Her bir sinir hücremizde her an çok kompleks bir dönüşüm yaşanır. Nöronlardaki iletişim, elektrokimyasal yani kimyasal habercilerin, elektrik sinyalini açığa çıkardığı bir işlemdir.
Elektriksel iletişimi anlayabilmek için öncelikle diğer bir denge mekanizmasına değinmek gerekir. Sözü edilen, sinir hücresi içindeki elektrik yüklü kimyasalların, yani iyonların oluşturduğu harika dengedir. Nöronlarda önemli görevler üstlenen iyonlar; 1 artı yüke sahip olan sodyum ve potasyum, 2 artı yüklü kalsiyum ve 1 eksi yüklü klorid iyonlarıdır. Bunlara ek olarak bazı eksi yüklü protein molekülleri bulunmaktadır. (Harun Yahya, Atom Mucizesi)
Nöron "dinlenme" konumundayken negatif yüklüdür. Bu durumda sinir hücresi içinde, eksi yüklü proteinler ve değişik iyonlar bulunur. Nöron içindeki potasyum iyonu dış ortama oranla daha fazla, klorid ve sodyum iyonu ise daha azdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bunların rastgele dizilmiş olmayıp belirli bir dengeyi korumak için bu oranların özel olarak belirlenmiş olması ve korunmasıdır.
Alıcı sinir hücresinin zarındaki reseptörlere bırakılan mesaj, hücre içinde adeta domino taşlarının hareketini andıran bir dizi işlem başlatır. Henüz detayları tam olarak bilinmeyen bu işlemler sırasında yüzlerce proteinin görev aldığı düşünülmektedir. Kusursuz bir düzen içinde birbiri ardına gerçekleşen bu işlemler, hücre zarındaki belirli iyon kanallarının açılmasına yol açar. Böylece hücre içine alınan sodyum iyonları, başlangıçta negatif elektrik yüklü (-70 milivolt) olan hücrenin nötr duruma geçmesine neden olurlar. Hücre içi ile dışı arasındaki iyon transferi de bir elektrik sinyalini açığa çıkarır. Hemen hatırlatalım ki, burada olabildiğince basitleştirerek anlattığımız bu işlemler, bir saniyenin binde birinden daha küçük zaman aralığında olup biter.
Oluşan sinyal, akson uzantısı boyunca hızlı bir yolculuk yapar ve terminallerin ucundaki sinaps noktalarında diğer hücrelere haber ulaştıracak kimyasal işlemleri başlatır. Sinyalin akson boyunca ortalama hızı saniyede 120 metredir. Bunun nasıl bir sürat olduğunu anlayabilmek için basit bir hesaplama yaparsak, karşımıza saatte 432 kilometrelik bir hız çıkar.
Mesajı ileten ve görevini tamamlayan sinir hücresi tekrar dinlenme konumuna geçer. Bu geçiş, sodyum ve potasyum kanallarının saniyenin binde birinden küçük sürelerde açılıp kapanmasıyla gerçekleşir. Gerçekten de ortada olağanüstü bir durum vardır. İleri teknolojiyle yapılmış bir saat olmaksızın saniyenin binde birini kontrol edemezsiniz. Böyle bir saate sahip olduğunuzu varsayalım, yine de tek bir sinir hücrenizin üzerindeki iyon kanallarının açılıp kapanmasını koordine edemezsiniz. Düşünün ki her an cereyan eden milyonlarca işlemi siz yürütmeye kalksaydınız, saniyenin sadece binde biri gibi bir zamanlama hatası, işleri içinden çıkılmaz bir duruma getirirdi.
Apaçık Bir Gerçek
Nöronları diğer hücrelerimizden ayıran önemli özellikler daha vardır. Bunlardan biri, vücuttaki diğer hücreler sürekli olarak yenilenirken, nöronlar değişmezler. Yaşlanmayla birlikte sayıları azalır ancak yine de bir insanın yaşlılığındaki mevcut sinir hücreleri gençlik yıllarındakinin aynıdır. Buraya kadar anlatılanlar da, bir insan ömrü boyunca çalışan nöronlardaki iletişim sistemlerinin oldukça basitleştirilmiş bir anlatımıdır. Akıl ve bilgi sahibi bir insan bile bunları anlamakta güçlük çekerken, hücreler ve hormonlar ilk insandan bu yana yaşamış olan milyarlarca insanda bu işlemleri büyük bir beceri ile hiç aksatmadan yerine getirmektedirler.
Peki sahip olduğumuz sinir hücrelerinin her birindeki son derece kompleks sistemler nasıl ortaya çıktı? Vücudumuzdaki 100 milyarlarca sinir hücresinin inanılmaz uyumu nasıl var oldu? Hiçbir karışıklığa meydan vermeden böylesine mükemmel bir iletişim nasıl sağlanıyor? Olağanüstü hassas dengeler ve zamanlamalar üzerine kurulu bir sistem, nasıl bir an olsun hata yapmaksızın çalışıyor?
İnsanın aklına "nasıl"larla dolu yüzlerce sorunun gelmesi oldukça doğaldır. Burada asıl garipsenecek olan, tüm bu gerçeklere rağmen bu kusursuz sistemlerin tamamının kör tesadüfler sonucu oluştuğunu iddia eden evrim teorisini savunmak için boş yere uğraşan bazı bilim adamlarının durumlarıdır. Hayatın kökenini rastgele oluşan hayali bir "ilk hücre"ye ve imkansız kelimesinin yetersiz kaldığı tesadüflere bağlamaya çalışan evrimcilerin yukarıdaki sorulara verebilecek cevapları yoktur.
Hiç şüphesiz böylesine mükemmel mekanizmaların varoluşunun bir tek açıklaması vardır: Hücreleri yoktan var eden, alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Hücrelerin içindeki ve aralarındaki inanılmaz derecedeki karmaşık iletişim sistemlerini en ince ayrıntısına kadar düzenleyen de hepimizin yaratıcısı olan Rabbimizdir. Durmaksızın çalışan atomları, proteinleri ve molekülleri hizmetimize veren, yüceltilmeye ve övülmeye layık olan da yalnızca Allah'tır:
"Şu halde hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve alemlerin Rabbi Allah'ındır. Göklerde ve yerde büyüklük O'nundur. O, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Casiye Suresi, 36-37)