İran son dönemde birçok demokratik adımı atacağını taahhüt etti. Böylesine reformist bir yaklaşım neredeyse 30 yıldır dile dahi getirilmemişti. Elbette nükleer geliştirme programları yüzünden yıllardır uygulanan uluslararası ekonomik ambargo, tecrit ve İran’a yönelik askeri bir müdahale ihtimali de Tahran’ın bu atağında önemli bir etken.
İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Ruhani’nin BM konuşmasında kullandığı dil bu değişimin sinyallerini taşıyordu. “Barışa evet, savaşa hayır” diyerek başladığı, her türlü aşırılık ve şiddete karşı olduklarını vurguladığı, Yahudi soykırımını kabul ettiği ve kapanışı Tevrat, İncil ve Kuran’dan ortak değerlerle bitirdiği konuşması çok anlamlıydı. New York’tayken Obama ile yaptığı telefon görüşmesi de uluslararası kamuoyu tarafından sempati ile karşılanmış, İran’ın dünyayla yeniden barışık duruma geleceği umudunu daha da arttırmıştı. Ruhani’nin Iran’ın hiçbir koşulda “kitle imha silahına sahip olmayı amaçlamadığını” vurgulaması da dünya kamuoyunu yumuşatan sebeplerden birisiydi.
Nitekim Tahran yönetimi, başını en çok ağrıtan nükleer programlarının şeffaflığı konusunda P5+1 komisyonu ile Cenevre’de yapılan üçüncü tur müzakerelerde uluslararası kamuoyunu rahatlatır bir şekilde anlaşmaya yanaştı. Uluslararası toplum ve İran, Tahran’ın nükleer programı nedeniyle yaklaşık 20 yıldır süren anlaşmazlıkta 24 Kasım’da tarihi bir adım attılar. Ve kapsamlı bir anlaşma öncesi, aralarında altı aylık geçici bir mutabakat sağladılar.
Tahran Rejimi Gerçekten Demokratik Adımlar Atıyor mu?
Ruhani’nin uluslararası arenada verdiği “değişim” mesajlarına, ekonomide iyileşmeye doğru atılan adımların tersine İran, insan hakları konusunda gerçekleştirilen“geçici reformlar” ın ötesine gidemedi: Ruhani “insan hakları konusunda iyileştirme ve tüm vicdan mahkumlarını serbest bırakma” sözüne yönelik olarak, 11 siyasi mahkumu da kapsayan bir af getirdi. İran dini lideri Hamaney de, aralarında 2009 seçimlerinden sonraki gösterilerde tutuklananların da bulunduğu 80 kişinin bu aftan yararlanmasını onayladı.
Ancak diğer taraftan Bahar isimli bir gazetenin kapatılması, fikir özgürlüğüne vurulan yeni bir darbe olarak karşımıza çıktı Hatta bazı kaynaklara göre Ruhani’nin başa gelmesiyle birlikte uygulanan idam cezalarında artış oldu. Son 18 ay içinde İran’da 800’den fazla mahkum idam edildi ki bunların 209’unun infazı Ruhani döneminde gerçekleştirildi. BM özel raportörü Ahmet Shaheed 600 kadar gazetecinin “devlet karşıtı” çete mensubu olarak tanımlandığını ve bayanların hala ayrımcılığa maruz kaldığını, Haziran seçimlerinde Ruhani’ye karşı olan kayıtlı 30 bayan adayın diskalifiye edildiğini, 500 insan hakları savunucusunun tutuklu olduğunu yazdı. Bu rapor yüzden Shaheed’in İran’a girişi yasaklandı.
İran’ın Samimiyeti Sevgi Politikalarıyla Anlaşılır
İran’daki değişim rüzgarı olumlu görünmekle birlikte asıl temel sorun bağnazlık ve bunun doğal sonucu olarak yansıyan yoğun sevgisizliktir. İran bu nefret politikasını bırakmalı, her şeyden önce “dünya sevgi merkezi” olmayı hedeflemelidir.
Evet Ruhani döneminde kadın erkek eşitliği yönünde de adımlar atılmış, 3 kadın devlet içinde önemli kademelere atanmıştır. Kadın sporcuların dünya şampiyonlarına katılmasına da izin verilmiştir. Ancak diğer taraftan, İran asıllı Fransız gazeteci Delphine Minoui’nin de “Les Pintades a Teheran- Croniques de la vie des İraniennes” adlı kitabında anlattığı gibi İran’da kadınlar üzerinde müthiş bir baskı devam etmektedir. İran’da insanların yasaklarla köşe kapmaca oynandığı ve bu ortamın ülkede nasıl müthiş bir samimiyetsizliğe yol açtığı bilinmektedir.
“Ayetullah Begs Differ”(Ayetullah Farklı Düşünüyor) kitabının yazarı Iran asıllı Amerikalı gazeteci Hooman Majd, Iran’daki sosyal hayatın renksizliğini şöyle dile getiriyor: “İlginç olan herşey kapalı kapılar ardında gerçekleşiyor. İnsanları restaurantlarda, ya da alışverişte görebilirsiniz ama neşeli İranlıları günlük işlerini yaparken göremezsiniz. İnsanlar ciddi görünüyorlar ama kapalı kapılar ardına geçer geçmez ve kendileri olabileceklerini hissettikleri anda, tamamen farklı bir İranlı görürsünüz ve bence bu günümüzün sosyal kısıtlamalarından kaynaklanıyor. İnsanlar kendilerini bu şekilde eğlendiriyorlar.”
Şimdi Ruhani’nin yapması gereken işte bu sosyal kısıtlamalara neden olan bağnaz ve baskıcı zihniyeti kökünden kazıyarak bu zihniyeti İran’dan uzaklaştırmak olmalıdır. İran, barındırdığı bu baskıcı ve içine kapalı sistemin -gerçeği yansıtmadığı halde- Batı tarafından İslam’ın kendisiymiş gibi algılanmasına neden olmaktadır.
Kuran’da tarif edildiği gibi alabildiğince fikir özgürlüğünün yaşandığı, kişinin dini inançlarını istediği gibi uygulayabildiği, din değiştirenlerin tutuklanmadığı, bütün inançlara ait bireylerin ayırım yapılmaksızın kucaklandığı, kadınların değer verildiği, gençlerin ultra modern bir şekilde yaşayabildiği bir ülke olmalıdır İran…
İran’ın Şehirleri Rengarenk ve Cıvıl Cıvıl Olmalı
Bağnazlık ve Varşova Paktı günlerinden kalma sevgisizlik İran’da günlük yaşama da yansımış durumda. Son 60 yılın ruhsuzluğu, 6.000 yıllık kadim bir tarihe sahip olan İran’ı gri ve puslu bir hale sokuyor. İran şehirleri kalitesiyle, coşkusuyla, sanatıyla, modern yaşamıyla dünyanın cazibe ve çekim alanı olmalı, kadınlar toplumun her alanında sahip oldukları ince akıl ve üstün meziyetleriyle baş tacı edilmelidir. İran bunu yaparsa, işte o zaman barış, dostluk, kardeşlik mesajları sözde kalmamış olur. Ve İran bunu yaparsa, Ortadoğu’da uzun yıllardır özlemle beklenen barışın inşasına en büyük desteği vermiş olur. İran’ın seçimini neyden yana yapacağını hep birlikte izleyip göreceğiz. Temennimiz odur ki, yalnız, sevgisiz ve dostsuz İran artık tarihe karışsın.
Adnan Oktar'ın The Jakarta Post'ta yayınlanan makalesi
http://www.thejakartapost.com/news/2013/12/09/a-path-a-new-iran-hopefully.html