupların çoğunun Darwinizm’den, bu ideolojinin prensiplerinden haberi yoktur. Ama sonuçta felsefi temeli Darwinizm’e dayanan yanlış bir bakış açısını benimsemektedirler. Onları bunun doğruluğuna inandıran şey, “bu dünyada güçlüler ayakta kalır”, “büyük balık küçük balığı yutar”, “savaşmak erdemdir”, “insan savaşarak yücelir” gibi temeli Darwinizm’in yalanlarına dayanan sloganlardır. Darwinizm’i kaldırın, bu sloganların da altı boş kalacaktır.

Aslında Darwinizm kaldırıldığında, geriye “çatışmacı” bir felsefe kalmamaktadır. Yeryüzündeki insanların büyük bölümünün inandığı üç İlahi din de (Hristiyanlık, Musevilik ve İslam) çatışmacılığa karşıdır. Her üç din de, yeryüzünde barış ve huzur sağlanmasını amaçlamakta, masum insanların öldürülmesine, zulüm ve işkence görmesine karşı çıkmaktadır. Çatışmayı ve şiddeti, Allah’ın insanlar için belirlemiş olduğu ahlaka aykırı olan, anormal ve istenmeyen kavramlar olarak kabul etmektedir. Oysa Darwinizm, çatışmayı ve şiddeti, mutlaka var olması gereken, doğal, doğru ve meşru kavramlar olarak görmekte ve göstermektedir. Dolayısıyla dünya üzerinde gerçekleştirilen terör eylemlerinin arkasında yatan işte bu çatışmayı, şiddeti hedefe giden en kısa yol olarak gören çarpık ideoloji yatmaktadır.

Barış ve Huzur İsteyen Her İnsan, Darwinizm Tehlikesini Fark Etmelidir

Herhangi bir sorunla mücadele ederken, asıl önemli olan o sorunun kökenini, asıl kaynağını düzeltmektir. Örneğin çevreye pis koku yayan bir çöplüğün çevresi ne kadar temizlenirse temizlensin, o çöplük koku yaymaya devam edecektir. Alınan tüm önlemler geçici, kısa süreli olacaktır. Çözüm çöpün kaynağını temizlemek, çöpü tamamen ortadan kaldırmaktır. Veya zehirli yılanları besleyip şehre bırakan bir insanın sonra bu yılanların insanları öldürmeye başladığını görünce telaşlanıp, tek tek yılan avına çıkması da akılcı bir tedbir değildir. Bu durumda tek çözüm zehirli yılan üretimini tamamen bırakmaktır.

Dolayısıyla, terörle mücadele etmek için tek tek teröristleri aramak ve onları etkisiz hale getirmeye çalışmak etkin ve kalıcı bir çözüm değildir. Dünyanın terörden kurtulabilmesi için, önce terörist yetiştiren ana kaynak tespit edilmeli ve bu kaynak ortadan kaldırılmalıdır. Teröre asıl sebep olan ana kaynak ise insanların sapkın ideolojileri ve bu yönde aldıkları eğitimdir.

Günümüzde dünyanın hemen her ülkesinde, Darwinizm tüm okullarda bilimsel bir gerçekmiş gibi okutulmaktadır. Gençlere, Allah’ın kendilerini yarattığı, bir ruh, akıl ve vicdan sahibi varlıklar oldukları, öldükten sonra Allah Katında sorgulanarak, dünyada yaptıklarından dolayı Allah’a hesap verecekleri ve bu hesaba göre sonsuza kadar cennette veya cehennemde kalacakları öğretilmemektedir. Aksine, rastlantılar sonucunda oluşmuş, ataları hayvanlar olan, Allah’a karşı sorumlu olmayan, başıboş varlıklar oldukları ve ancak savaş ve çatışma ile üstün gelerek hayatta kalabilecekleri gibi yalanlar öğretilmektedir. Okul hayatı boyunca bu telkini alan insanların beyinlerini yıkamak, onları insanlık düşmanları haline getirmek, masum küçük çocukları katledecek kadar zalimleştirebilmek ise bu aşamadan sonra çok kolaydır. Bu tür bir eğitim almış gençleri her türlü sapkın ideoloji kolaylıkla kendi safına çekebilir ve ona her türlü vicdana ve akla aykırı eylemi yaptırabilir, ona her türlü sapkınlığı ve zalimliği önemli bir amaç gibi gösterebilir. Son bir yüzyıldır dünyayı kasıp kavuran komünist, faşist, ırkçı terör grupları, bu eğitim sisteminin ürünleridir.

Bu yanlış “eğitim sistemi”nin ikinci büyük zararı ise, eğitimi dinden soyutlayarak, dini cahil insanların dünyasıyla sınırlamaya çalışmasıdır. “Eğitimli” olanlar, Darwinist-materyalist telkinle dinsizleşirken, din eğitimsiz insanların kontrolünde kalmaktadır. Bu durumda, hurafe ve batıl inançlar kolayca gelişebilmekte, din adına dine tamamen aykırı fikirler ortaya atan kişiler etkili olabilmektedir.

Sonuç olarak kesin çözüm; terörün en önemli kaynaklarından biri olan Darwinist-materyalist eğitime son vermek, gençleri gerçek bilimsel bulgular doğrultusunda hazırlanmış bir müfredata göre eğitmek ve onlara Allah korkusunu, akılcı ve vicdanlı davranmayı öğretmektir. Bunun güzel sonucu ise, Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi huzurlu, güvenli, affedici, merhametli, halim ve yumuşak huylu insanların yer aldığı toplumlar olacaktır.

Tek Taraflı Darwinist Eğitimin Vahşete Yol Açan Olumsuz Etkileri

Darwinist eğitim, insanlara hayatlarının bir amacı olmadığı yalanını aktararak onları her türlü umut ve sevinçten yoksun, karamsar ve cani kişilikli ruh hastalarına çevirmektedir.

Bunun en dikkat çekici örneklerinden biri Norveçli Anders Behring Breivik’tir. Breivik 22 Temmuz 2011’de Norveç’te yaşanmış olan çifte terör saldırılarının faili olduğunu itiraf etmiştir. Bu saldırılardan biri Oslo’daki hükümet binasına yapılmış olan, sekiz kişinin ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırıdır. Diğeri ise, Utoya Adası’ndaki, İşçi Partisi’nin gençlik kampına yapılan saldırıdır. Bu saldırı neticesinde 69 kişi hayatını kaybetmiştir.

Breivik saldırılarından önce “Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi” adlı kitapta görüşlerini anlatmıştır. Kitabının 1518’inci sayfasında, kendisini “bilimsel dünya görüşünün ve modern biyolojinin şampiyonu olarak gördüğünü” ifade etmiştir. En “önem verdiği” kitaplar sıralamasında ise Charles Darwin’in Türlerin Kökeni adlı kitabı yer almaktadır.[1]

Breivik’e göre, “kusursuz Avrupa” Sosyal Darwinizm kurallarını içermelidir.[2]

Breivik, kitabının 1202’nci sayfasında ise Princeton Üniversitesi’den Darwinist Biyolog Lee Silver’ın öjeninin tekrar uygulamaya konmasını savunmasına tamamen katıldığını belirtmektedir. Silver’ın dünya nüfusunun şimdikinin yarısından daha aza ya da 3.8 milyara indirilmesi için “gelecekte radikal politikaların uygulanmasının zorunlu olduğu” şeklindeki görüşlerine de Breivik aynen katılmaktadır.[3] Aynı sayfada, Breivik’in Darwin’in “soykırım ve doğal seleksiyon ... el ele gider” argümanını ne kadar benimsemiş olduğu şu cümlelerde net şekilde görülmektedir:

“İkinci ve üçüncü dünya ülkeleri” insan nüfusundaki artışı frenleyemezlerse, “doğa, yaşanacak kıtlıkla onların bu hatalarını düzeltecektir.”[4]

Darwinist eğitim, insanlara hayatlarının bir amacı olmadığı yalanını aktararak onları her türlü umut ve sevinçten yoksun, karamsar ve cani kişilikli ruh hastalarına çevirmektedir.

Argümanının devamında Breivik, Batılı ülkelerin bu sözde doğal sürece, yani yaşanan kıtlığa müdahale etmemeleri gerektiğini şu hastalıklı cümleler ile savunmuştur:

“Eğer nüfus kontrolü kurallarımıza uymamış olan ülkelerde kıtlık baş gösterirse, onlara herhangi bir şekilde yardım göndermek ya da başarısız liderlerine arka çıkmak şeklinde destek olmamalıyız.” [5]

“Aşırı nüfusun birinci sorumlusu olan üçüncü dünya ülkelerine yapılan gıda yardımının derhal durdurulması gerekir.” [6]

Breivik’in bizzat yazmış olduğu bu sözlerden açıkça görülüyor ki aldığı Darwinist eğitim nedeniyle bu kişi ahlaki değerlerden tamamen uzaklaşmış ve bunun neticesi olarak onlarca insanın ölümüne sebep olan terörist eylemleri soğukkanlılıkla hayata geçirmiştir.

Darwinist eğitimin neden olduğu ahlaki çöküntü ve vahşetin bir diğer örneği de yakalanmadan önce 17 çocuğu öldüren ve cesetlerini yiyen Amerikalı seri katil Jeffrey Dahmer’dır. Dahmer, ölümünden hemen önce Dateline NBC kanalında yapılan son röportajında şu ürkütücü açıklamada bulunmuştur:

“Eğer bir insan, Kendisi’ne karşı sorumlu olduğu bir Yaratıcı’nın var olduğunu düşünmüyorsa, o halde niye uygun sınırlarda tutacak şekilde davranışlarınızı ıslah etmeye çalışasınız? Ben de işte böyle düşünüyordum. Her zaman evrim teorisinin, yani bizlerin (tesadüfen) sadece bir balçıktan geldiğimiz tezinin bir gerçek olduğuna inanmışımdır. Öldüğümüz zaman, her şey biter, artık hiçbir şey yoktur.” [7]

Darwin’in kitleleri zehirlediği batıl inanç, insanları seri katil yapmakta, hatta onları insan eti yiyecek kadar psikopat bir ruh haline sürüklemektedir. İnsanlara, bir Yaratıcı’ya karşı sorumlu olmadıkları telkinini vermeye çalışan; onları amaçsız, sorumsuz, başıboş varlıklar olduğuna inandıran; insanı bir hayvan olarak gören ve ölümü bir son olarak göstererek insanları ahiret gerçeğinden uzaklaştırmaya çalışan bu sahte dinin getirdiği sonuç işte budur.

Son iki yüz yıldır dünyaya savaşları, katliamları, zalimliği, terörü, cinayetleri, kitle katliamlarını, dejenerasyonu ve her türlü belayı getiren en büyük batıl güç Darwinizm’dir. Toplumlarda bir dönem gelişen dinsizliğin, ırkçılığın, kitle katliamlarının sebebi olan faşizmin, komünizmin ve dünya savaşlarının ardında GEÇTİĞİMİZ YÜZYILIN EN BÜYÜK ALDATMACASI VE EN BÜYÜK BELASI OLAN DARWINİZM VARDIR.

Darwin’in başlattığı bu kara belanın, toplumlar üzerindeki uğursuz etkisi günümüze kadar devam etmiştir. Darwinizmin günümüzdeki en güçlü savunucularından olan Richard Dawkins’in son kitabı da, insanları Allah inancından uzak, karamsarlığa ve ümitsizliğe iten telkinler içermektedir. Bunun en önemli örneklerinden bir tanesi, Amerika’daki Jesse Kilgore adlı 22 yaşındaki öğrencinin, profesörü tarafından kendisine tavsiye edilen Dawkins’in kitabının etkisiyle intihar etmesi olmuştur. [8]

Dawkins’in, Darwinizm’in karanlık ideolojisine dayandırdığı ürkütücü bakış açısının etkisi bu örnekle sınırlı değildir. Dawkins, Unweaving the Rainbow kitabının önsözünde bu gerçeği kendisi de itiraf etmiştir:

“İlk kitabımın yayımcısı, kitabı okuduktan sonra, verdiği soğuk ve kasvetli mesajdan çok bunaldığını ve üç gece boyunca uyuyamadığını itiraf etti. Bazıları da bana sabahları uyanmaya nasıl katlanabildiğimi soruyor. Uzak bir ülkeden bir öğretmen ise bana sitem dolu bir mektup gönderdi. Mektubunda, aynı kitabı okuyan bir öğrencisinin kendisine gözyaşları içinde geldiğini ve hayatın boş ve amaçsız olduğu düşüncesinin onu olumsuz yönde etkilediğini yazıyordu. Öğretmen, diğerlerinin de aynı “hiçlik karamsarlığı”ndan etkilenmemeleri için, öğrencisine kitabı başkalarına göstermemesini tavsiye etmiş.’’[9]

Bu karanlık bela, yani Darwinizm; insanları ölüme, cinayete, karamsarlığa, hiçlik duygusuna, vahşete ve dehşete sürükleyen, insanlara tesadüfen var olmuş bir hayvandan başka bir şey olmadığı yalanını telkin eden sapkın bir dindir. Bu batıl dinin geride kalmış birkaç temsilcisi, insanları Allah inancından uzaklaştırabilmek için var güçleriyle çaba göstermeye devam etmektedirler. Bu nedenle Darwinizm’in geçersizliğinin bilimsel delillerinin okullarda okutulmasına canla başla karşı çıkmakta, yaratılışı ispat eden fosilleri saklamakta, proteinin tesadüfen meydana gelemeyeceğini, 700 milyondan fazla fosilin Darwinizm’i yerle bir ettiğini itiraf edememektedirler. Ancak tüm bu önlemlere karşın 21. yüzyılda insanlar artık yalanlara aldanmamaktadırlar. Darwinizm’in bir sahtekârlık olduğunun tüm dünyada bilimsel olarak deşifre edilmesinin ardından Darwinizm’i ayakta tutmak için gösterilen çabaların tümü boşa çıkmıştır.

__________________________________

[1] http://www.darwinthenandnow.com/2011/07/breivik-a-darwinist/?cb=09394448816310614

[2] Anders Behring Breivik, Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi, s.1386

[3] http://www.darwinthenandnow.com/2011/07/breivik-a-darwinist/?cb=09394448816310614

[4] Anders Behring Breivik, Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi, s.1386

[5] Anders Behring Breivik, Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi, s.1202

[6] Anders Behring Breivik, Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi, s.1203

[7] Kelly J. Coghlan, Houston Chronicle Sunday-15 şubat 2009

[8] http://www.worldnetdaily.com/index.php?fa=PAGE.view&pageId=81459

[9] Richard Dawkins, UnweavingTheRainbow, HoughtonMifflinCompanyNewyork, 1998, s. İx

Okullardaki Darwinist Eğitim Şiddete ve Teröre Eğilimli Nesiller Yetişmesine Neden Olmaktadır

Dünyada hiçbir şey tesadüfen olmadığı gibi, 20. ve 21. yüzyılda tüm dünyanın sürüklendiği herc-ü merc (insanlar arasında meydana gelen fitne-fesat) de tesadüf değildir. Allah bu olaylarla insanlara önemli bir örnek göstermiştir ve hala bunu görmelerini istemektedir. Tüm insanlığın anlaması gereken şudur: Eğer insanlar sevgi, kardeşlik, dostluk ve fedakarlık için yaratıldıklarını unuturlarsa, birlik olup güçlenmek yerine bölünüp çekişmeyi tercih ederlerse, batıl ideoloji ve akımlara kapılır “ilerlemek için öldürmenin ve savaşın gerekli olduğuna” inanırlarsa, bekledikleri çatışma kendi başlarına gelir. Ve çok önemli bir gerçekle yüzleşirler: Çatışma ilerleme değil, sadece yıkım getirir.

Darwinizm ve Bu Felsefeden Doğan Komünizm Çatışma ve Savaşı Esas Alır

İlk olarak eski Yunan’da başlayan ve “tartışmacılık” anlamına gelen diyalektik, Herakleitos (576-480) tarafından şöyle tanımlanmıştı: “Her şey karşıtların kavgasından doğar.” Herakleitos’a göre savaş bütün herşeyin babasıdır. Dolayısıyla diyalektiğin gerektirdiği tez, antitez ile çatışırken onunla savaşmalıdır. Bir tezin savunucuları diğer tezin savunucuları tarafından yenilecekse bu ancak savaş ve kavga yoluyla olmalı ve karşı tezin savunucuları mutlaka yok edilmelidir. Meydana gelen sentez bir süre sonra yeni bir tez halini almalı ve aynı kavga ve savaş aynı hızıyla devam etmelidir.

Hegel ve ardından Marks, buna doğrudan savaş adını vermeseler de “çatışma” demişlerdir. Komünist kanlı liderlerin bunu savaş ve katliam olarak algılamaları uzun sürmemiştir. Onlar daima savaşın gerekliliğine inanmışlar ve bunu Marksizm’in en temel şartı olarak görmüşlerdir. Günümüzün yeşil komünistleri şu anda bu savaş kavramını reddetseler de, komünizmin gereği mutlaka hain pusular, gerilla savaşları, kadın-çocuk-yaşlı demeden kitle katliamları yapılmasıdır. Şu an Suriye’de gerçekleştirilen katliamlar, komünist PKK’nın Güneydoğu’da yaptığı eylemler bunun örneklerindendir.

Terör örgütlerinin temel dayanaklarının başında komünist ideoloji gelir

Türkiye de dahil olmak üzere terörden yakınan ülkelerin karşısında çoğu zaman komünist ideoloji bulunmaktadır. Komünizm o kadar canlıdır ki, adı resmen konulmasa da Kuzey Amerika’nın bir bölümüne, Kuzey Avrupa’ya, Ortadoğu’nun neredeyse tamamına hakimdir. Zaten resmi olarak komünist idare altında olan Güney Amerika ülkelerini, Çin, Kuzey Kore gibi kızıl ülkeleri saymaya bile gerek yoktur. Bu komünist Marksist hakimiyet nedeniyle neredeyse bütün dünyada terör vardır. Bu apaçık ortada olan Marksist tehdide gözlerini kapatanlar da hala uzun tartışma programlarında teröre çözüm aramaktadırlar. Fakat aynı anda kendi ülkelerinin okullarında kendi çocuklarına diyalektik eğitimi vermektedirler. Kendi çocukları, devletin okullarında iki karşıt fikrin mutlaka ve mutlaka çatışması gerektiği yalanını, tarihin bu çatışmalardan ibaret olduğunu ve sözde bu çatışma sonucunda toplumlarda ilerleme ve refah olacağını öğrenirler. Dağda teröristler de okullarda çocuklarımız da bu eğitimi alırlar. Komünist bir ülkede de kapitalist ülkelerde de bu eğitimi verirler. İşte bu yöntemle savaşı şart koşan Marksist zihniyet, sinsi ama müthiş emin adımlarla, dünyadaki hemen her ülkede ilerlemeye devam eder.

Burada şunu hatırlatmak gerekir: Kapitalizm, Marksizm’e vurulmuş bir darbe değildir. Tam tersine kapitalizm, Marx’a göre, toplumların komünizme geçişi için önemli bir şarttır. Komünizm pusuda beklemekte, kapitalizmin etkisiyle bencilleşmiş, tüm ahlaki, dini ve insani değerlerinden uzaklaşmış, sadece kendi menfaatini düşünen bir kısım kişilerin ve toplumların üzerine çökmeyi beklemektedir. Son ekonomik kriz, komünizme adeta bir ilaç gibi gelmiştir. Marksist ve komünistler için ortam hazırdır. Bunu görmek isteyenler, dünyadaki olağanüstü karışıklıklara yakından bakabilirler.

Mücadelenin Gereği Savaş Değildir

Zıtlar daima var olmuştur. İyi ve kötüler arasındaki çelişki ve mücadele, dünya tarihinin başından beri vardır. Fakat bu mücadelenin tanımının iyi yapılması gerekir. Mücadelenin gereği hiçbir zaman savaş değildir. Zıtların mücadelesi; karşılıklı konuşma, ilmi delilleri sunma, sevgi ve saygıya dayanmalıdır. Hiç kimse zorla bir fikre alıştırılamaz ya da alışmıyor diye katledilemez. Hiçbir savaş şimdiye kadar toplumlara ilerleme getirmemiştir. 20. yüzyılın kanlı savaşları ve nihayet günümüzün sona ermek bilmeyen çatışmaları, silah üzerinden para kazanan kirli sektörü beslemekte, fakat halkı, medeniyeti, teknolojiyi, şehirleri, ekonomiyi mahvetmektedir.

Korku içinde yaşayan bir halk ile ileriye gidilmez. Gitgide yoksullaşan, az beslenebilen, eğitim alamayan, çalışıp üretemeyen halk ile ileriye gidilmez. Şehirler ve altyapılar füzelerle yıkılarak daha teknolojik hale gelmezler. Genç neslin ölmesiyle toplum ilerlemez. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları nesiller süren bir felaketten başka bir şey değildir. Marksizm’in sunduğu kanlı diyalektik, toplumlara o hayali ilerlemeyi hiçbir zaman getirmemiştir ve getirmeyecektir. Eğer buna izin verirsek, dünyayı daha büyük felaketler saracak, her yer kan gölüne dönecektir.

Darwinizm, dünyada yaşanan birçok çatışmanın felsefi dayanak noktasıdır. Evrim teorisi, canlı türlerinin, tek bir canlı hücreden (ki Darwinistler bu canlı hücrenin nasıl oluştuğunu da bilimsel olarak açıklayamamaktadır), sözde tesadüfler sonucunda sürekli değişim geçirerek meydana geldiğini iddia eder. Bu hayali değişim ve ilerleme sürecinin ana unsurlarından biri ise çatışmadır. Canlıların ancak çatışma ile gelişebileceklerini savunan bu acımasız ideolojinin temeli, güçlü olanların güçsüz olanları yok etmesine dayanır. Darwinizm aldatmacasının sözde bilimsel bir teori gibi lanse edilip, dünya çapında okul müfredatlarına dahil edilmesi ise, büyük bir kitle aldatmacasını beraberinde getirmiş ve sapkın Darwinist fikirler toplumlara yayılmıştır. Bu durum, milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine sebep olan belalarla neticelenmiştir.

Kanlı İdeolojilere Karşı Kökten Çözüm Okullarda Verilen Tek Yönlü Darwinist Eğitimin Kaldırılmasıdır

Karşıt fikirler; ancak ve ancak sevgiyle, şefkatle, saygıyla, hür düşüncenin öneminin vurgulanmasıyla ve ilmi delillerle konuşulduğunda bir sonuç elde edilebilir. Zorbalıkla değil. Şimdi bütün herkesin, dünyayı saran bu felaketlerin sebebini anlaması zamanıdır. Savaşın mantığını toplumlara Marksizm aşılamıştır. Gizliden gizliye Marksist topluluklar bunun altyapısını hazırlamışlardır. Buna dur demenin en önemli yolu, savaşı sözde meşru kılan bu kanlı diyalektik mantığının bilimsel olarak bir sahtekarlık olduğunu göstermektir.

Tarihin kanlı diyalektiği gibi sapkın bir fikre zemin hazırlayan doğanın diyalektiği fikrinin mantıksızlık olduğu anlatılmalı, doğada avlanan canlılar olduğu gibi birbirleriyle fedakarlıkta yarışan canlılar olduğunun da gösterilmesi gerekmektedir. Bu önemli gerçeği göstermek için asıl yapılması gereken ise, tüm dünyada, çocuklarımıza okullarda bu kanlı diyalektik fikrini veren eğitim sisteminin acilen değiştirilmesidir. Dünya ne bizim için ne de diğer canlılar için savaş alanı değildir. Dünya, tüm hak dinlerde Allah’ın bildirdiği gibi ancak sevgi ile güzelleşir. Allah bizden sevgiyi ister. Allah bizden bir, bütün ve kardeş olmayı ister. Allah sevmeyi ve sevilmeyi sever. Biz ancak Allah’ın isteğine uygun davranır ve “seversek” bu dünya değişir.

1. Fosiller Evrimi Yalanlıyor
2. Tarihi Bir Yalan: Evrim Teorisi

3. Evrim Yoktur
4. Darwinizm Büyük Bir Safsatadır

Bediüzzaman, Darwinizm ve Materyalizmle İlmi Mücadelenin Önemine Dikkat Çekmiştir

Hayatı boyunca dinsizliğe karşı ilmi bir mücadele yürütmüş olan büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde dinsizliğin Darwinizm ve materyalizmden kuvvet bulduğunu söylemiştir. Bu nedenle de bu ideolojilerle yapılacak ilmi mücadelenin önemine dikkat çekmiştir.

Bediüzzaman, bir sözünde inkarcıların kendisine ve çevresindekilere karşı kurdukları tuzaklarda materyalizmin etkisini şöyle açıklamıştır:

“Ve salisen (üçüncü olarak): Maddiyyun (materyalizm) felsefesinin ve medeniyetinin cazibedar (çekici) sefahat ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmek (bozmak) ile mabeynlerinde tesanüdü (aralarındaki dayanışmayı) kırmak ve üstadların ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin (bilimin), felsefenin baz düsturlaryla nazarlarndan sukut ettirmektir (susturmak) ki...” (Şualar, s. 300)

Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, inkarcılar Üstadımızın mücadelesini etkisiz hale getirebilmek için, materyalist kültürün neticesi olan geçici ve dünyevi tutkularla iman edenleri aldatmaya çalışmışlar, yine materyalist kültürün telkinleriyle iman edenlerin birlik ve beraberliğini bozmaya kalkışmışlar, Bediüzzaman’a çeşitli iftiralar atmışlardır. Ancak bu planlarında başarılı olamamışlardır.

Bediüzzaman açıklamalarında, özellikle ahir zamanda Darwinizm ve materyalizmin güçleneceğini, inkarcılığın bu güçten destek alarak yayılacağını, ancak Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın fikri mücadeleleriyle bu fitnelerin son bulacağını belirtmiştir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın birinci görevinin de, Darwinizm ve materyalizmi fikren etkisiz hale getirmek olduğunu söylemiştir. Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi (a.s.) bu görevini tam olarak yerine getirecek, Darwinizm’i ve materyalizmi fikren ortadan kaldırarak, insanların imanlarının kurtulmasına vesile olacaktır:

“Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle (etkisiyle) ve maddiyun ve tabiiyyun taunu (Darwinizm ve materyalizm hastalığı), beşer içine intişar etmesiyle (insanlar arasında yayılmasıyla), her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini (materyalizmi) tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.” (Emirdağ Lahikası, s. 259)

Bediüzzaman, Darwinizm’in ve materyalizmin deccaliyetin dayanak noktası olduğunu, Hz. İsa (a.s.)’ın bu fitneye karşı büyük bir mücadele vereceğini ve etkisiz hale getireceğini ise şöyle anlatmaktadır:

“Ahir zamanda felsefe-i tabiiyenin (Darwinizm felsefesinin) verdiği cereyan-ı küfriye (inançsızlık hareketi) ve inkâr-ı uluhiyete (Allah’ı inkara) karşı İsevilik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip (hurafelerden ve batıl inanışlardan arınıp temizlenip) İslamiyete inkılab edeceği (yöneleceği) bir sırada, nasıl ki İsevilik şahs-ı manevisi, vahy-i semavi kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevisini yok eder; öyle de Hazret-i İsa Aleyhisselam, İsevilik şahs-ı manevisini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevisini temsil eden Deccal’ı yok eder...” (Mektubat, s. 6)

“Şahs-ı İsa Aleyhisselamın kılınciyle maktul olan şahs-ı Deccal’in, teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk (materyalizm) ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı manevisini öldürecek ve inkar-ı uluhiyet (Allah’ı inkar) olan fikr-i küfrisini (inkarcılık hareketini) mahvedecek...” (Şualar, s. 493)

Görüldüğü gibi Bediüzzaman Said Nursi, inkarcılığın ve din ahlakından uzaklaşmanın temelinde Darwinizm ve materyalizm olduğunu söylemektedir. Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.) önderliğinde Müslümanların bu iki sapkın ideolojiye karşı büyük bir fikri mücadele yürüteceklerini belirtmektedir. Allah’ın izniyle, Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın liderliğinde bu ideolojiler fikren ortadan kaldırılacak ve İslam ahlakı yeryüzüne hakim olacaktır.

“Teröre karşı alınacak en kalıcı önlem sevgi ve dostluğu sürekli gündemde tutmaktır.
Hanif İslam dininin sevgi, barış ve kardeşlik anlayışı ile terör çözülür.
Şiddete, nefrete karşı sevgiyle kardeşlikle karşılık vermek gerekir.
“Teröre karşı sonuna kadar barışçı olacağız” demek terörü bitirir.”
Adnan Oktar

Dipnotlar

25 Charles Darwin, The Descent of Man, 2nd edition, New York, A L. Burt Co., 1874, p. 178

26 Lalita Prasad Vidyarthi, Racism, Science and Pseudo-Science, Unesco, France, Vendôme, 1983. p. 54

27 Theodore D. Hall, “The Scientific Background of the Nazi "Race Purification” Program”, http://www.trufax.org/avoid/nazi.html

28 James Joll, Europe Since 1870: An International History, Penguin Books, Middlesex, 1990, p. 164

29 M.F. Ashley-Montagu, Man in Process, New York: World. Pub. Co. 1961, pp. 76, 77 cited in Bolton Davidheiser, W E Lammers (ed) Scientific Studies in Special Creationism, 1971, p. 338-339

30 L.H. Gann, "Adolf Hitler, The Complete Totalitarian”, The Intercollegiate Review, Fall 1985, p. 24; cited in Henry M. Morris, The Long war Against God, Baker Book House, 1989, p. 78

31 J. Tenenbaum., Race and Reich, Twayne Pub., New York, p. 211, 1956; cited by Jerry Bergman, “Darwinism and the Nazi Race Holocaust”, http://www.trueorigin. org/ holocaust.htm

32 Peter Chrisp, The Rise Of Fascism, Witness History Series, p. 6

33 Hickman, R., Biocreation, Science Press, Worthington, OH, pp. 51–52, 1983; Jerry Bergman, “Darwinism and the Nazi Race Holocaust”, Creation Ex Nihilo Technical Journal 13 (2): 101–111, 1999

34 Robert M. Young, Darwinian Evolution and Human History, Historical Studies on Science and Belief, 1980

35 Alan Woods and Ted Grant, Reason in Revolt: Marxism and Modern Science, London: 1993

36 K. Mehnert, Kampf um Mao's Erbe, Deutsche Verlags-Anstalt, 1977

37 Karl Marx, Das Capital, Vol. I, 1955, p. 603

38 Vladimir Ilich Lenin, Collected Works, 4th English Edition, Progress Publishers, Moscow, 1965, Volume 11, p. 216

39 L. Poliakov, Le Mythe Aryen, Editions Complexe, Calmann-Lévy, Bruxelles, 1987, p. 343

40 Robert Clark, Darwin: Before and After, Grand Rapids International Press, Grand Rapids, MI, 1958., p. 115-116; cited by Jerry Bergman, “Darwinism and the Nazi Race Holocaust”, http://www.trueorigin.org/ holocaust.htm