Harika Bilim - 7. Bölüm

38890

- Evrendeki en yüksek ve en düşük sıcaklıklar
- Sesi nasıl görürüz?
- Kağıt kesikleri neden çok can yakar?
- Bir yağmur bulutu kaç ton su taşır?
- Hayatının amacı olan insanlar daha sağlıklı yaşıyor.


A9TV Televizyonu Adnan Oktar Harun Yahya Sohbetler Belgeseller A9 TV Yeni Frekansımız: Türksat 3A Uydusu FREKANS: 12524 Dikey Batı Sembol Oranı: 22500

HARİKA BİLİM 7. BÖLÜM

SUNUCU: Harika Bilim’e hoş geldiniz. Bu bölümde yine sizler için bilim dünyasındaki son gelişmeleri, merak uyandıran soruların cevaplarını, son günlerin en çok izlenen videolarını, uzaydaki son keşifleri ekrana getireceğiz. Dopdolu bir içerikle Harika Bilim başlıyor.

 

Hemen hemen herkes sabah evden çıkmadan hava durumuna bakar, giyimini ona göre planlar ve günlük işlerine devam eder. Peki, hiç evrendeki sıcaklığın en fazla kaç dereye yükseldiğini ya da mutlak sıfır yani mutlak soğukluk noktasında maddenin neye dönüştüğünü düşündünüz mü? Şimdi evrende biraz gezinelim ve bildiğimiz sıcaklık kavramının ne kadar değişebileceğini birlikte izleyelim. 

 

DIŞ SES: Pek çok kişi evrende bilinen en düşük sıcaklığın -273,15 derece ya da 0 Kelvin olduğunu bilir. Mutlak sıfır olarak kabul edilen bu sıcaklık, maddenin içerisindeki ısının tamamen çekilmesi ve maddenin atomlarına kadar donması anlamına gelir. Bilindiği kadarıyla şu an evrende en düşük sıcaklığın olduğu bir yer yok ancak Dünyamız’dan 5 bin ışık yılı uzaklıktaki Bumerang Nebulası -272 derece ile evrendeki en soğuk yer olarak kabul ediliyor.

 

SUNUCU: 2003 yılında MIT laboratuvarlarında -272 derece, yani mutlak sıfırdan sadece 1 derece daha sıcak bir ortam oluşturulabildi. Şimdi hazır olun. Bilinen en soğuk ısıda yani -272 derecede ve yine bilinen en sıcak ısıda hayatta kalmayı başaran bir canlı var; Tardigrat ya da diğer adı ile su ayısı. Peki, bu mikroskobik canlı nasıl bu kadar dayanıklı, nerelerde yaşar? İzleyelim.

 

DIŞ SES: Tardigrat -272 derecede hayatta kalmayı başarabilen tek omurgalı canlı. Sadece soğuya değil yüksek ısıya da dayanıklı. Peki, kaç derecelik bir ısıdan bahsediyoruz dersiniz? 50? 80? 100? Hayır hayır daha fazla... Bu mikroskobik canlı tam olarak +151 derecede hayatta kalmayı başarıyor. Tardigratlar sıra dışı koşullarda kendilerini bir tür uykuya alırlar. Anhidrobiyoz adı verilen bu kesintili metabolizma durumunda tardigratlar 10 yıl kalabilir ve uygun şartlarda tekrar hayata dönerler.
 

SUNUCU: Yanlış duymadınız bir milimetreden daha küçük olan bu mikroskobik canlı öyle bir donanıma sahip ki 10 yıl boyunca tüm yaşam fonksiyonlarını durdurup, istediği zaman tekrar canlanabiliyor. Bu yaratılışa hayran kalmamak mümkün değil. Ancak bu minik canlının olağanüstü özellikleri bununla bitmiyor. 2007 yılında astronotlar, tardigrat yumurtalarını uzaya taşıdılar ve ekstrem şartların uygulandığı ortamda teste tabi tuttular. Tartigrad yumurtaları havasız ortamda, ekstrem ısılarda, 1.690 Gray radyasyona maruz bırakıldıkları halde kuluçka dönemini hiçbir sorun olmadan geçirdiler. Dikkat edin, bu dozda radyasyona maruz kalan bir insan birkaç gün içinde hayatını kaybeder. Evet, mikro boyuttaki bir canlıda bu derece nitelikli özelliklerin olması doğadaki yaratılışın mükemmelliğini bize bir kez daha gösteriyor.

 

Evet, bu minik canlı ekstrem ısılara dayanıklı peki ya insan vücudu? Vücudumuz değil eksi ısı değerleri, birkaç derecelik değişimlerde bile şoka girebilir. Yüksek ateşin insan vücudu için ne derece tehlikeli olduğunu hepimiz biliyoruz. Peki, hiç düşündünüz mü? Yaşadığımız dünya tam da vücudumuzun uyum sağlayacağı bir ısıya sahip. Güneş, atmosfer, dünyamızı saran koruyucu tabakalar hepsi bir uyum içerisinde. Yeryüzünde başta insan olmak üzere canlılığın yaşamı için müthiş bir uyumla yaratılmışlar. Bu mükemmelliği daha iyi anlayabilmek için evrenin diğer noktalarındaki ısı değerlerine bir bakalım.

 

DIŞ SES: Güneş sistemimizdeki en soğuk gezegen -216 derece ile Uranüs. Onu -184 derece ile ayın karanlık yüzü ve -173 derece ile Merkür’ün güneş görmeyen kısımları izliyor. Peki ya Dünyamız? Nefes aldığımız oksijenin erime noktası -218 derece, -183 derecede ise oksijen kaynıyor. İşte bu durum Dünya koşullarında oksijenin gaz halinde kalmasını sağlıyor. Eğer oksijen bu erime noktasında olmasaydı, soluyacağımız bir hava olmazdı. Dolayısıyla Dünya’da canlı yaşamı var olamazdı. 

 

SUNUCU: Evrendeki aşırı soğuklar oldukça ilgi çekici, peki aşırı sıcaklar? Birazdan bunlara bakacağız ancak öncesinde Dünya’da bugüne dek ölçülen en yüksek ve en düşük hava sıcaklıkları nedir dersiniz? Dünya’da şimdiye kadar kaydedilen en yüksek sıcaklık 2005 yılında İran’da 71 derece olarak kayıtlara geçti. En düşük sıcaklık ise 1983 yılında Antartika’da -89 derece olarak ölçüldü. Peki ya insan vücudunun dayanabildiği en üst ve en alt sıcaklık değerleri nelerdir? Bir insanın yaşamaya devam edebildiği en düşük vücut sıcaklığı 13,7 derece olarak 1999 yılında kayıtlara geçti. En yüksek vücut sıcaklığı ise 1980 yılında 46,5 derece olarak tespit edildi. Elbette bunlar rekor değerler ancak farkındaysanız insan vücudunun sağlıklı kalabildiği bu ısı aralığı, dünya şartlarında kolaylıkla sağlanabiliyor. Dünya’nın sınırlarını aşıp uzaya çıktığımızda ise her şey inanılmaz farklı. Şimdi duyacağınız rakamlara hazır olun.  

 

DIŞ SES: Güneş sistemimizdeki en sıcak gezegen 462 derece ile Venüs’tür. Bir kıyas yapacak olursak Formula 1 araçlarının frenleri kimi zaman Venüs’ün yüzeyinden daha fazla ısınabiliyor. Yarış araçlarında şimdiye kadar ölçülen en yüksek fren ısısı 750 derece. Bir odun yanarken ısısı 1.027 dereceye çıkarken, volkan patlamalarındaki lavların ısısı 1.200 dereceye kadar ulaşıyor. Dünya’nın merkezine doğru ilerlediğimizde burada demirin erime noktası 2.861 dereceyken, tam çekirdekte ısı 6 bin dereceyi buluyor. Kimyasal bir bombanın oluşturduğu sıcaklık 5 bin derecelere, nükleer bir bombanın patlaması ile oluşan enerji ise 10 bin derecelere kadar ulaşabiliyor. Dünya’nın ışık ve ısı kaynağı olan Güneş’in ısısı atmosferinde 1 milyon, çekirdeğinde 15 milyon dereceye kadar ulaşıyor.

 

SUNUCU: Evrende bilinen en yüksek sıcaklık, diğer adıyla mutlak sıcaklık ekranda gördüğünüz bu sayı. Bu, 1,42’nin yanına 32 sıfır eklenmesi ile oluşuyor. Bu sıcaklığa sadece evrenin yaratıldığı andan sonraki ilk 10 üzeri 4. saniyede ulaşıldığı düşünülüyor. Evrenin varoluşu esnasında oluşan bu muazzam ısıdan Dünyamız gibi muhteşem bir gezegenin ortaya çıkması müthiş bir yaratılışın göstergesi. Dünya sahip olduğu ısı değerlerinin yanında, içerdiği gaz oranları, su, azot çevrimi gibi sistemleriyle de kusursuz bir dengeyle yaratılmış. Evrenin var oluşundaki bu harikulade düzen Yaratıcımız olan Allah’ın her yere hakim eşsiz sanatıdır.

 

Daha önce sesin nasıl göründüğünü hiç merak ettiniz mi? Evet doğru duydunuz. Birazdan izleyeceğiniz, sanat ve bilimin birleştiği muhteşem videoda, sesi duymakla kalmayacak aynı zamanda izleyeceksiniz de. Evet, ekranda gördüğünüz bu desenler sıradan bir sanat çalışmasına ait değil. Fabian Oefner, sesi görünür hale getirebilmek için bu desenleri oluşturdu. Bunun için sanatçı, bir hoparlörün yüzeyini çok ince alüminyum folyo ile kaplayıp, üzerine renkli, aynı zamanda çok hafif yüzlerce kürecik yerleştiriyor. Hoparlörden çıkan seslerin oluşturduğu titreşimlere göre bu kürecikler havalanıp yere iniyor ve işte birazdan izleyeceğimiz etkileyici desenler ortaya çıkıyor.

 

SUNUCU: Geçtiğimiz günlerde Amerikan Kalp Birliği’nin yayınladığı makalede yeni bir araştırmanın sonuçları yayınlandı. Bu araştırmaya göre hayatta bir amacı olan insanlar kalp hastalıkları ve felç riskine karşı daha dirençli oluyorlar. Önce çalışmanın detaylarına bakalım ardından hayli ses getiren bu araştırmanın sonuçları hakkında konuşmaya devam edeceğiz.

 

DIŞ SES: New York’taki iki ayrı hastanede 137 binden fazla kişi üzerinde 10’u aşkın araştırma yapıldı. Bu araştırmada insanın hayatta bir amacının olmasının kalp hastalıkları üzerindeki etkisi incelendi. Elde edilen bulgulara göre hayatında amacı olan insanların %23 oranında yaşamlarının uzun olduğu ve %19 oranında daha az kalp krizi, felç ve by-pass ameliyatı geçirdikleri tespit edildi. Hastane kardiyoglarından Dr. Randy Cohen’e göre, yaşamak için bir amaca sahip olmak ve bunu geliştirmek kalbimizi koruyor ve bizi hayatta tutuyor. Sağlığımız için kendimize neden yaşadığımızı ve bu hayattaki amacımızı sormamız gerekiyor.

 

SUNUCU: Evet, daha önceki bilimsel çalışmalarda, depresyon ve endişenin kalp hastalıklarını arttırdığı, olumlu düşünmenin ve sosyalleşmenin ise kalp hastalıklarını azalttığı tespit edilmişti. Bu yeni çalışma da ise sağlıklı olmak için hayatta bir amaç edinmenin ne denli önemli olduğunu bilimsel olarak kanıtladı.

 

DIŞ SES: İncecik bir kağıt elimizi kestiğinde neden ciddi bir acı hissederiz?  Bunun bilimsel bir temeli var mı, yoksa tamamen dikkatimizi o noktaya verdiğimiz için mi böyle hissediyoruz? Birazdan...

 

SUNUCU: Şimdi uzayda 1 dakikalık harika bir yolculuğa hazır olun. NASA’nın uydu fotoğraflarıyla elde ettiği bu hızlandırılmış gece çekiminde, yolculuk Pasifik Okyanusu’ndan başlayarak Kuzey ve Güney Amerika ülkelerine kadar devam ediyor. Ve Antartika’ya gelindiğinde artık gün doğuyor. İzliyelim.

 

SUNUCU: Kağıt kesikleri genellikle ellerimizde ve parmak uçlarımızda olur ve eminim çoğunuz bunu tecrübe etmişizdir. Acısı oldukça şiddetli hissedilir. Aslında kağıt çok sıradan bir malzeme gibi görünmesine rağmen mikroskobik düzeyde incelendiğinde bir bıçaktan çok testereye benzer. Kağıt yüzeyleri aynı zamanda oldukça kirlidir. Bu tırtıklı yüzey elimizi kestiğinde geride pek çok rahatsız edici kimyasal madde bırakır ve oldukça yüzeysel bir kesik olduğu için vücudumuzdaki pıhtılaşma işlemini başlatacak sistemleri harekete geçirmez. Bu durum hasar gören dokunun normalden daha uzun bir sürede iyileşmesine ve elimizi her hareket ettirdiğimizde bu acıyı hissetmemize neden olur. Bu noktada savunma sistemi, pıhtılaşma mekanizması ve acı dindiren hormonların etkisiyle vücudumuzun pek çok ciddi yaralanmaya karşı otomatik önlem almasının ne denli önemli olduğunu anlamak mümkün. Her üç sistem de aynı anda harekete geçerek, birbiriyle müthiş bir uyum içinde çalışıyor ve bu harika yaratılış sayesinde vücudumuz ciddi tehlikelerden korunuyor. Tekrar o can yakıcı kağıt kesiklerine geri dönersek akla şu soru geliyor. Bu tip keskin acı hissini vücudumuz nasıl algılıyor? Parmak uçlarımızdaki “nosiseptör” adlı alıcıları kullanarak. Aslında bu alıcılar sadece parmak uçlarımızda değil vücudumuzda tehlikenin hissedileceği her yerde var. Görevleri, herhangi bir sorun, yaralanma, acı hissi olduğunda bu bilgileri omuriliğe ve beyne iletmek. Şimdi hazır olun bu süper akıllı mikro alıcıların özelliklerine inanamayacaksınız.

 

DIŞ SES: Acı hissini algılayan süper akıllı nosiseptörler deri, kornea, mide-ağız yüzeyleri, kaslar, eklemler gibi bölgelere yerleşmişlerdir. Acı duyusunu belli bir eşik değeri geçtiğinde elektrik sinyaline çevirirler. Bu durum adım adım acının farkında olmamızı sağlar. Nosiseptörler 2 farklı iletim yolu kullanır. Birinci yolda, saniyede 20 metre hızla sinyal iletimi yapabilen aksonlar üzerinden, batma, yanma, kesik gibi ani ve keskin acıların iletilmesi sağlanır. İkinci yolda ise, içsel enfeksiyonlar gibi daha uzun süre devam eden acıların iletilmesi sağlanır.

 

SUNUCU: Kağıt kesiğinin ciddi anlamda acı hissi vermesi hızlı iletim yapan nosiseptörler sayesinde oluyor. Aslında hızlı iletim yapan nosiseptörler de kendi aralarında 3 ayrı gruba ayrılıyor. Isıyla, mekanik ve kimyasal yollarla harekete geçen nosiseptörlere sahibiz. Örneğin ısıya bağlı olarak harekete geçen nosiseptörler, 42 derecenin üzerindeki sıcaklığı, dikkat edilmesi gereken bir ısı olarak beyne iletir. Ancak ılık ile sıcak arasındaki farkın nasıl algılandığı ve soğuk hissinin nasıl iletildiği henüz tam olarak bilinmiyor. Peki ya mekanik nosiseptörler nasıl harekete geçiyor dersiniz? Örneğin elimize iğne battı ya da kolumuzu masaya çarptık, işte bu esnada deriye batan ve basınç oluşturan etkiler belli bir eşik değerini geçerse bu kez mekanik nosiseptörler devreye giriyor. Beyne hemen acı hissi ulaşıyor ve bu tehlikeye karşı önlem alıyoruz. Bir de kimyasal nosiseptörler var ki bunlar da acı yiyecekleri ve acıya neden olan kimyasalları fark etmemizi sağlıyor. Peki, bu sinyallere beynimiz nasıl tepki veriyor?

 

DIŞ SES: Acı duyusu eşik değere ulaştığında sinyaller beyne ulaşır ve değerlendirilir. Ardından hipotalamustan vücuttaki acı hissini azaltacak maddeler salgılanmaya başlar. Bazı rahatsızlıklar sonucunda nosiseptörlerin iletimi bozulursa bu durumda normalde çok fazla can yakmayan etkiler, hatta sadece dokunma duyusu bile acı olarak algılanabilir.

 

SUNUCU: Farkındaysanız vücudumuzdaki sistemler koruma mekanizmalarıyla birlikte yaratılmışlar. Bu işleyişte tek bir aşama ortadan kalksa vücudumuzda ciddi sorunlar olabilirdi. Elimiz, elden beyne giden sinir hücreleri, kan damarları, beyin, nosiseptörler, hipotalamus bunların tamamı sistemin olmazsa olmaz parçaları. Hepsi mükemmel, hepsi süper özelliklerle yaratılmış.

 

Vücudumuzda sadece “ağrı ve acıyı” hissedebilmemizi sağlayan bir sistemin varlığı incelikli bir yaratılışın tüm bedenimize hakim olduğunu gösteriyor. Bir düşünün sadece acı duygusunu hissedilebilmemizi sağlayan özel algılayıcıların olması hem yaşamımızı sürdürmemiz hem de tedbirler alıp kendimizi koruyabilmemiz açısından oldukça önemli.

Ve şimdi sıra geldi haftanın sevimlisi bölümüne. Birlikte izleyelim.

 

SUNUCU: Hazır olun çünkü bu duyduğunuza inanamayacaksınız. Ortalama büyüklükteki bir yağmur bulutunun 100 fil ağırlığında olduğunu biliyor musunuz? Evet, yanlış duymadınız, gökyüzünde süzülen pamuk benzeri bir kümülüs bulutu yaklaşık olarak 500 ton suya yani ortalama 100 filin ağırlığına eşit.  Peki, yüzlerce ton ağırlığındaki bulutlar gökyüzünde nasıl duruyor dersiniz?

 

DIŞ SES: Bulutlar havada toplanan gözle görülebilir su damlacıkları ya da buz kristallerinden oluşan yapılardır. Yer seviyesinden yüksekte oluşurlar. Yer seviyesinde oluştuklarında ise buna sis denir. Atmosferde yoğunlaşan milyarlarca damlacık ve 0.01 milimetre çapındaki kristaller tüm görünen dalga boylarını yansıttıkları için beyaz renktedirler. Gri ya da siyaha yakın renklerde görünmeleri ancak kalınlıklarının artmasıyla ya da güneş ışınlarını geçirmedikleri takdirde olur.

 

SUNUCU: Başımızı kaldırıp gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz standart bir kümülüs bulutunu düşünelim. 1 metre küplük bulutta sadece 0,5 gram su bulunur. Ancak unutmayın gökyüzünde süzülen ortalama büyüklükte bir kümülüs bulutu tam 1 km küp hatta daha büyük hacimde olabilir. Bulut bu kadar hacimli olunca bünyesinde tuttuğu su miktarı da 500 tona kadar çıkabiliyor. Bu devasa rakamlar ürkütücü görünüyor. Gökyüzünde asılı duran 500 ton su... Bu neredeyse 100 filin bir arada bulunması demek. Bunca ağırlığın altında güvenle yaşıyor olmamız nereden baksanız bakın bir mucize. Evet, fizik ve kimya kanunlarını Allah öyle harikulade bir işleyişle yaratmış ki hiç hissetmeden aslında bir mucizeler zinciri içerisinde yaşıyoruz.

 

Sırada makro fotoğraf tekniğiyle tüm detayları ortaya çıkan doğadaki gizli güzellikleri göreceksiniz. Ancak makro fotoğrafçılık nedir derseniz, kısaca şöyle anlatayım. Makro, Yunanca kökenli, büyük veya uzun anlamına gelen bir kelime. Makro fotoğraflama ise küçük nesneleri büyüterek resim çekmek demek. Bunun için özel tasarlanmış makro objektifler kullanılır. Örneğin bir sineğin gözlerindeki muhteşem peteksi yapı ya da bir kar tanesini oluşturan süper simetrik kristal yapılar ancak makro lensler kullanılarak görüntülenebilir. Şimdi doğada gizli bu güzellikleri birlikte izleyelim.

 

SUNUCU: Bu hafta süremizin sonuna geldik. Programı bu hafta dünyanın çeşitli bölgelerinde, farklı zamanlarda yaşanmış, muhteşem güneş tutulmaları görüntüleriyle kapatıyoruz. Unutmayın, bize soru ve fikirlerinizi Twitter’da @harika_bilim adresine yazabilirsiniz. Ayrıca Harika Bilim’in kısa videoları ve fotoğraflarına Instagram’da @harikabilim hesabını takip ederek ulaşabilirsiniz. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, hoşçakalın.

 

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER