Dünya, saldırı ve savaşların çeşitli şekillerini yaşıyor. Fakat son dönemlerde hayatımıza giren siber saldırılar, savaş kavramına başka bir boyut getirdi. Siber savaşçılar, silah olarak sadece birkaç satır yazılım komutu kullanıyorlar. Foton paketleriyle fiber kablolara erişebiliyor ve ışık hızıyla hareket ederek saldırıyı hemen başlatıp hemen bitirebiliyorlar. Kurumlar kurumlara, hatta devletler devletlere siber saldırılarla müdahale edebiliyorlar. Öyle ki, bazı devlet ve şirketler kendi hacker gruplarını dahi oluşturmak mecburiyetinde kaldılar. Hackerlara muhtaç konumdaki gelişmiş ülkeler, tehdidin ne kadar büyük olduğunun farkındalar. Peki ya biz?
Siber saldırılar ülkeler içinde ve devletler arası siyasette pek çok amaçlı kullanılabiliyor. Casusluk, manipülasyon, propaganda, sistemleri içeriden çökertme, siber bombalarla sabotaj, dolandırıcılık gibi hedefleri var. Dünyanın en büyük siber saldırısı 2001 yılında, tüm gelişmiş savunma sistemlerine rağmen ABD’nin içinden gerçekleştirildi. Edward Snowden’in belgeleri sızdırmasıyla ortaya çıkan bu saldırı, hiçbir devletin elektronik ortamda “gizli” bir faaliyetinin olamayacağını belgelemiş oldu.
İnternet sistemlerinin devlet dairelerine, bankacılık sistemlerine girmesi günlük hayatta her şeyi pratikleştirse de, karşı karşıya olduğumuz tehlikenin büyüklüğünü de artırıyor. Sayısız faydasının yanı sıra internet, bugün insanları ve şirketleri her türlü siber saldırıya ve bilgi hırsızlığına açık hale getirmiş durumda. Aslında burada üzerinde durulması gereken kavram “siber uzay” kavramı. Siber uzay, sadece interneti kapsamıyor; internetten erişilemeyen pek çok bilgisayar ağını da kapsıyor. Bilgisayarlar, tabletler, akıllı telefonlar tarafından kullanılan wi-fi bağlantılar yoluyla bu kapalı olması gereken ağlar internete katılıyor ve saldırılara açık hale geliyorlar.
Kişilerin özel bilgilerinin ele geçirilmesi çeşitli dolandırıcılık faaliyetlerine yol açarken, devletlere ait özel bilgilerin ortaya çıkması hükümetleri devirebiliyor, ülkenin uluslararası kamuoyundaki statüsünü ve güvenilirliğini etkileyebiliyor. Siber saldırılar, ülke içinde internet üzerinden faaliyet yürüten her türlü sistemi kısa bir zaman içinde kargaşaya sürükleyebilecek bir güce sahip. Bunların arasında havacılık, bankacılık, tren yolu, hastaneler, finans sistemleri, su ve elektrik şebekeleri gibi hayatımızın parçası olan sistemler bulunuyor. Nitekim sayılara vurulduğunda, sadece 2015’te şirketlerin siber saldırılar nedeniyle 400 milyar dolar zarara uğradığı biliniyor. Saldırılar, şirketler için ciddi bir risk olarak görüldüğünden, güvenlik sektörünün de aynı hızda gelişmesini gerekli kılıyor. 2016 yılının sadece başlarında güvenlik için 100 milyar dolar çoktan harcanmış durumda. Önümüzdeki yıllarda bu oranın iki katına çıkması sürpriz olarak karşılanmayacak.
2016 Mart ayında Amerika’da hükümet, Kongre’ye sunduğu bütçe tasarısında siber güvenlik harcamalarına ayrılan bütçenin artırılmasını ve bazı sistemlerin yenilenmesini talep etti. ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, 2017’de siber stratejiye önem vereceklerini açıklarken, ABD dahilinde, hükümet başta olmak üzere çeşitli kurumlarda siber güvenlik tatbikatları gerçekleştirildi.
İnternet teknolojilerini kötüye kullanan derin devlet yapılanmaları ve çeşitli ideolojik gruplar ise bu sanal savaş ağının en tehlikeli bölümünü oluşturuyorlar. Özellikle tehlikeli anarşist ideolojilerin öncüleri; şiddet yanlısı komünistler, faşistler, vahşi kapitalistler, Neo-Naziler, zenofobikler ve bunun gibi hedeflerine ulaşmada şiddeti bir araç olarak kullanan pek çok akım, günümüzde özellikle siber saldırılara yönelmiş durumda. Siber saldırılar konusunda adı geçen gruplarının başlıcalarının komünist-sol görüşe bağlı olması tehlikenin boyutlarını anlamak bakımından önem taşıyor. Nitekim Kuzey Kore, Rusya ve Çin kaynaklı çeşitli siber saldırı gruplarının sürekli gündemde olması bu şüpheleri artırıyor. Son dönemlerde teknoloji firmalarında çalışan Çinlilerin büyük çoğunluğunun, Çin ordusu tarafından siber saldırı birimleri şeklinde örgütlendirildikleri ortaya çıktı. Bu kişiler, olası bir gereklilik durumunda siber atak yapacak “hacker-askerler” olarak tanımlanıyor ve Çin ordusu tarafından “asker” statüsünde kabul ediliyorlar. Geçtiğimiz yıl ABD başta olmak üzere siber saldırılara uğrayan pek çok devletin Çin’i sorumlu tuttuğu hatırlanacak olursa, siber savaşların bir uluslararası çatışmayı tetikleme ihtimali hiç de yadsınmamalı.
Hem insan hayatı hem de devletlerin güvenliği ve barışı açısından siber saldırıların geldiği ciddi boyutları iyi anlamak ve buna kesin çözümler belirlemek önemli. Saldırı, ister silahla olsun ister klavyeyle, eğer karşı tarafa zarar vermek, anarşi çıkarmak amacıyla kullanılıyorsa, bunun adı terördür. Fiili terörün durdurulması nasıl ideolojik bir mücadeleye bağlıysa, siber terörün durdurulması da aynı doğru ilmi ve bilimsel çalışmanın gerçekleştirilmesi ile mümkün olur. Devletler, ellerindeki parayı silahlara harcarken, bir yandan da siber savunma tekniklerine ayırma yarışına girmiş durumdalar. Oysa bu savunma harcamaları, Suriye’den kaçmak zorunda kalan ihtiyaç içindeki insanlara rahatlıkla barınak ve yiyecek sağlayacak, Afrika’daki açlığı tamamen bitirecek miktardadır. Bu savaş ve savunma harcamaları, dünyada evsizliği, yoksulluğu tümüyle sona erdirmeye yetecek orandadır. Bu savunma miktarı, pek çok hastalığın tedavisi için bütçe oluşturulmasına önayak olacak ve tıp biliminin gelişmesinde katkıda bulunacak miktardadır. Bu savunma harcamaları ile UNHCR, WHO, Uluslararası Af Örgütü, Unesco gibi yardım kuruluşlarına daha fazla fon aktarılması sağlanabilir; çocukların, mültecilerin, yoksulların pek çok sorununa çare bulunabilir. Ama bunun için, tıpkı fiili savaşlarda olduğu gibi siber savaşlarda da sebebin üzerine gidilmeli, toplumları anarşiye yönlendiren sebep bilimsel yollarla bertaraf edilmelidir.
Anarşi bir zihniyettir; silah bunun sadece aracıdır. Günümüzde yapılan en büyük hata, zihniyet yerine silahı ve o silahı kullanan kişiyi yok etmeye odaklanma sorunudur. Bu hata yapıldıkça, açları doyurmak için harcanması gereken para, savunma harcamalarına gitmeye devam edecektir.
Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi: