Soykırım tarihin en büyük trajedilerinden biridir. Ancak birçok ülke o dönem olanlara ilgisiz ve kayıtsız kaldı. ABD'nin harekete geçmesi uzun zaman aldı. İngiltere, neler olup bittiğinin farkındaydı, ancak başlangıçta Hitler'i cesaretlendiren bir politika izledi. Günümüzde, Batı ülkelerinde soykırım yasal statüsünü kazanmış ve birçok ülkenin mevzuatında tanınmış olsa da, Müslüman dünyasında durum oldukça farklı.
Musevilerin nasıl katledildiğine, gaz odalarının, toplama ve imha kamplarının dehşetine ilişkin bilgi eksikliği ve tek taraflı propaganda nedeniyle birçok Müslüman, Nazilerin ve işbirlikçilerinin işlediği insanlık dışı vahşete tamamen kayıtsız kalmaktadır. Dolayısıyla, bu kayıtsızlığı ortadan kaldırmak, insanlığa karşı işlenen bu korkunç suçla ilgili tarihi gerçekleri ortaya koymak Müslümanların yükümlülüğündedir.
Soykırım bir arka planı olmaksızın gerçekleşmedi. Antisemitik inançlara, Musevilere yönelik eskiden kalma nefrete dayanıyordu. Hitler, milyonlarca kişide uyuyan bu önyargıyı yeniden canlandırmak için ideolojik propaganda yöntemini kullandı. Hitap gücü ile tüm Alman nüfusunun %1'inden daha azını temsil eden Musevilerin acımasızca yok edilmesi gerektiği konusunda milyonlarca kişiyi ikna etti.
Naziler, Musevilere karşı Alman halkına nefret ve düşmanlık aşılamak için ideolojik propaganda ile Musevileri hedef aldılar. Adolf Hitler 1926’da kitabı Mein Kampf’da "Propaganda, bütün insanlara bir doktrini kabul ettirmeye çalışır" diye yazmıştı. Musevilere ve diğer azınlık gruplara karşı nefreti yaymak için propagandayı kullanmayı savundu. Naziler 1933'te iktidara geldiğinde, Joseph Goebbels başkanlığında Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığını kurdular. Bu "kara propaganda" makinesinin amacı, hedeflenen Musevilere ve diğer azınlık gruplara, kendi ifadeleriyle “istenmeyenlere” karşı Almanya'da düşmanlık yaymaktı.
Naziler, günümüz BDS (Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar) hareketine benzer antisemitik bir stratejiyle Musevi dükkanlarını ve işletmelerini hedef alan bir boykot başlattılar. Almanya’nın her yerinde, Musevileri korkunç canavarlar olarak gösteren ve "Musevi ürünlerini satın almayın" gibi sloganlar içeren afişler asıldı. 1940 yılında, antisemitik bir film olan “Ölümsüz Yahudi” Almanya'nın dört bir yanındaki sinemalarda gösterildi. Okullarda, öğretmenler öğrencileri sözde "Musevi tehdidi" konusunda uyardılar ve Museviler derslerde hakaret ve kötü muameleye maruz kaldılar.
20 Ocak 1942'de Wansee Konferansı'nda, üst düzey Nazi yetkililer, "Musevi sorununa nihai bir çözüm" kararı verdiler. Bu, erkek, kadın, çocuk ve hatta bebek demeden tek bir Musevi'yi canlı bırakmadan tüm Musevilerin sistematik olarak imha edilmesi anlamına geliyordu. Bu barbarlık, Nazilerin işgal ettiği ve kontrol ettiği tüm topraklarda gerçekleşecekti. Bu karara uygun olarak imha kampları kuruldu. Bu kamplarda korkunç koşullar altında Naziler yaklaşık altı milyonu Musevi olmak üzere 11 milyon kadar insanı öldürdü.
Nazi Almanya’sının, savaş sırasında bazı Ortadoğu liderlerinin desteğini kazanmaya odaklandığı bir sır değildir. Hitler'in iktidarda yükselişi ile başlayan Musevilere karşı yıkıcı propaganda, dünyanın pek çok yerinde birçok etki alanına sızdı. Ortadoğu'daki birçok ülkede benzer propaganda taktikleri kullanıldı. Radio Berlin, Musevilere karşı düşmanlık ve nefret yaratmak amacıyla Arapça ve Farsça radyo yayınlarına başladı. Naziler aynı zamanda bu coğrafyada gençler için Musevileri "düşman" olarak nitelendiren eğitim programları hazırladılar.
Bugün, dünya nüfusunun hatırı sayılır bir yüzdesi soykırımı ya duymamış ya da inkar ediyor. Musevilere karşı taraflı öğretilerin ve nefret telkinlerinin etkisinde kalan bazı Müslüman gruplar bu zulmü inkar etme eğiliminde oluyor ancak soykırımı inkar etmek tarihsel gerçeklerin inkar edilmesidir.
Soykırımın inkarını onaylamak ya da reddetmek neden bu kadar önemlidir? Bunun nedeni, gelecekte Musevilere veya başka bir ırka, ulusa ya da dine yönelik herhangi bir zulüm olduğunda, inşaAllah insanların bu zulmü öğrenmiş olmaları ve vicdanlarını susturup olanlara seyirci kalmak yerine zulme bilfiil karşı çıkacak olmalarıdır. Müslümanlar, haksızlıkla mücadele etme gücünü her zaman Allah’a olan imanlarından alarak, adaletsizliğe karşı cesurca ayakta durmalıdırlar.
Pek çok kişinin soykırım dehşetine karşı duyarsızlığı, eğitim eksikliği, sürmekte olan "kara propaganda" ve bilgi dezenformasyonundan kaynaklanmaktadır. Propaganda, iftira ve dezenformasyonun rolü çoğu zaman yeterince vurgulanmamaktadır. Ancak, yalanların, iftiraların rolünü anlamak, soykırıma günlük yaşamda anlam kazandırır ve gerçeği, vahye dayalı ahlakı ve hayatın değerini korumanın gereğini ortaya koyar. Vicdan sahibi insanlar, şeytani ideolojilere ve nefret mesajlarına karşı koymak için cesaret, kararlılık ve dürüstlük aşılamalıdırlar.
Müslümanlar aynı zamanda yaygın bir kültürel "kampanya" yürütmelidir: eğitimli ve bilgili Müslümanlar, insanlığın şimdiye kadar gördüğü en büyük trajediden biri için zemin hazırlayan politikaları, bilmeyenlere açıklamalıdırlar. Adaleti savunan, ezilenleri koruyan, mazlumlara şefkat ve merhamet gösteren İslam ilkelerini yeniden canlandırmak kritik önem taşır.
İster siyasi ister dini lider olsun, bütün Müslüman topluluk liderlerinin önemli bir görevi vardır. Bu Müslüman liderler, İslam'ın böyle bir nefrete veya zulme asla izin vermeyeceğini açıklamalıdırlar. Bir Musevi veya herhangi bir insan olsun, Kuran’a göre zulme uğrayan tüm insanların haklarını korumanın Müslümanların sorumluluğunda olduğunu toplumlarına anlatmalıdırlar. İnsanların vicdanını harekete geçirmek ve bu gibi trajedilerin tekrarlanmamasını sağlamak son derece önemlidir ve ahlaki bir görevdir.
Adnan Oktar'ın The Jerusalem Post’da (İsrail) yayınlanan makalesi:
http://www.jpost.com/Opinion/The-role-of-propaganda-in-the-Holocaust-539981#/