Hemen her gün medyada, ailesini yaşatmak için yardım dilenen, ekmek bulamadığı için açlıktan ölen, oturacak ev bulamadığı için çadırlarda yaşayan, haksızlığa uğrayan insanların haberlerini görürüz. İntihar eden, birbirlerini öldüren, saldırıya uğrayan, sakatlayan, kavga eden insanlarla ilgili haberlere rastlarız. Bu yıllardır değişmeden devam eden bir durumdur. Bu konuda çeşitli çareler düşünülür, yardım kuruluşları devreye girer, aşevleri açılır ve benzeri tedbirler alınır. Ancak bütün uğraşılara rağmen bu haberler azalmamakta aksine artarak devam etmektedir.
Hatta günümüzde durum öyle bir hal almıştır ki çıkarlar söz konusu olmadıkça çoğu zaman kimse kimseye yardım bile etmez. Bazı insanlar yüzlerce kişinin doyabileceği yemekleri çöpe atmakta sakınca görmezken bazı insanlar da hemen bu yerlerin yanı başındaki bir sokakta aç yaşamakta hatta açlıktan ölmektedir. Bu gibi insanlar sahtekarca yöntemlere başvurarak birbirlerinin malını haksız yere yemekten, başkalarının haklarını sömürerek para kazanmaktan çekinmemekte, etraflarında gördükleri adaletsizliklere, yanlışlara karşı mücadele etmemekte ve haksızlıklara karşı seslerini çıkartamamaktadırlar. Dolayısıyla böyle bir ortamda zalim ve merhametsiz olanlar, zayıf ve güçsüz olanları istedikleri gibi ezmektedirler.
Merhametin gerçek anlamını ve merhametli bir insanın vasıflarını en doğru şekilde öğrenebileceğimiz kaynak, Kuran’dır. Kuran’da insanları merhamete yönelten, bu konuda teşvik eden pek çok ayet vardır.
İslam ahlakının hakim olduğu bir toplumda gerek maddi gerekse manevi açıdan büyük bir huzur ve rahatlık yaşanır. Böyle bir toplumda insanlar ihtiyaç duydukları anda çevrelerindeki kişilerden mutlaka yardım görürler. Çocuklar sevgi ve merhametin hakim olduğu ortamlarda yetişirler. Zayıf olanlar kuvvetliler tarafından korunur kollanırlar. Hiç kimse başkasının hakkına tecavüz etmez. Herkesin birbirini koruyup-kolladığı, birbirini rahat ettirmeye çalıştığı bir toplumda elbette ki korunup gözetilmesi gereken hiç kimse kalmayacaktır.
Kuran ahlakının tam olarak yaşandığı bir toplumda adaletsizlik, kargaşa, baskı, zulüm hiçbir şekilde görülmez. Böyle bir ortamda her zaman şefkat, merhamet, huzur, adalet hakimdir.
Merhamet, Allah sevgisi ve Allah korkusu ile oluşan bir histir. Allah’ı çok seven bir insan Allah’ın yarattıklarını da çok sever, onlara büyük bir şefkat ve merhamet duyar. Rabbimiz’e karşı duyduğu güçlü sevgi ve bağlılıktan dolayı, Kuran’da emredildiği doğrultuda insanlara karşı güzel ahlaklı davranır, Allah’ın merhamet konusunda emrettiklerini yerine getirir.
Merhamet duygularıyla dolu olan bir insan baktığı her şeyde bir güzellik, bir hayır görür. Fakirleri kollar, zayıf düşmüş olanı korur, ihtiyacı olana yardım eder. Allah sevgisi ve Allah korkusundan kaynaklanan merhametin yaşanmadığı bir toplumda ise zengin fakiri kollamaz, haksızlığa uğrayanın hakkı savunulmaz, açıkta kalan insan barındırılmaz.
Dinsizliğin getirdiği kargaşa ve zulüm ortamından kurtulmanın tek yolu, Allah’ın Kuran’da öğrettiği ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in tavsiye ettiği merhamet anlayışını tam anlamıyla yaşamaktır. Kuran’da bu ahlakın önemi şöyle bildirilmiştir:
“Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır.” (Beled Suresi, 17-18)
Bazı toplumlar içerisinde zalimlik ve merhametsizliğe karşı kesin bir çözüme ulaşılamamasının altında yatan sebepler bencillik, kişisel çıkarlar ve hırslar, umursamazlık gibi ahlaki bozukluklardır. Ve bu bozuklukların ortadan kalkmasının tek yolu da, insanlara Kuran’ın sunduğu ahlak modelini anlatmak, vicdansızlığın ahirette hesabının verileceğini hatırlatmaktır.
Toplumda bir davranışın yaygınlaşması için önce o toplumun fertlerinin bu davranışı ve temelindeki anlayışı kavrayıp benimsemesi gerekmektedir. Din ahlakından uzak yaşayan insanların iyi ve güzel olana yönelmeleri ise son derece kolaydır. Merhamete yönelmek, insanın kendi içinde alacağı tek bir karar ve tek bir niyet değişikliğine bağlıdır.
Bu niyet değişikliğinin ardından kişi hem dünyada hem de ahirette güzel bir hayat yaşayacak ve Kuran ahlakını yaşamanın mükafatını Allah Katında alacaktır. Ayrıca Yüce Allah, Kuran ahlakını yaşamaya karar verip zulmü terk eden kimsenin günahlarını da bağışlayacağını bildirmiştir:
“Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Maide Suresi, 39)
Kuran’da bildirilen güzelliklerin yaşanması için gereken tek şey, insanların önce kendilerinden başlayarak Kuran ahlakını yaşamaya niyet etmeleri, daha sonra da insanlar arasında aynı ahlakı yaymak için gayret göstermeleridir. Kuran’da bildirilen ahlak yaşandığı zaman, toplum içinde hiçbir ayrım gözetmeden, herkes adaletli, merhametli, hoşgörülü, sevgi dolu, saygılı, affedici, dürüst olacak, Allah’ın izniyle yeryüzünde huzur ve barış hakim olacaktır. Rabbimiz bu konuyla ilgili olarak, müminlerin sahip olması gereken üstün ahlakı bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran Suresi, 104)
Gerçek adaletin sağlandığı toplumlarda sahtekarlık, çıkar gözetme, birbirinin hakkına tecavüz etme gibi ahlak bozukluklarına insanlar tenezzül etmezler. Çünkü Kuran ahlakının temel özelliklerinden olan yardımlaşma, merhamet gibi vicdanlı tavırların sonunda kesin olarak adaletli bir ortam oluşur ve herkesin çıkarı, herkesin hakkı korunmuş olur. Bütün bunların neticesinde de toplumun tamamına huzur ve güven hakim olur. O halde tüm Müslümanların yapması gereken, Allah’ın hoşnut olacağı ahlakı insanlara anlatmak, hak dini tüm dünyaya tebliğ etmektir. Çünkü bu, inananların Kuran’da dikkat çekilen en önemli özelliklerinden biridir. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.” (Al-i İmran Suresi, 110)
Olaylara vicdanlarını ve akıllarını kullanarak sahip çıkan insanlar çok hızlı bir şekilde eksikleri ve ihtiyaçları tespit ederek, çözüm için yöntemler üretebilirler. İnsanlar genellikle eksiklikleri göremezler veya görmezlikten gelirler. Vicdanlarını rahatsız etse bile ne yapacaklarını bilemez veya harekete geçmeye üşenirler. Çünkü hayatlarının büyük bir bölümünü bu konuya ayırmak zorunda kalacaklarını düşünür ve rahatlarını kaçırmak istemezler. Ancak akıl ve vicdan sahibi kimselerin bu insanlara yol göstermeleri, kararsız ve ne yapacağını bilemeyen insanları güçleri ve imkanları doğrultusunda yönlendirmeleri ve şevklendirmeleri sonucunda birçok sorun büyük bir hızla çözüme ulaşabilir.
Teşvik etmek ve insanları harekete geçirerek hayır işlerinde aracı olmak, Kuran’da makbul olarak gösterilen bir özelliktir:
“Kim, güzel bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır; kim kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan da kendisine bir pay vardır. Allah herşeyin üzerinde koruyucudur.” (Nisa Suresi, 85)