Türkiye’de 7 Haziran’da gerçekleşen genel seçimlerin ardından, hatırlanacağı gibi, HDP barajı geçmiş ve AKP 13 yıldır devam ettirdiği parlamento çoğunluğunu kaybetmişti. 13 yıllık tek parti hükümetinin ardından koalisyon çalışmaları başlamış, fakat bu çalışmalar da başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Seçim hükümeti erken seçime kadar görevlendirilmiş ve 1 Kasım’daki seçimler herkesin beklentisi olmuştu.
Bu yoğun seçim dönemi Türkiye açısından kutuplaşmaların şiddetlendiği, terör olaylarının çeşitli şekilde kendini gösterdiği ve seçimleri etkileyecek her türlü faktörün devreye girdiği bir dönem olmuştur.
Bu konuda en büyük dikkati Türkiye’de tekrar tetiklenen terör olaylarına yöneltmek gerekmektedir. Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de terörün amacı, çoğu zaman moral bozmak veya intikam almak değil; politik bir mesaj vermektir. Eylemin sonucunun siyasi açıdan hangi yararlar getirdiğine bakılır. Kalenin içten ve örtülü fethedilmesinin yolları aranır.
Türkiye’de 40 yıla yakın bir zamandır süregelen PKK terörü meselesi de bu mahiyettedir. PKK, tarihi boyunca komünist kimliği gereği bir kısım derin güçlerden destek almış ve bunun neticesinde Türkiye’de terör hep canlı kalmıştır. Yine aynı PKK, kimi zaman terör kimi zaman da ateşkesleri bahane ederek, müzakere kılıfını kullanıp devleti kendince oyalayarak kaleyi içten fethetmeye yönelmiştir. Ne acıdır ki, bu taktik başarılı da olmuştur.
10 Ekim tarihinde Ankara’da meydana gelen Türkiye tarihinin en kanlı terör eylemini de bu mahiyette değerlendirmek gerekmektedir. Tarihe baktığımızda, PKK’nın, Marksist odakları hareketlendirmek ve mağdur görünümüne yatmak için daima kendi taraftarlarını katlettiğine şahit oluruz. 17.000 yoldaşını kendi iç infazları ile katleden bir terör örgütü için bu hiç de şaşırtıcı değildir.
Nitekim Haziran’da, genel seçimlere iki gün kala Diyarbakır’da gerçekleşen patlamanın, Temmuz ayında 34 kişinin yaşamını yitirdiği Suruç’taki canlı bomba saldırısının, Ankara saldırısı ile oldukça benzer özellikleri vardır. Olayların gerçekleştiği mitingler, PKK’nın destek verdiği siyasal partinin yani HDP’nin mitingleridir. Mitinglere, HDP’den kimsenin katılmamış olması düşündürücüdür. Bombaların hedefindeki kesim, HDP’nin destekçisi olan kesimdir; dolayısıyla bu durum PKK’nın kendisi zarar görmeden kendi destekçilerini hedeflediği ve böylelikle de mağdur konumuna rahatlıkla gelebildiği taktiksel birer terör eylemi görünümündedir. Bu kanlı patlamaların seçim arifesinde veya hemen seçim sonrasında gerçekleşmiş olmasına da dikkatli bakmak gerekmektedir. Diyarbakır patlamasının, sadece 1 günde HDP’ye 2 puan kazandırmış olduğunu da istatiksel bir bilgi olarak ekleyelim.
Burada hatırlatalım; HDP, demokrasi, kadın hakları gibi savunduğu değerler bakımından önemli bir partidir. Fakat tümüyle PKK’nın tehdidi altında olması, onu tümüyle sanal bir parti ve Türkiye için bir risk haline getirmektedir. Dolayısıyla sorun HDP’nin savunduğu değerler değil, aldığı PKK desteğidir.
Türkiye’de PKK’ya yakın tarafların adres şaşırtma politikası sürerken, Ankara saldırısından sadece bir gün önce “patlama Ankara’da olacak” twitlerini atan kişilerin PKK üyesi olduğu ortaya çıkmıştır. Diyarbakır patlaması sonrası ise PKK itirafçısı D.B, Diyarbakır'daki HDP mitingine bombayı PKK'nın yerleştirdiğini itiraf etmiştir.1 Yine Suruç patlamasıyla ilgili yakın zamanda bir gelişme yaşanmış, cezaevinde bulunan Gülistan D. İsimli bir PKK’lı, Suruç’taki patlamayı organize eden Nazlı D.’nin “PKK’nın elini güçlendirmek için” bu eylemi organize ettiğini itiraf etmiştir.2
Peki, söz konusu terör eylemlerinin ardından PKK hedefine ulaşmış ve hükümeti suçlayanların sayısı gerçekten artmış mıdır?
Türkiye’deki kutuplaşma kuşkusuz ki tarihin en acımasız dönemini yaşıyor. Dolayısıyla korkunç terör olaylarının istikrar üzerinde istenmeyen etkilerinin olduğu görülebilmektedir. Fakat asıl etkiyi iki hafta sonra gerçekleşecek olan seçimlerde görmek gerekmektedir. Eğer PKK terörü konusunda hükümet daha etkili tedbirler geliştirmezse ve kutuplaşma dili daha da güçlenir ittifak yerine karşıtlık üzerine bir söylem geliştirilirse, bunun terör örgütüne sunduğu avantaj çok güçlü olacaktır. Böyle bir durumda, 1 Kasım’da gerçekleşecek erken genel seçim sonuçları, çok büyük bir değişiklik çağrıştırmamaktadır.
Seçim sonuçları bir farklılık sunmasa da, seçimlerin sonrasında izlenecek güzergah, Haziran’dakinden daha farklı ve daha olumlu şekilde belirlenmelidir. Özellikle artan terör belasına karşı çok acilen koalisyon hükümetinin kurulması, bu konuda daha fazla zaman kaybedilmemesi gerekmektedir. Partiler, azami müşterekte bir araya gelmeli, aradaki zıtlıkları bir süre için unutmalıdırlar. Siyasette son dönemlerde daha da güçlü şekilde hakim olan nefret ve öfke dili sona erdirilmeli, halkı olumlu etkileyecek bir sevgi dili geliştirilmelidir.
Kendi sınırları içinde terör ile boğuşan, sınırlarında ağır çatışmalar yaşanan, milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin yüzleştiği imtihanın büyüklüğünü görmek gerekiyor. Bu imtihanlar karşısında, eğer halk kutuplara ayrılır ve dostluk ve sevgi ilkelerini kaybederse, Türkiye en büyük sorunu bu noktada yaşayacaktır. Unutulmamalıdır ki, ülkelerin istikrarı halklarının mutlu olmalarına bağlıdır. Türkiye, terör olaylarının olumsuz etkilerine, yaşadığı kritik dönemin getirdiği olumsuzluklara rağmen, birlik ve beraberliğini yeniden inşa edecek bir strateji belirlemedir. Çünkü Türkiye’nin bir İslam ülkesi olarak Türkiye’nin ve Avrupa’nın aydınlık, demokratik, istikrarlı ve özgürlükçü yüzü olma gibi büyük bir sorumluluğu vardır.
1. http://www.aksam.com.tr/guncel/diyarbakirda-hdp-mitingine-bombayi-pkk-koydu/haber-425022
2. http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/10/17/pkkli-itiraf-etti-suruc-katliamini-pkk-gerceklestirdi
Adnan Oktar'ın Jerusalem Post'da yayınlanan makalesi: