Kıbrıslı Türklerin bağımsızlığı Türkiye açısından tartışmaya açık değildir; Kuzey Kıbrıs’ın Anadolu’nun herhangi bir bölgesinden farkı yoktur. Öyle ki Türkiye onu savunmuş, onun için sesini yükseltmiş, onun için savaşmış ve onun için şehit olmuştur ve bundan daha azını yapmayı asla aklından geçirmemiştir. Bu belki de tüm Türk hükümetlerinin ve Türk ulusunun üzerinde hemfikir olduğu tek konudur.
İşte bu nedenle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bir süre önce seçilen Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı Türkiye ile daha bağımsız ilişkilere sahip olmak istediklerini ifade ettiğinde, Türk hükümeti ve kamuoyu hazırlıksız yakalandı. En sert yanıt Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan gelse de Türkiye’deki herkes – politikacılar, akademisyenler, tam olarak herkes Akıncı’nın sözleri ve imalarından son derece rahatsız oldu.
Ne var ki, bu noktada olayın heyecanına kapılmak yerine hikayenin iki tarafını da görmeye çalışmak daha yerinde olacaktır.
Türkiye Kıbrıs’ı bir milli dava olarak görür: ondan vazgeçmeyi asla düşünmemiştir, bu Türkiye için yenilgiyi kabul etmek ve kendi topraklarından vazgeçmekle aynı anlama gelir. AB’ye girmesine yönelik tehditler bile Ankara’daki hükümeti Kıbrıs’la ilgili bu güçlü duruşundan vazgeçirmemiştir. Muhalefet lideri Devlet Bahçeli’nin konuşmasında açıklandığı gibi bu konu yapılan fedakarlıklar ve ödenen bedeli takdir etmekle ilgilidir.
Bununla beraber hikayenin bir de diğer tarafı vardır. Akıncı seçilmiş bir siyasidir ve niyetlerini bir başka şekilde ifade etmesi mümkün idiyse de kendisi hiçbir zaman Türkiye ile ilişkileri kesmek niyetinde olduğunu kastetmediği açıktır. İki ülke arasındaki güçlü bağların farkındadır ve bu bağlara zarar vermek niyetinde değildir. Ancak vatandaşlarına bağımsız, güçlü bir ülke sözü vermiştir ve sözlerini yerine getirmek için çalışmaktadır. 1974 yılından beri kapalı olan Maraş’ı BM gözetiminde yeniden açmak ve Magosa ve Ercan havaalanlarını direk ticari ve sivil uçuşlar için kullanma niyetinde olduğunu belirtmiştir ve halen mali kriz içinde bulunan Rum tarafı ile ticari ilişkilere başlama isteğinde olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda geçen hafta BM aracılığındaki barış sürecinin bir parçası olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türk ve Rum tarafı arasındaki vize kısıtlamalarının kaldırıldığını duyurmuştur. Rum tarafında seyahat edenler artık Kıbrıs’ın Türk kesimine serbestçe geçiş yapabilecekler. Bunlar hep Akıncı’nın barışa katkıda bulunma isteğinin açık göstergeleridir.
Adada en kısa zamanda bir barışa ulaşılması hem Kıbrıslı Türkler’in hem de Rumların isteği olduğundan bunların hepsi iyi haberlerdir. Çözüm odaklı bir yaklaşıma sahibi olmak amaca büyük ölçüde yardım edecektir. Ayrıca önceki yöntemlerin işe yaramadığı düşünülürse bir değişimin gerekli görülmesi anlaşılabilirdir. Ne var ki, mevcut durumu reddetmek Kuzey Kıbrıs’ı Türkiye’den uzak tutmak anlamına gelmemektedir. Bu aynı zamanda Türkiye’nin garantör ülke statüsünü reddetmek anlamına da gelmez. Cumhurbaşkanı Ankara ile birlikte çalışarak bir çözüm üretmenin mümkün olduğu gerçeğinin farkındadır. Cumhurbaşkanı aynı zamanda bugüne dek barışı engelleyenin Türkiye veya Kıbrıslı Türkler olmadığını da bilmektedir; 1985-86 Taslak Çerçeve Anlaşmalarını, 1992 BM destekli Fikirler Dizisini, 1994 Güven Arttırıcı Önlemler paketini ve yakın zamanda Nisan 2014’de önerilen Kıbrıs Sorununun Kapsamlı Çözümü’nü (Annan Planı) reddedenler Rumlardı. Adanın Rum tarafındaki mali kriz bile onları barışa yaklaşmaya ikna etmemiştir; Kilise tarafından verilen ültimatomlar Rumları Türk emsallerinden uzak tutmuştur.
Meselenin diğer önemli bir yönü Türkiye’nin bu anlaşmazlıkta garantör ülke olmasıdır ve dolayısıyla üzerinde anlaşılacak çözümün bir parçası olmaya devam edecektir. Zürih ve Londra anlaşmaları Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye garantör ülke statüsü vermiştir. Türkiye kendisine bu anlaşma ile verilen tüm hakları Kıbrıslı Türklerin bağımsızlığını ve güvenliğini korumak için kullanmaya devam edecektir. Yunanistan garantörlük statüsünü “eski çağlardan kalma bir model” olarak niteleyerek Kıbrıs sorununa eskiden olduğu kadar aktif biçimde dahil olmak istemediğini gösteren işaretler verse de her iki ülkenin hala garantörlük hakları bulunmaktadır ve dolayısıyla Kıbrıs’ın geleceğinde önemli roller oynamaya devam edeceklerdir.
Türkler için bağımsızlık bir ölüm kalım meselesidir. Bunu binlerce yıllık tarihlerinde çeşitli defalar göstermişlerdir. Aynı Türkiye’nin bağımsızlığı gibi, 307 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan Kıbrıslı Türklerin bağımsızlığı da tartışılamaz. Türkiye daha önce olduğu gibi barış için çalışmaya devam edecek ve iki-toplumlu, iki-bölgeli bir federal devlet planına bağlılığını vurgulayacaktır. Bununla birlikte, adadaki Türk birliklerinin çıkmasına dair her tür öneri – ki bu birlikler Kıbrıslı Türklerin güvenliğinin tek garantisidir – baştan kaybetmiştir. Birkaç AB yararı hatırına bu önemli ilkelerden ödün vermeye istekli birkaç insan çıkabilir ancak Türkiye bu tip hareketleri önlemek için garantörlük yetkilerini sonuna kadar kullanmakta tereddüt etmeyecektir. Kıbrıslı Türklerin güvenliği ve bağımsızlığı olmazsa olmazdır ve ödün verilemez.
Bununla birlikte Türkiye bugüne kadar olduğu gibi adadaki iki toplulukça tanınan bir devletin inşası için çalışacaktır. Yeni Cumhurbaşkanı Akıncı’nın da bu hedefi başarmak için somut adımlar atacağı açıktır. İşte bu yolculuğunun her aşamasında Türkiye’yi kırmızı çizgilerinden ödün vermeksizin gayretlerini destekleyerek yanında bulacaktır.