Bir ülkede şartlar içinden çıkılamaz bir kısır döngüyü işaret ettiğinde, toplumun içinde huzursuzluklar oluştuğunda, köklü değişiklikler daima olumlu sonuçlar getirir. İşte bu nedenle cumhurbaşkanlığı seçim sonucu, her ne kadar Türkiye’de herkesin talebini yansıtmamış olsa da, uzun süredir istenmeyen bir kutuplaşmanın içine girmiş olan ülke için bir fırsat olarak değerlendirmelidir. Her yenilikte, her işte mutlaka bir hayır vardır.
Kutuplaşmaların özellikle 2013 tarihindeki Gezi Parkı protestoları sırasında kendisini göstermesi, hatırlanacağı gibi Türkiye’de tansiyonu bir hayli yükseltmişti. Öncesinde başbakana yönelen eleştirilerin bu tarihten sonra daha şiddetlendiği ve acımasızlaştığı bir gerçek. İşte istenmeyen kısır döngü bu noktada devreye girdi. Eleştiri konusunda herkes özgürdü ama eleştiri görünümünde yapılan bir nevi darbe girişimi Başbakan’ın da üslubunu sertleştirmişti. Bu durum sorunları daha da büyüttü.
Şunu belirtmek gerekir. Kutuplaşma sadece Türkiye’nin sorunu değil. Kutuplaşma tüm dünyanın bir sorunu. Ve bir Ortadoğu geleneği olarak Arap baharı ile bu coğrafyada da hızlı şekilde kendisini gösterdi. Ortadoğu’nun, ülkeler arası savaşlardan çok “iç çatışmalarla” kaynıyor olması bu durumu teyit ediyor. Aynı ülkenin insanları, vatandaşları, kardeşleri birbirlerine düştüler. Sadece ülkeler değil, din ve mezhepler üzerinde de kutuplaşma kendisini gösterdi. Şu anda Müslümanın Müslümanı katlediyor olması bunun kuşkusuz ki en büyük göstergesi.
Türkiye, her ne kadar Ortadoğu geleneklerini o kadar güçlü üzerinde taşımasa da, bu çalkantılı ortamdan ister istemez etkilendi ve kendi bünyesinde kutuplaşmalara izin verdi. Genelde tüm siyasetçilerin kullandığı öfkeli siyaset dilinin de buna katkısı yadsınamaz. Öfke, kutupları daha uçlara kadar getirdi.
İşte bu nedenle yeni cumhurbaşkanlığı döneminden olumlu beklentiler içinde olmak çok daha iyi olacaktır.
Yeni cumhurbaşkanı Sn. Tayyip Erdoğan, seçimlerin hemen öncesinde Yeni Türkiye vurgusunda ısrarcıydı. Yeni projeleri vardı, bunları çok da açığa vurmadı. Ama her fırsatta içte ve dışta yeni ve pozitif bir politikanın hakim edileceğini dile getirdi. Seçimin zaferle sonuçlanmasının hemen ardından balkon konuşmasında şunları söyledi: “Eski tartışmaları, gerilimleri, çatışma kültürünü, sanal sorunları eski Türkiye’de bırakalım istiyorum. Bugün, dünden çok daha iyidir, emin olunuz.”
Bu önemli ve son derece olumlu mesaj Sn. Erdoğan’ın farklı bir strateji izleyeceğinin açık göstergesi. Türkiye için bu gereklidir, çünkü cumhurbaşkanlığı farklı bir makamdır. Daha güçlü bir ılımlılık, daha güçlü bir kucaklayıcılık gerektirir. Daha da önemlisi Ortadoğu’nun içine düştüğü bu kargaşa ortamında Türkiye’nin bu ılımlı politikayı güçlü ve hakim kılması şarttır.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin diğer aktörü olan ana muhalefet partisini ise gerçekte bir kaybeden olarak nitelendirmek güçtür. CHP, kökeninde solcu bir parti olmasına rağmen dindarları da kucaklayan ılımlı ve merkeziyetçi yeni politikası ile son dönemlerde çok daha güçlenmiş bir partidir. Cumhurbaşkanlığı için iki muhalefet partinin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu, Ortadoğu politikasına hakim ve son derece saygıdeğer bir kişiliktir. İhsanoğlu’nun seçimdeki yenilgisini, Türk iç politikasındaki deneyimsizliğine bağlamak daha doğru olur. Dolayısıyla bu yenilgi CHP veya MHP’ye ait bir yenilgi olarak kabul edilmemelidir. CHP’yi asıl başarısızlığa götüren unsur, kendi bünyesinde geçmişin karanlık kızıl solcu zihniyetini ayakta tutmaya çalışan bazı kişilerin huzursuzlukları ve genel başkana yönelik dinmeyen muhalefetleridir. Kendi liderlerine sahip çıkamayan bir topluluk kuşkusuz ki güvenilir olmaktan çok uzaktır. Bu güvensizlik kaçınılmaz olarak topluma da yansımaktadır. Oysa CHP lideri Sn. Kemal Kılıçdaroğlu sevecen, modern, dürüst ve dindarlara yakın yaklaşımı ile oldukça ideal bir liderdir.
Görüldüğü gibi bu seçim, kazanan tarafa kucaklayıcı ve ılımlı bir lider anlayışının, kaybeden tarafa ise genel başkanına ve dindarlara sahip çıkan bir parti anlayışının zorunluluğunu göstermiştir. Seçim haritası ise, sahil kentlerinin hükümet ve hükümet adayına uzak durdukları gerçeğini yinelemiştir. Bu durumun değişmesi, oradaki halkın taleplerinin iyi anlaşılabilmesi ve AK Parti’nin bağnaz zihniyeti canlı tutmaya kararlı kişilerden ve onların fikirlerinden uzak durmasıyla mümkün olacaktır.
Bundan sonraki aşama Türkiye’nin yeni başbakanını tespit etmektir. Bu konuda adı geçen iki isim, Binali Yıldırım ve Ahmet Davutoğlu, son derece deneyimli, aklı selim ve tutarlı siyasetçilerimizdir. Her ikisinin de başbakanlığı Türkiye’ye büyük katkılar getirecektir. Binali Yıldırım, aydın ve özgürlükçü görüşleri ve önemli bir sahil kentimiz olan İzmir’de sevilmesi nedeniyle AK Parti iktidarına büyük katkılar verebilecek niteliktedir. Sn Davutoğlu’nun da Dışişleri Bakanı olarak başarılarını Başbakan olarak da mükemmel şekilde gerçekleştireceği aşikardır.
“Yeni Türkiye”ye ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç yalnızca Türk halkının değil, sahip çıkılması gereken tüm mazlumların ihtiyacıdır. Sınırlarımız, ülkelerinden kovulmuş zulümden kaçan mazlumlarla dolup taşmaktadır. Yeni Türkiye, hızlıca kendi içindeki sorunları çözmeli, dünyanın dört bir yanında çaresiz ve çözümsüz bırakılmış bu mazlumlara sahip çıkacak güce erişmelidir. Ortadoğu ve tüm dünyada, belaların, zulümlerin önünü kesecek, vahşete dur diyecek ve bunun yerine barışı getirecek sevgi temsilcilerine ihtiyaç vardır. İşte bu nedenle Yeni Türkiye’nin düsturu, içte ve dışta sevgi, şefkat ve ılımlılık olmalıdır.
Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimi işte bu nedenle bir milat olmalıdır. Kuşkusuz ki her işte bir hayır, her yenilikte bir güzellik vardır.