80 milyon nüfusa sahip İran, 1979 yılında gerçekleşen İran Devrimi’nin ardından ABD ve AB tarafından empoze edilen ciddi ekonomik yaptırımlardan dolayı sıkıntı içindeydi. Başkan Obama’nın iktidara gelişiyle daha ılımlı hale gelen ABD’nin Ortadoğu politikasının yansımaları 2008’deki global ekonomik resesyondan sonra İran’da da hissedildi. Önceki iktidarın izlediği politika dikkate alındığında, bu aslında ABD tarafından pek de beklenen bir hamle değildi. 17 Temmuz 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşma ise hem ABD-İran ilişkileri açısından dönüm noktasıydı, hem de yıllardır sistemin dışına itilmiş bir ülke olan İran’ın yaptırımlardan kurtulması açısından bir umut teşkil ediyordu.
Açıkçası, yaptırımların gölgesi altında sürdürülen bir hayat İran halkı için oldukça sıradan sayılır. Öyle ki, genç nesillerin yaptırımların olmadığı bir hayatı tecrübe etmeye hiç fırsatları olmadı. Bu yüzden İran dışında yaşayan gazeteciler ambargonun halk üzerindeki etkilerini tam olarak tarif edemezler. Bazı Batılı ekonomistler ve analistler yaptırımların politik, ekonomik veya ticari sonuçlarına yönelik değerlendirmelerde bulunsalar da, psikolojik etkilerini açıklayamamakta, İran halkının gerçekte neler hissettiğini sırf istatistikleri inceleyerek anlayamamaktadırlar. Diğer taraftan 400 yıldan fazla bir süredir İran ile barış içinde yaşayan Türkiye, yaptırımların safında yer almamış, İran’la ekonomik ve kültürel ilişkilerini hiçbir zaman kesmemiştir. Kısa süre sonra yaptırımların ortadan kalkmasıyla İran halkını yeni bir dönem beklemektedir.
On yıllardır global sistemden uzak kalan İran’ın ekonomisini bir gecede yenilemesi elbette mümkün olmayacaktır. Ülke ekonomisi yaptırımlarla birlikte yüksek enflasyon ve işsizlik oranları yüzünden halihazırda ciddi hasar almış durumdadır. Gençler arasındaki işsizlik oranı % 25’lerde seyrederken, kadınlar arasında bu oran % 40’lardadır. Ancak bir gerçek de var ki, işsizlik problemini çözmek İran için aslında hiç de zor değil. Zira geniş nüfusa sahip ülkenin % 64’ü 35 yaşının altına iken, okur yazar oranı da % 87 olarak karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte 2012-2013 döneminde üniversiteye kayıtlı olan ve % 60’ını bayanların oluşturduğu 4.4 milyon öğrencisi var.
İranlılar ülkelerinin ekonomik olarak gelişeceği konusunda umutlular. Banka ve bazı finans kurumlarının global sistem ile uyumlu hale gelmesini ve artık ihracat yapabilecekleri için petrol ve doğal gaz üretiminin artışını bekliyorlar. Dünyanın dördüncü büyük petrol ve ikinci büyük doğal gaz rezervlerine sahip ülkesi olması itibariyle, İran için enerji sektörü son derece önemli. Ekonomistler de geçerli tek kaynak sayılmasa da, enerjinin İran için önemli bir ekonomik potansiyel olduğunu düşünüyorlar.
İran hizmet, sanayi ve tarım sektörlerinde de çok çeşitli kaynaklara sahip bir ülke. Yaptırımlardan önce, 2011 yılında dünyanın 13ncü en büyük otomotiv üreticisi idi. Diğer taraftan İran’ın önemli bir ticari ortağı olan Türkiye, petrol ihtiyacının çoğunu İran’dan daha pahalıya satın aldığı için, ülkenin enerji sektöründe oldukça önemli bir rol oynamaktadır.
Bu geçiş döneminde İran’ın atacağı ilk adım Türkiye gibi komşu ülkelerle ekonomik ilişkilerini iyileştirmek olmalıdır. İran halkının yüzde 20’sinin Türkçe konuşabiliyor olması ticari ilişkileri geliştirmek açısından çok önemlidir. Bununla birlikte iki ülke de jeopolitik konumları sebebiyle diğer pazarlara ulaşabilmek için birbirlerine bağımlıdır. Örneğin Suriye’deki çatışmalar yüzünden Türkiye’nin Körfez ülkelerine ulaşabilmek için kullanacağı tek yol İran sınırıdır. İran da petrolünü Avrupa’ya taşıyabilmek için TANAP boru hattı avantajını kullanabilecektir. Halihazırda İran, Ukrayna krizinden dolayı Rusya ile anlaşmazlık içindedir. Bu nedenle petrol konusunda yeni ticaret kaynakları edinme peşindedir. Diğer taraftan, dünyanın güç sahibi ülkelerinin yeni ortaya çıkan bu pazardaki en büyük payı kapmak için büyük çaba harcadıkları unutulmamalıdır. Nitekim bu ülkeler daha önce de Türkiye ve Brezilya arasında imzalanacak nükleer anlaşma için yapılması gereken görüşmeleri engellemeye çalışmışlardır.
Bu entegrasyon sürecinde İran yabancı yatırımcıları kendine çekmeye çalışmalıdır. Ancak 150 milyar dolarlık dondurulmuş varlığının kontrolünü eninde sonunda geri kazanacak olan İran ekonomisinin iyileşmesi için bu tek başına yeterli olmayacaktır. İran, yabancı yatırımcıların projelerde hiç tereddüt etmeden yer alabilmeleri için güvenilir ve elverişli bir ortam yaratmak zorundadır.
Buna ek olarak, İran, ekonomisine ivme kazandırmak ve riskleri azaltmak için radikal bazı reformlara da imza atmalıdır. 2000’lerin başlarında uzun bir reform ve özelleştirme süreci geçiren Türkiye aslında İran için iyi bir örnek teşkil etmektedir. Örneğin Türkiye 2001 yılında Merkez Bankası’na fonksiyonel bağımsızlık vermiş, ülkeye yabancı yatırımcı çekebilmek için bankanın mali gücünü artırmasını ve fiyat istikrarını sürdürebilmesini sağlamıştır.
İran’ın atması gereken diğer önemli bir adım ise Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmaktır. 1996 yılında üyelik için başvuran İran, ABD’nin itirazı yüzünden kabul edilmemişti. Şimdi örgüte üye olabilirse ürünleri üzerinde gümrük vergisi avantajı sağlayacağı için ihracat yapması kolaylaşacak ve global arenada rekabet gücü elde edecektir.
Eğer İran ve Türkiye, halklarına refah kazandırabilir ve siyasi farklılıkların ekonomik ve kültürel ilişkilerini etkilememesi adına ortak bir gündeme imza atabilirse sonuç çok daha verimli olacaktır. Yaptırımlarla mücadele etmek zorunda kalmamış, korkusuz, huzurlu ve sağlıklı düşünen bir topluma sahip Türkiye, İran’la daha iyi ilişkiler kuracaktır. Çin ve Almanya aynı pazar içinde zorlu rakiplerdir. Ancak Türkiye komşu ülke olarak lojistik açıdan avantajlıdır. Bu durum Ocak 2015 yılında yürürlüğe giren Tercihli Ticaret Anlaşması ile de İran’ın Türkiye’yle daha hızlı ve düşük maliyetle ihracat yapmasına imkan tanıyacaktır.
Unutulmamalıdır ki; ortak geçmişi olan bu iki Müslüman ülkenin ileriye gidebilmek için birbirinden öğreneceği çok şey vardır. Bölgedeki iki güçlü Müslüman ülkenin birlik oluşturması, güvenilir pazar arayışı içindeki yabancı yatırımcıları kendine çekecek sağlam ortamı yaratmak açısından çok değerlidir. Dünya eninde sonunda bu kuvvet birliğinin farkına varacaktır. Türkiye’nin zengin İran petrolü ve gaz rezervleri için teknoloji ve nakliye fırsatları sağlaması ekonomik açıdan iki ülkeyi birbirine kenetlemektedir. Burada Türkiye’nin hedefi elbette ki tek başına yükselmek değil, aksine kendisinden beklendiği gibi komşularıyla birlikte büyüyüp gelişmektir.
Adnan Oktar'ın Tehran Times'da yayınlanan makalesi: