“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.” (Hucurat Suresi, 10) ayetinde bildirildiği gibi Müslümanlar aynı iman bağı ile birbirlerine bağlı olan kardeşlerdir. Bu nedenle dünyanın farklı bölgelerinde yaşasalar, farklı diller kullansalar, ırkları ve renkleri farklı bile olsa birbirlerinin sadık dostu ve yardımcılarıdırlar. Müslümanların aralarındaki bu kardeşlik, birbirleri için her türlü fedakarlığı ve yardımlaşmayı seve seve yapmalarını gerektirir. Bu kardeşliğin gereği olarak, inananlar, Allah yolunda bir zorluk ve sıkıntıya uğradıklarında, diğer Müslümanların kendilerine hiç tereddüt etmeden yardımcı olacaklarından emin olmalıdırlar. Zaten yardımlaşmak ve ihtiyaç içerisinde bulunan kardeşlerine destek olmak tüm Müslümanların üzerine bir sorumluluktur. Aralarındaki dayanışma sebebiyle, Allah müminleri “birbirlerinin velisi” olarak nitelendirmektedir.
Allah’ın bu emri gereği tüm Müslümanlar kardeşlerinin huzuru ve mutluluğunu samimi olarak istemelidirler. Elbette bu hizmet sırasında çeşitli zorluklarla karşılaşırlar. Ancak Müslümanların birbirlerine olan bağlılıkları ve aralarındaki dayanışma, topluca bu zorlukların üstesinden gelebilmelerini sağlar.
Hepimizin bildiği gibi son günlerde İslam dünyasında büyük bir hareketlenme yaşanıyor: Darbeler yapılıyor, iç çatışmalar çıkıyor, kısacası Müslümanlara yapılan zulümler artarak devam ediyor. Gerek dünya basını gerekse ülkemizdeki gazete, televizyon ve sosyal medya haberlerine baktığımızda herkesin perde arkasında bir fail aradığını görüyoruz. İslam coğrafyasının dünyayı saran “İslamofobya”dan kaynaklanan bir takım haksızlıklara maruz kaldığı inkar edilemez bir gerçektir. Fakat İslam dünyasını oluşturan ülkelerin bu karışıklıklarda hiç mi payı yoktur?
Şikâyet etmek, yakınmak, sürekli mağduriyetini dile getirmek, protesto etmek, hep başkalarına suçu yüklemek İslam âlemine ne kazandıracaktır?
Müslümanlar tüm Müslümanlardan sorumlu olduklarını düşünüp birlik bilinci içinde hareket etmeleri gerektiğini ne zaman kavrayacaklardır?
Zulüm Gören Müslümanları Korumak Her Müslümanın Görevidir
Filistin’de, Endonezya’da, Doğu Türkistan’da, Patani’de, Mısır’da, Suriye’de veya dünyanın herhangi başka bir yerinde Müslümanların çok acı ve zulüm gördükleri açıktır. Halen Müslüman ülkelerin çoğunda savaşlar, iç karışıklıklar devam etmektedir. Bu savaşlarda yüz binlerce silahsız insan hayatını kaybetmekte, kadınlar tecavüze uğramakta, işkence görmekte milyonlarca Müslüman evlerinden yurtlarından çıkarılmakta, sakat kalmakta, yakınlarını kaybetmektedir. Masum çocuklar hala kurşunlara hedef olmakta, bebekler kundaklarında katledilmekte, kaçmaya çalışan insanlar mayınlara basarak sakat kalmaktadırlar. İnsanlar eşi benzeri görülmemiş bir vahşete tabi tutulmakta, zulme uğramaktadırlar. Hatta Mısır örneğinde olduğu gibi namaz kılma ibadetini gerçekleştirirken bile acımasızca şehit edilmektedirler. Müslümanların bulunduğu pek çok ülkede kadınlar, çocuklar zulme uğratılmaya, eziyet görmeye devam etmektedirler. Müslüman topluluklar birer birer bağımsızlıklarını yitirmekte, kendilerine yardım eli uzatacak vicdan sahibi insanların yardım etmesini beklemekte ama seslerini duyuramamaktadırlar.
Eziyet gören, şehit edilen bu Müslümanların varlığından herkes haberdardır. Çünkü hemen her gün, gazetelerde, te- levizyonlarda bu çaresiz, zavallı, kimsesiz ve muhtaç insanların görüntülerine rastlamak mümkündür. Pek çok kimse bu insanların içinde bulundukları durumu görür, onlara acır. Ancak bir süre sonra konuştuğu konuyu ya da seyrettiği kanalı değiştirince veya okuduğu gazetenin sayfalarını çevirince bu insanların varlığını unutur. Çoğu kişi bu insanları bulundukları durumdan kurtarmak için bir çaba harcaması gerektiğini, Müslümanların birbirlerinden sorumlu olduklarını düşünmez. Ve “dünyada o kadar zengin ve güç sahibi ülke ve yöneticiler varken o insanları kurtarmak bana mı kaldı” gibi yanlış düşüncelerle sorumluluğu başkalarının üzerine atar.
Bu gibi kişiler, “evimde sorun yok, işimde sorun yok, ticaretim aksamıyor, çocukların okullarında da mesele yok” deyip bir kenara çekilmeyi tercih ederler. Oysa böyle bir tavır ancak dünyaya büyük bir hırsla bağlı olan, bu geçici ve çok kısa olan ömründe dünyevi menfaatlerin peşinden koşan insanlar için geçerli olabilir. Müslüman sessiz kaldığı fikren engel olmadığı bu zulmün bir gün devleşip kendisine de büyük zarar verebileceğini unutmamalıdır. Ucu kendisine dokunmayan şiddete sessiz kalmanın büyük vicdansızlık olduğunu bilmelidir. Özellikle de önemsiz meselelerde binlerce defa “aslan” kesilenlerin bu önemli olayla karşı karşıya kalınca sorumluluğu başkalarına bırakmaları ciddi bir ahlak bozukluğudur. Allah rızası için gayret etmek gerekirken, zulüm gören Müslümanları tek başına bırakmaya çalışmak, “o ülkeden bize ne biz kendi ülkemize bakalım” mantığıyla hareket etmek, bir köşeden olayların durulmasını izlemek, samimi ve gerçek Müslümanlık değildir.
Zulüm gören Müslümanları kurtarmak için vicdan sahibi olan her Müslümanın bu sorumluluğunu bireysel olarak hissetmesi gerekir. Tüm Müslümanların hissetmesi gereken bu sorumluluğa Yüce Allah şöyle dikkat çekmiştir:
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına çaba göstermiyorsunuz?” (Nisa Suresi, 75)
Sorumluluk Sahibi Olan Müslümanlar İslam Dünyasının Yaşadığı Sorunlar Hakkında Özeleştiri Yapmalıdır
Müslümanların şu sorular hakkında samimi olarak düşünmeleri gerekir.
www.turkislambirligimujdesi.com
Müslümanların Zulme Karşı Sorumlulukları Allah’ın ve Resulullah (s.a.v.)’in Yoluna Uymak Olmalıdır
Müslümanlara karşı yapılan zulüm konusunda çekimser veya şiddete dayalı geçici çözümler önerenler bilmelidirler ki, onların olaylara karşı ilgisiz tavırları Müslümanlara karşı yapılan zulmü daha da artırır. Çünkü dünyanın herhangi bir yerinde zavallı ve masum Müslümanlar hiçbir sebep olmadan katledilirken diğer Müslümanların bu olup bitenler karşısında hiç ses çıkartmamaları ve sessizce bu zulmü seyretmeleri kötülere ve zalimlere destek olmaları anlamına gelir. Sırf kendi rahatları, huzurları bozulmasın diye zulme tepkisiz kalanlar, elbette ki ahirette zulme ve haksızlığa karşı sabır ve dirayet gösterenlerle birlikte olmayı umamazlar.
Müslüman ülkelerde yaşanan olaylar için bazı Müslüman kardeşlerimizin farklı düşünceleri de olabilmektedir. Bazı kardeşlerimiz şiddete şiddetle karşılık verilmesi yönünde düşünmektedirler. Halkın ve devlet güçlerinin karşı karşıya gelmesi, birbirlerine karşı bıçak satır ve ateşli silahlar kullanmalarının zulme çözüm olacağını savunanlar, bu düşüncenin zulme asla engel olamayacağını bilmelidirler. Zulüm, sokak çatışmalarıyla, yağmalarla, saldırganlıkla, şiddetle son bulmaz. Şiddete dayalı yöntemle meydana gelecek değişim, asla insanların özlemi ve ihtiyacı içinde oldukları huzuru, refahı ve güveni onlara sunmaz.
Bazı kardeşlerimiz ise tüm iyi niyetleriyle insani yardım, ateşkes, insani koridor, mülteci kampları gibi suni çözümlerle Müslümanlara yapılan zulmün duracağı düşüncesine sahiptirler. Elbette insani yardımlarla birtakım başarılar ve gelişmeler elde edilebilir. Ama bunlar kalıcı ve tam tatmin edici çözüm oluşturmaz. İnsani yardımların yapılması, güçsüz ve zayıf bırakılmışların her türlü ihtiyacının karşılanması Allah’ın Kuran’da emrettiği güzel bir ahlak özelliğidir. Ancak bu, tek başına, insanların sorunlarının çözümü için yeterli değildir. Çünkü bu yardımların kim tarafından ve nasıl dağıtılacağı yani milletin menfaatinin gözetilip gözetilmeyeceği de olayın bir başka boyutudur.
Diğer taraftan insanların hayat şartlarının iyileştirilebilmesi için ülke içinde bir düzenin ve istikrarın mevcut olması çok önemlidir. Bu istikrar ekonomiden sosyal yaşama kadar her alana hakim olmalıdır. Müslüman ülkelerin bir kısmı bu bakımdan da tam bir karmaşa içindedir. Sonuçta insani yardımların çözüm olması, bu yardımların küçük, etkisinin büyük sonuçlar doğuracağının beklenmesi çok büyük bir hatadır. Çünkü Allah bu konuda tüm inananlar için tek bir çözüm bildirmiş ve birleşmelerini emretmiştir:
“Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff Suresi, 4)
Unutulmamalıdır ki; kalıcı ve gerçek çözüm, ancak Allah’ın ve Resulullah (s.a.v.)’in gösterdiği yola uyarak sağlanır.
www.turkislambirligiyolunda.com
İslam Birliği’ni tesis etmenin aciliyeti çok açıkken, kendilerince bu birliğin kurulmasını imkansız görenler, bunun için gayret etmeyenler, bu yolda yapılan çalışmaları desteklemeyenler çok büyük bir vebal altına girdiklerini unutmamalıdırlar. Zulme rıza göstermenin de zulüm olduğu gerçeğini göz ardı etmemelidirler. Bu büyük coğrafyada akan her damla kandan, yıkılan her evden, şehit olan her masumdan, yaralanıp sakat kalan her mazlumdan, açlık ve yokluk içinde yaşayan her insandan İslam Birliği için gayret etmeyen her Müslüman sorumludur. Türk-İslam Birliği’nin kurulması Allah’ın Kuran’da gösterdiği, Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinde detaylarıyla anlattığı tek çözümdür. Birlik olmak Kuran’a göre farz, dağılıp ayrılmak ise haramdır.
Müslüman Ülkelere Barış ve Huzurun Gelmesi İçin Tek Çözüm İslam Birliğidir
Müslümanların yapması gereken en önemli ve akılcı hareket “birlik” olmaktır. İslam dünyası sürekli yönlendirilen, iç işlerine müdahale edilen, darbe yapılan, ekonomik olarak dış ülkelere bağımlı, siyasi olarak küresel güçlerin sözünü dinlemek durumunda bırakılan sistemden kurtulmak istiyorsa, bir an önce birlik olmalıdır. Sorumluluk sahibi bir Müslüman “İslam’ın dünyaya hızla yayılmasından rahatsız olan, Kuran’ı Müslümanların elinden almalıyız diyen, İslam’ın yükselen yıldızını söndürmeye çalışan karanlık mihrakların hain planlarına teslim olmak istemiyoruz” diye düşünüyorsa bunun yolu İslam Birliği’ni savunmaktır. İnkarcılar kendi menfaatleri doğrultusunda, aynı düşünceyi ve felsefeyi savunmayanlarla bile asgari müştereklerde birleşip kötülük, fitne ve bozgunculukta ittifak kurarlar. Eğer İslam alemi kendi arasında ittifak kuramazsa Allah yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgunculuk olacağını bildirmiştir:
“İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)
İslam dünyasının yapması gereken, mezhep, ırk çatışmalarına izin vermeyerek, ortak paydalarda birlik olup, Türkiye önderliğinde kurulacak, “İttihad-ı İslam”ı hızla hayata geçirmektir. Bu birlik İslam’ın güzelliğinin önce tüm bölgeye yayılmasına, problemlerin kendi içinde çözülmesine vesile olacak, başka ülkelerin Müslümanların iç işlerine karışmasına engel olacak, mezhep çatışmaları, iç karışıklıklar ve kargaşaları durduracaktır. Tüm İslam alemi ancak, bir merkezde birleşerek tek vücut olacağını daima hatırda tutmalıdır. Sevgili Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin 21. Lemalar risalesinde bildirdiği gibi “birlik” olduğu zaman vücudun tüm azaları rahat ederek tıpkı bir fabrikanın çarkları gibi birbirleriyle son derece uyumlu ve birbirlerini tamamlayıcı yönde hareket etmeye başlarlar. İslam ahlakının getirdiği güzel ahlakla, bir el diğer elle rekabet etmez, bir göz diğer gözü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalp ruhun ayıbını görmez, tam tersine birbirlerinin noksanını tamamlar, kusurlarını örterler, her türlü ihtiyacını giderirler. Kısacası: İslam coğrafyasının her türlü hakları korunur, ayrımcılık, haksızlık, zulüm son bulur, siyasi, sosyal ve iktisadi olarak müthiş bir güç ortaya çıkar.
Zaman her insanın kendi başının çaresine bakmasının değil, her Müslümanın diğeri için de ciddi bir çaba göstermesinin vaktidir. Birçok Müslüman peygamber kıssalarını, sahabelerimizin hayatlarını detaylarıyla okur, onları takdir eder, üstün ahlaklarını övücü konuşmalar yapar, cesaretlerini, atak ve itidalli, kınayanın kınamasından korkmayan, asla yılmayan, her türlü zorluğa göğüs geren tavırlarını anlatır. Bu mübarek insanlar, Allah’ın sevdiği, cennetinde ağırlayacağını müjdelediği, son derece kıymetli ve fedakâr insanlardır. Onlar hayatları boyunca iyilik ve dürüstlük konusunda gözü kara davranmışlardır. Ancak bugün Müslümanların sorumluluğu sadece onların hayatlarını anlatmak değil, onları örnek almak ve her an onlar gibi davranmaktır. Her vicdan sahibi Müslümanın sorumluluğu İttihad-ı İslam için çaba sarf etmektir. Bu sadece Müslüman ülke halkları için değil tüm insanların da rahat ve huzur bulacağı, barış içinde yaşayacakları tek çözüm yoludur. Allah’ın adetullahı gereği Rabbimiz mutlaka İttihad-ı İslam’ı oluşturacaktır. Fakat önemli olan daha fazla acı çekilmeden, vakit kaybedilmeden bu farz vazifenin gerçekleşmesi yönünde çalışmaktır.
Müslümanların bir araya gelmesi “Ya Allah Bismillah” deyip, şeytandan Allah’a sığınıp birleşmeleri Yüce Allah’ın farz kıldığı vazifenin başlangıcı olarak büyük bir sevinç kaynağı olacaktır. Rabbimiz tüm Müslümanların kardeş ve tek bir topluluk olmaları gerektiğine ayetlerde şöyle dikkat çeker:
“Gerçekten, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana ibadet ediniz. Onlar, işlerini kendi aralarında parça parça dağıttılar (dinlerinde bölünmeler yaptılar); hepsi Biz’e döneceklerdir.” (Enbiya Suresi, 92-93)
“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)
Alevi, Sünni, Şii, Vahabi, Caferi ve diğer mezheplere mensup tüm Müslümanlar din kardeşi olduklarının şuuruna varmalı, işkence gören, yurtlarından sürülen, öldürülen, sakat bırakılan Müslümanların haykırışlarına kulak vermeli, zaten bugüne kadar hayli vakit kaybettiklerini bir an önce kavrayıp daha fazla vakit kaybetmemek için derhal harekete geçmelidirler. Unutulmamalıdır ki, birleşmek ve ayrılığa düşmemek, Allah’ın hepimize farz kıldığı bir hükümdür. Allah’ın bu hükmünü aciliyetle yerine getirmenin Allah’ın rızasına en uygun olan davranış olacağı açıktır.