Orta Asya'nın değişen haritası
ucgen

Orta Asya'nın değişen haritası

52781
1991 yılında SSCB'nin dağılmasının ardından, Orta Asya'nın haritasında köklü bir değişiklik meydana geldi. Bölgede 5 Türk Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan ederken, bazı Türk boyları özerk muhtar cumhuriyetler kurmak zorunda kaldılar.

Türkler'in ilk anayurtlarının nerede olduğu sorusu, uzun süre araştırmacıları meşgul eden bir konu olmuştur. Bugün dünya üzerinde 350 milyon Türk bulunmaktadır ve bu nüfus çok geniş bir coğrafyaya dağılmış biçimdedir. Tarih boyunca Türkler, göçlerle birlikte anayurtlarından çok uzak mesafelere yayılmışlardır. Batıda Balkanlardan doğuda Çin Seddi'ne, kuzeyde Sibirya Bozkırları'ndan güneyde Horasan, Afganistan ve Tibet'e kadar olan bölgeler birer birer Türk yurdu olmuştur.

Türklerin ilk anayurdunun bulunması ile ilgili birçok araştırma yapılmış ve ortaya çeşitli iddialar atılmıştır. Bunların arasında, Altay Dağları, İç Asya'nın kuzey bölgeleri, Altay-Kırgız Bozkırları arası, Kuzeybatı Asya sahası, Tanrı Dağları sayılabilir. Yapılan bütün bu araştırmalar ilk Türk yurdunun kesin sınırlarını belirlemeye yetmemiştir. Ama ilk Türk yurdunun "Altay Dağları'ndan, Urallar'a kadar uzanan, Hazar Denizi, Kuzeydoğu Bozkırları ve Tanrı Dağları'nı kapsayan çok geniş bir bölge olduğu" fikri ağırlık kazanmıştır. Bütün bunların ışığında ortada kesin olan bir gerçek vardır ki, Orta Asya Türklerin yurdudur.

1991 yılında SSCB'nin dağılması, yaklaşık bir asırdır komünizmin kıskancında kalmış birçok Türk boyunun bağımsızlığını ilan etmesiyle sonuçlandı. 20. yüzyıl siyasi tarihinin en önemli birkaç olayı arasında sayılabilecek bu olay sonucunda Özbekistan, Azerbeycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan Türk Cumhuriyetleri ortaya çıkmış oldu. Bu, Türkistan'ın batı kısmını oluşturan 40 milyonluk bir nüfusun bağımsızlığına kavuştuğu anlamına geliyordu. Bu bağımsız devletlere ek olarak Sovyetler Birliği içinde yaşayan Türk topluluklarından bazıları da muhtar cumhuriyetler ve özerk bölgeler oluşturdular: İdil (Volga)- Ural bölgesinde, Tataristan, Başkırdistan ve Çuvaşistan muhtar cumhuriyetleri, Sibirya'da ise Yakut, Tuva ve Altay özerk bölgeleri.. Ama burada dikkat çeken nokta, bölgede yaşayan topluluklar için Türklük ve İslamiyet'in belirleyici unsur olmasıdır.

Bu gelişmeler, 21. yüzyıla yeni girdiğimiz şu dönemde, bu büyük coğrafya üzerinde yeniden bazı değişikliklerin olabileceği sinyallerini veriyor.

Gagavuz Özerk Cumhuriyeti

Dilleri Oğuz dil grubunda yer alan ve dolayısıyla Anadolu Türkçesine çok yakın olan Gagavuz Türkleri, Moldavya'nın güneyinde, 1991 yılında kurulan Gagavuz Özerk Cumhuriyeti'nde yaşamaktadırlar. 1979 sayımına göre Moldavya'da yaşayan Gagavuzların sayısı 187 bin idi. Bu sayıya başta Romanya olmak üzere, Kuzey Bulgaristan (Dobruca), Comrat, Ceader-Lunga, Kangaz, Taraçlia, Vulcanesti bölgeleri, Ukrayna'da (eski Besarabya, İsmail ve Zaparoje bölgeleri) ve Rusya'nın çeşitli bölgelerine dağılmış olarak yaşayan Gagavuz Türkleri dahil değildir.

Türkçe konuşan bir halk olan Gagavuzların kökeni, bazı kaynaklara göre Orta Asya'dan çıkan ve Balkanlara inen Oğuz boylarıdır. Bu kaynaklarda IV. yüzyıldan itibaren Cengiz Han'ın ordularıyla Tuna boylarına indikleri yazılmaktadır. Gagavuzlar ilk kez 1065 sonrasında kitleler halinde Balkanlar'a gelmişler, Moğolların 1224'te Rusları yenmesinden sonra Tuna'yı ikinci kez geçerek Silistre ve Vama bölgelerine yerleşmişlerdir. Gagavuzların bir kısmının Balkanlar yoluyla Adalar'a ve Anadolu'ya geçtikleri de bilinen tarihi bir gerçektir. Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında yaşayan Gagavuzlar, 18. ve 19. yüzyıllarda Balkanlar'daki bağımsızlık hareketleri sırasında Bulgarların baskılarına dayanamamış, Rusya'ya göç ederek (1750-1856) Tuna bölgelerine (1769-1791) ve Beserabya'ya (1801-1812) yerleşmişlerdir.

Ruslar, Gagavuzlara toprak vererek, onların Tuna sınırı boyunda yerleşmelerini sağlamışlar ve Rusça öğrenmelerini kolaylaştıracak bir ortam oluşturmuşlardır.

Gagavuzlar, 1906 yılındaki 15 günlük bağımsızlık dönemi dışında sırasıyla Rus, Romen ve Sovyet yönetimi altında yaşamışlardır. Gagavuz milliyetçiliği 1980'lerin sonlarına kadar daha çok aydın hareketi olarak kalmış; ancak Moldavya Cumhuriyeti'nin resmi dilinin Romence olarak kabul edilmesi ve ülkedeki diğer etnik grupların hareketlenmeleri üzerine bağımsızlık hareketi ateşlenmiş ve 1987 yılında "Gagavuz Halkı" adlı halk hareketi başlamıştır.

5 Mart 1995 tarihinde Özerk Gagavuz Yeri Cumhuriyeti'nin sınırlarını belirlemek üzere yapılan referandumdan 30 yerleşim biriminin Gagavuz Yeri'ne bağlanmasına karar verilmiştir. Bugün Özerk Gagavuzya'da Türkiye Türkçesi'ne yakın bir dil kullanılmaktadır.

Hakas Türkleri

Hakas Türkleri, Sibirya'da, Yenisey ırmağı ve Abakan'ın ortasında yaşarlar. Yönetim olarak, Rusya Federasyonu'nda, Kransoyarsk eyaletindeki Hakas Otonom bölgesine bağlıdırlar. Hakas Türkleri, zaman içerisinde nüfus olarak artmalarına rağmen, kendi yurtlarında daima azınlık olarak kaldılar. Bugün Hakasya'da yaşayan Hakaslar, toplam nüfusun %12'sini oluşturuyorlar.

Eski zamanlarda Hakas sözcüğü Abakan Tatarlarını, Abakan Türklerini ve Yenisey Türklerini tanımlamak için kullanılırdı. Hakas kelimesinin kökeni olan "Hagias" sözcüğü, Çinliler tarafından Sayan dağlarında yaşayan eski bir kabileyi tanımlamak için kullanılırdı. Bu Türk boyundan, Çin kaynaklarında ilk olarak 1. yüzyılda bahsedilmektedir.

6. yüzyıldan itibaren, Altay ve Uygur kabilelerinin güçlü baskısı ile bölgedeki Türk etnik yapısı güçlendi. 1207'de bölge Cengiz Han tarafından fethedildi. 17.yüzyılın başlarında Ruslar bölgeye geldiler ve kısa zamanda hakimiyeti ele geçirdiler ve Hakas toprakları, herbiri ayrı bir prens tarafından yönetilen bölgelere ayrıldı. 1822'de Rus olmayanlara uygulanacak yönetim, vergi ve legal statüyle ilgili kanunlar yayınlandı. 1917'de Rus Çarlığı'nın yıkılıp yerine Sovyetler Birliği'nin kurulmasıyla geleneksel sosyalist yapı burada da uygulanmaya başlandı. 1930' da ise, Hakasya "özerk bölge" statüsüne kavuştu.

Çuvaş Cumhuriyeti


Çuvaş Cumhuriyeti, Volga nehrinin kuzeyinde 18.300 km2'lik bir alanda yer alır. Bugünkü nüfusu yaklaşık 1.5 milyon kadardır ve bunun % 68'ini Çuvaşlar, geri kalanını ise Rus kökenliler oluşturmaktadır. Buna rağmen Rusça en çok konuşulan dildir.

Çuvaşların, X-XVI.yüzyıllarda eski Türk boylarının karışmasından meydana geldikleri yazılmıştır. Çuvaşların % 15'i Başkır ve Tatar bölgesindedir.

Çuvaşların yaşadığı bölge, 16. yüzyılda Rusların eline geçmiş, bölgede 1920'de özerk yönetim birimi oluşmuş, Nisan 1925'te de özerk cumhuriyet haline gelmiştir. SSCB'nin dağılmasından sonra (1991) Çuvaşistan Özerk Cumhuriyeti adını almıştır.

Başkırdistan Özerk Cumhuriyeti

Başkırdistan Özerk Cumhuriyeti, Ural Bölgesinin orta kısmında yer almakta ve Güney Urallar'dan batıya doğru Belaya ve Kama nehirlerine kadar uzanmaktadır. Kazakistan ve Tataristan ile diğer Rus bölgeleri arasında stratejik ulaşım bağlantılarını sağlamak açısından önemli bir yere sahiptir. Başkırdistan'ın yüzölçümü 143,600 km2 ve toplam nüfusu 4.097 milyondur. (Nüfus itibarıyla Başkırdistan, Rusya Federasyonu'nda 7. sırada yer almaktadır)

1552'de Kazan Hanlığı'nın yıkılmasından sonra her ikisi de Türk boyu olan Tatarlar ve Başkırlar, Ruslara karşı birlikte ayaklanmış, ancak XVIII. yüzyılın sonlarında Rus egemenliğine girmek zorunda kalmışlardır. Başkırlar her zaman Tatarlarla iç içe yaşamışlardır. Tarihi kaynaklara göre Tatar-Başkır ilişkileri tahmini bin yıl önceden başlamıştır. Başkırlar etnik yapı olarak Tatarlara yakındırlar. Ruslar, toplam nüfusun % 39.35'ini, Tatarlar % 28.4'ini, Başkırlar % 21.9'unu oluşturmaktadır. Başkırdistan'da yetmişten fazla halk yaşamaktadır.

İlk kez 1919'da SSCB. içinde Başkırd Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. Başkırların dili, Tatarcaya yakın olup Türk dilinin Kıpçak Bulgar alt grubunu oluşturur. Başkırtça daha çok konuşma dilinde kullanılmıştır.

Başkırların % 68'i Özerk Başkırdistan'da yaşamakta olup, geriye kalan % 32'si Ural bölgesindedir. Başkırlar daha çok kentsel yörelerde değil kırsal bölgelerde yerleşiktirler. Başkırdistan'ın dışında, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Ukrayna ve Rusya Federasyonu'nun diğer bazı bölgelerinde de Başkırlar yaşamaktadır. Ülke, Asya ile Avrupa'nın birleştiği bölgededir. Başkırdistan'da en önemli doğal kaynaklar petrol ve doğalgazdır. Bunların yanısıra demir ve demir dışı metaller, kömür, fosfor, altın, çinko rezervleri de mevcuttur. Ayrıca, ülke önemli oranda ağaç ve kereste potansiyeline sahiptir.

Başkırdistan, Rusya'nın en gelişmiş sanayi bölgelerinden biridir. Makina yapımı, petrol çıkarma ve işleme, kimya, kerestecilik, kağıt, inşaat malzemeleri üretimi başlıca sanayi dallarıdır. Ayrıca enerji üretimi, gıda sanayi, tekstil sektörü, ilaç sanayi ve inşaat malzemeleri sanayileri de gelişmiştir.

"Türk Birliği'ne inanıyorum, onu görüyorum."
Mustafa Kemal Atatürk

1991 yılında SSCB'nin dağılması, yaklaşık bir asırdır komünizmin kıskancında kalmış birçok Türk boyunun bağımsızlığını ilan etmesiyle sonuçlandı. 20. yüzyıl siyasi tarihinin en önemli birkaç olayı arasında sayılabilecek bu olay sonucunda Özbekistan, Azerbeycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan Türk Cumhuriyetleri ortaya çıkmış oldu. Bu, Türkistan'ın batı kısmını oluşturan 40 milyonluk bir nüfusun bağımsızlığına kavuştuğu anlamına geliyordu.

PERSPEKTİF

Değişen Dünya Dengeleri ve Osmanlı Vizyonu


Bilindiği gibi bir ülkenin dünyada söz sahibi bir güç haline gelmesi, ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri altyapısı kadar, bu altyapıyı nasıl değerlendirmesi gerektiğini belirleyen stratejik ufkuna da bağlıdır.

Dış politikada kalıcı sonuçlar elde etmek, dahası dünyada söz sahibi olan bir bölge gücü haline gelmek, ancak doğru stratejileri belirlemek ve bunlara uygun politikalar izlemekle mümkün olabilir.

Ancak bu gerçek karşımıza çok önemli bir soru çıkarır: Strateji, neye dayandırılacaktır?

Bu soru bundan 30 yıl önce, yani Soğuk Savaş yıllarında sorulsaydı, cevabı da mutlaka "komünist tehlikeye karşı uyanık davranmak" mantığında bir cevap olurdu. Çünkü o zamanlar dünyadaki stratejik denklemlerin hepsi ABD ile Soyvetler Birliği arasındaki çatışma ile belirleniyordu. İdeolojilerin çatışması, diğer bütün stratejik kavramları önemsiz hale getirmişti.

Oysa Soğuk Savaş'ın bitmesi bu yapay stratejik denklemleri sona erdirdi. Dünya Soğuk Savaş öncesine, bir başka ifadeyle aslına döndü. Stratejinin dayandığı asli unsurlar olan tarih, etnisite, kültür, din, coğrafya gibi kavramlar yeniden önem kazandı.

Ve bu tür bir dünyada Türkiye'nin izlemesi gereken milli strateji de kuşkusuz Türkiye'nin kimliği ile yakından ilişkili olmalıdır.

Bu kimlik, "Osmanlı kimliği"dir. Çünkü Türkiye büyük Osmanlı İmparatorluğu'nun yegane varisidir. Osmanlı paşaları, mebusları, entellektüelleri ve din adamları tarafından kurulmuştur. 1923'te çağın gereklerine uygun bir inkılap programı başlatmış ve hiç bir zaman Osmanlı kimliğinden kopmamıştır. Büyük Önder Atatürk'ün Osmanlı borçlarını son kuruşuna kadar ödemeyi kabul etmesi ve tüm ekonomik sıkıntılara rağmen bu borçların ödemelerine sadık kalması, bunun somut bir örneğidir. Atatürk'ün bu politikasının nedeni, henüz o dönemde Osmanlı mirasının Türkiye'nin dış politikası açısından büyük bir stratejik avantaj olduğunu görmüş olmasıydı.

Türkiye'nin bu Osmanlı kimliğine sahip oluşu ise, onun için büyük bir stratejik fırsattır, özellikle de kimliklerin belirleyici unsur haline geldiği günümüzde. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu bugün Türkiye'nin batısında ve güneyinde yer alan toprakları beş asır boyunca yönetmiştir. Bu uzun dönem boyunca da bu bölgelerde daha sonra asla sağlanamayan bir barış ve istikrar tesis etmiştir. Dolayısıyla Türkiye'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun varisi olarak, eski Osmanlı toprakları üzerinde bir nüfuz elde etme şansına sahip olduğu zaman zaman dile getirilen önemli bir gerçektir. Ancak bundan daha da önemli olan, Türkiye'nin Balkanlar ve Ortadoğu'ya "nizam" getirmiş olan yegane gücün mirasçısı olmasıdır.

Ancak bu stratejik yaklaşım siyasi ve ekonomik güç kadar vizyon da gerektirir. Bu vizyonun temelinde ise Türkiye'nin kendi kimliğini doğru tanıması ve tanımlaması geliyor. Türkiye'ye stratejik bir etki alanı kazandıran en önemli faktör, baştan beri vurguladığımız gibi, Osmanlı mirasıdır.

Türkiye bu Osmanlı mirasına ciddi bir biçimde sahip çıkmalıdır. Bu noktada yapılması gereken önemli işlerden biri, Osmanlı'nın kurmuş olduğu "nizam"ı tarihsel delilleriyle ortaya koymak ve dünyaya anlatmaktır.

Türkiye tarihsel gerçekleri ortaya koymalı, Osmanlı döneminde Balkanlar ve Ortadoğu'da nasıl bir istikrar, adalet, barış ve nizam kurulduğunu izah etmeli ve bu tarihsel gerçeği aktif politikaları için temel haline getirmelidir. Bu nedenle Türkiye'nin tarihçileri, sosyologları ve tüm tanıtım-propaganda imkanları seferber edilmelidir.

Bu tür bir stratejik kültür politikasının son derece etkili olacağından kimse kuşku duymamalıdır. Türkiye'nin stratejik ufku, Osmanlı mirasına sahip çıkabilmesiyle orantılı olarak genişleyecektir. Türkiye'nin 21. asırda bir bölge gücü haline gelmesi, tarihsel ve dini kimliklerin giderek daha önemli hale geldiği dünyaya damgasını vurabilmesi, böylelikle kolayca mümkün olacaktır.

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo