Sahip olduğu zengin elmas ve altın madenlerine rağmen dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan, zamanın Fransız sömürgesi Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Müslümanlara yönelik bir etnik kıyım yürütülüyor. Televizyonlara yansıyan korkunç sahneleri, yollarda sağlı sollu yatan parçalanmış cesetlerin fotoğraflarını bir an görmek bile insanları derinden sarsıyor. Geçtiğimiz günlerde merkezi ABD'de bulunan İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch-HRW), Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki iç savaş yüzünden tüm Müslüman nüfusun ülkeyi terk etmek zorunda kalabileceği uyarısında bulundu. Yaklaşık 4.5 milyon kişinin yaşadığı ülkede Müslümanlar nüfusun yüzde 15'ini oluşturuyor.
Orta Afrika Cumhuriyeti geçen yıl, içinde Hristiyan, Müslüman ve yerel din mensubu olan 5 değişik silahlı grubun bir araya gelmesi ile oluşan Seleka isyancılarının yönetimi ele geçirmesinin ardından büyük bir çatışma ortamına sürüklendi. Seleka isyancıları Hıristiyan halka vahşice saldırmaya başladılar. Ancak burada önemle belirtmek gerekir ki, Seleka içerisindeki Müslüman kimliği taşıyan gruplar, bu uygulamalarını ve saldırılarını İslami bir temele dayandırmış değiller. Ancak buna rağmen, yine de halk tarafından, grubun Müslümanları temsil ettiği kabul edildi. Bu kez ayaklanan halkın Seleka’ya olan öfkesi, başkent ve çevresinde yaşayan savunmasız, masum Müslüman azınlığa yöneldi. Seleka mensupları ise başkenti terk etmek zorunda kaldılar.
BM rakamlarına göre, bu güne kadar en az 2 bin kişinin karşılıklı çatışmalarda hayatını kaybettiği, bir milyon kişinin göç etmek zorunda kaldığı ülkede, durumun daha da kötüye gitmesinden endişe ediliyor. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde şu anda 6000 Afrikalı ve 1600 Fransız barış gücü askeri görev yapıyor. Ancak soykırım uyarısı yapan uluslararası gözlemciler, BM’yi krize müdahale etmeye çağırıyor. Bölge ülkeleri, en az 10 bin barış gücü askerine daha ihtiyaç olduğunu belirtiyor.
Ayaklanmanın ardından ortaya çıkan ve Seleka birliklerinden farklı olarak otomatik silahlar ve roketatarlarla donanmış olan Anti-Balaka, bu kez Müslümanların yoğun olduğu bölgelerde vahşi katliamlara, etnik temizliğe başladı. Devlet gücünün ve egemenliğinin olmadığı ülkedeki Müslüman halk, yaşadıkları köyleri terk ederek komşu ülkelere, özellikle Çad ve Kamerun’a ulaşmaya çalışırken Anti-Balaka tarafından öldürülüyor.
Bugünkü bilanço ise çok ciddi boyutlarda; HRW’nun verdiği rapordaki bir örneğe göre, bu yılın başında altın ticaretinin merkezi olan Yaloke kentinde, 30.000 nüfus ve 8 tane cami vardı. 6 Şubatta 500 Müslüman ve tek bir cami kalmıştı. Kalan insanlar da bu camiye sığınmışlardı. Bangui gibi Müslümanların yoğun olduğu kentler artık hayalet şehirlere dönüşmüş durumda. Anti-Balaka birlikleri yaptıkları açıklamalarda tek bir Müslüman kalmayana kadar öldürmeye devam edeceklerini ifade ediyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti zulüm gören tüm bölge ülkelerine olduğu gibi, Orta Afrika Cumhuriyeti’ne yönelik de ciddi bir diplomasi hareketi başlattı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 20 Şubat 2014 tarihinde Suudi Arabistan'da Bakanlar düzeyinde acil olarak gerçekleştirilen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) toplantısında “İslam İşbirliği Teşkilatı’nın kara kıtanın ortasındaki Müslüman halkın içinde bulunduğu zor durumu bitirmek için elinden geleni yapması gerektiğini” ifade etti ve bazı somut tekliflerde bulundu. İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından Orta Afrika Cumhuriyeti’nde keşif görev gücü oluşturulmasını ve ayrıca özel temsilci atanmasını önerdi. Orta Afrika Cumhuriyeti’ne ve komşularına yönelik insani yardımın önemine de dikkat çeken Sayın Ahmet Davutoğlu, insani yardımın İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından hazırlanacak Eylem Planı’na dahil edilmesi gerektiğini belirtti. Ayrıca ülkemizin Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki duruma nasıl katkıda bulunabileceğinin tespit edilebilmesi amacıyla gelecek hafta Bangui’ye bir Özel Temsilci ve insani yardım ekibi gönderileceğini vurguladı.
Ancak sadece Türkiye’nin ya da İİT’nin yapacağı bir insani girişimle bu büyük vahşetin son bulmayacağı açıktır. Orada, sadece Fransa’nın tarafsızlığını yitirdiği için eleştirilen askeri gücüyle sonuçlandırılamayacak büyük bir etnik soykırım yaşanmaktadır. Bu nedenle de uluslararası bağımsız bir gücün bölgeye acilen konuşlandırılması ve çatışmanın son bulması için her türlü girişimin yapılması gerekmektedir. Bölgede barış ve huzurun tesis edilmesi için uluslararası gücün yanı sıra, insan hakları örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının daha etkin ve beraber hareket etmeleri gerekmektedir. Bunda gecikmek, ancak vahşetin giderek büyümesine göz yummak olur.
Adnan Oktar'ın Harakah Daily'de yayınlanan makalesi: