www.mehdinincikisalametleri.beyazsiteler.com
Birleşmiş Milletler dünya üzerinde yaklaşık 50 milyon mültecinin olduğunu bildirmekte ve bu mültecilerin çok büyük bir bölümünü Müslümanların oluşturduğuna dikkat çekmektedir. Özellikle de sömürgeci ülkelerin İslam topraklarının zengin kaynaklarını ele geçirme hedefleri nedeniyle son bir asırdır milyonlarca Müslüman toprağını, evini, işini terk etmiş, komşu ülkelerde, kamplarda çok zor şartlar altında yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Savaş, şiddet ve işgal neticesinde gerçekleşen bu ilticaların ardından terk edilen topraklara başka halklar yerleştirilmiştir. Örneğin günümüzde Filistin halkının üçte ikisi mülteci konumundadır. Hatta Filistin’in içinde yaşayanların dahi büyük bölümü evlerini terk etmek ve kamplarda yaşamak zorunda bırakılmışlardır. ABD müdahalesinin ardından çok sayıda Iraklı, zulüm gördükleri Burma’da evlerini terk eden Arakanlılar, 2 milyona yakın Afgan, Keşmirli, Somalili, Rohingyalı kısacası yüzbinlerce mülteci var. Şimdi de Suriye’de yüzbinlerce mülteci ana yurtlarını terk etmektedir.
İslamiyet’in ilk yıllarında işkence ve zulüm dayanılmayacak noktaya geldiğinde Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Muhacirler Medine’ye iltica etmişlerdi. Mekke’den Medine’ye göç eden bu Müslümanlara “Muhacirler” yani göç edenler denilmiştir. Muhacirler Medineli Müslümanlar tarafından çok güzel bir şekilde ağırlanmışlardır. Muhacirleri barındıran, onlara her türlü yardımda bulunan Medineli Müslümanlar ise “Ensar” (yardım edenler) olarak adlandırılmıştır, Allah bu iki mümin topluluğunun her ikisinden de razı olduğunu şöyle bildirmektedir:
“İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cehd edenler (çaba harcayanlar) ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mümin olanlar bunlardır. Onlar için bir bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.” (Enfal Suresi, 74)
Peygamberimiz (s.a.v.)’in “Ensar-yardımcı” ismini verdiği Medine halkı önceki yıllarda hac mevsimlerinde Mekke’ye giderek gizlice Resulullah (s.a.v.)’e biat eden ya da biat eden Müslümanların tebliği ile İslam dinini kabul eden Yesriblilerden oluşuyordu. İslam’ı Mekkeli Müslümanların çoğundan daha geç kabul etmişlerdi ama onlar gibi güzel ahlaklı, samimi ve fedakardılar. Bu değerli zatlar kendilerine sığınan Muhacirleri kardeş bilmiş, mallarını evlerini, yiyeceklerini Muhacirlerle gönülden paylaşmışlar ve üstün bir ahlak göstermişlerdir. Allah Ensar’ın gösterdiği bu güzel ahlakı şöyle bildirmiştir:
“Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr Suresi, 9)
Ensar’ın bu güzel ahlakı hayırlara vesile olmuş ve İslam sadece Medine’ye değil tüm dünyaya yayılmıştır. Allah hicret edenleri ve onlara yardım eden bu üstün ahlaklı Ensar’ı Tevbe Suresi’nde şu şekilde müjdelemektedir:
“Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.” (Tevbe Suresi, 100)
Kuran ayetlerinde gösterdikleri fedakarlık, sevgi, şefkat ve merhametleri övülen bu topluluğun güzel tavırları günümüzdeki mülteciler için de uygulanmalıdır.
Suriye ile ilgili tartışmaları dinlemek, bazı provokatörlerin çirkin tavırları yüzünden bu mazlum insanların tekrar savaş ortamına dönmeyi tercih ettiklerini duymak, gümrük kapılarında beklerken yüzlerindeki o çaresiz ifadeyi görmek vicdan sahibi insanların tümünü elbette çok rahatsız etmiştir. Düşünün ki bu insanların çok büyük bölümü meslek sahibi, geniş imkanlara sahip, evi, arabası, geçim kaynakları olan insanlardı. Ancak Suriye’deki zulüm o kadar şiddetli ki, ölüm korkusuyla arkalarına dahi bakmadan kardeş topraklara iltica ettiler, hicret ettiler. Her an bombalanmak, tecavüze uğramak, dipçiklerle öldürülmek yerine Muhacir olmayı, mülteci olmayı tercih ettiler. Yıllardır emek emek kurdukları hayatlarına dair hiçbir şeyi akıllarının ucuna dahi getirmeden sadece ailelerini koruyabilmek için topraklarımıza sığındılar.
Ülkemize gelen bu Suriyeli kardeşlerimizle olan ilişkimizi politika, siyaset veya ülke ekonomisi çerçevesinde düşünmek, “konjonktür, jeopolitik, reelpolitik” gibi kavramların arkasına sığınarak soğuk açıklamalar yapmak insanlığımız adına büyük bir felaket olur. Bizim hayatımıza dair her şeyi olduğu gibi halihazırda yaşanan bu durumu da İslam ahlakı çerçevesinde, sağduyu ve vicdanla düşünmemiz ve ona göre vicdanımızı kullanarak davranmamız gerekir.
Allah Kuran‘da Muhacirlerle, yani zalim yöneticilerin elinde zulüm gören savunmasız insanlarla karşı karşıya olduklarında Müslümanların nasıl bir tavır göstermeleri gerektiğini şöyle bildirir:
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
Ayette bildirildiği gibi mazlum erkekler, kadınlar ve çocuklar söz konusu olduğunda Müslümanların hemen yardıma koşmaları emredilmektedir. Bu yardım zamanın şartlarına göre gerekirse savaşmak, gerekirse tüm imkanlarını onlar için seferber etmektir. Allah bu ayetiyle ırk, inanç, mezhep hiçbir ayrım gözetilmeden zulme uğratılan her kavme yardım etmeyi Müslümanlar üzerine bir sorumluluk kılmıştır.
Kuran ayetlerinde zulüm gören bir kavme yardım için gerekirse savaşılması emredilirken, evini, yiyeceğini, suyunu ve diğer maddi imkanlarını bu mazlum insanlarla paylaşmamak, yardıma muhtaç olan savunmasız insanlara yardım etmemek, sadece kendi çıkarlarını düşünmek Kuran’da yerilen, çirkin bir davranıştır. Kuran’da “yolda kalmış kişilere” yardım eli uzatılması şöyle emredilmiştir
“Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma.” (İsra Suresi, 26)
Görüldüğü gibi yolda kalmış kişiler Kuran ayetlerine göre yardım etmede öncelikli bir gruptur. Mültecilik ise yolda kalmışlığın, yani evsiz, yiyeceksiz bir yolculuk halinin tam karşılığını oluşturmaktadır.
İşte İslam ahlakının ve vicdanın bir gereği olarak bizler de Peygamberimiz (s.a.v.)’i ve sahabeleri üstün bir ahlak örneği göstererek en güzel şekilde karşılayan Ensar gibi olmalıyız. Kendimizden önce Suriyeli kardeşlerimizi düşünmeli, önce onların yiyeceğini, içeceğini, sıcağını, yatacak yerini temin etmeli, onları rahatsız edecek her türlü tavır ve konuşmadan dikkatle kaçınmalıyız.
Hicret, yalnızca Peygamberimiz (s.a.v.) döneminde yaşamış olan sahabeler için değil, onlardan sonra yaşayan ve onların yolunu izleyen tüm müminler için son derece güzel bir örnek oluşturmaktadır. Önemli olan ise, hicretin şeklinden çok, hicret sırasında yaşanan manevi gelişim, imani olgunluk ve güzel ahlak ya da bir başka deyişle hicretin ruhudur. Bu ruh, farklı şekillerde de olsa tüm müminler tarafından her çağda ve her coğrafyada yaşanabilir.
wwwderinAllahsevgisi.imanisiteler.com
“Suriyeli mülteci kardeşlerimizin yaşadığı zulme seyirci kalmak olmaz”
“Suriyeli mültecilere yönelik sözler çok ayıptır, misafire böyle söylenmez. Bakın, bu insanlar nasıl geliyor biliyor musunuz?
Kaçıyor çocuklarıyla beraber, diyorlar ki “Çocuklarımıza, kızlarımıza tecavüz ediyorlar, bizleri öldürecekler” diyorlar. “Allah rızası için bizi kurtarın” diyorlar. Kapıya gelmiş, sen de kapıyı yüzlerine kapatıyorsun. Ne konuma düşersiniz biliyor musunuz, Allah vermesin. Bu cinayetlere, tecavüzlere seyirci kalmış olursunuz o zaman. Bir çocuğu biri kesmeye kalkıyor, elini kaldırmış, elini tutsan durduracaksın. Ne demektir bu? Tutmazsa elini, bu cinayete sessiz kalmış olur o kişi, Allah vermesin.
Yapmayın, etmeyin. 1 milyon kişi bile olsa Türkiye’ye alacağız Suriyeli kardeşlerimizi.
Provokasyon yapıyorlar, provokatörler buluyorlar. Biz bunlardan etkilenmeyiz, 100 bin bomba patlatsalar, biz Suriye’den bize sığınan insanlara kapı kapattırmayız. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapılsınlar, kanun çıkarılsın, geri göndermeyelim onları Suriye’ye veya iki vatandaşlıkları olsun. Türk vatandaşlığına da geçirelim. Ev yapalım yerleşsinler Hatay’a.
Allah vermesin, bu nasıl bir şeydir böyle? Allah Katında sorumluluğu olabilir bunun. Cinayete seyirci kalınmış olur böyle bir durumda.
Ben merak ediyorum, bu kişiler kendileri Suriye’de olsalardı ve birileri onları öldürmeye kalksaydı, çocuklarına hanımlarına tecavüz etmeye yeltenselerdi ve kapı da yüzlerine kapatılsaydı, nasıl karşılarlardı bu durumu?
Tabi ki hiç kimse bunun kendisine yapılmasını kesinlikle istemez. (12 Mayıs 2013, A9 TV)
Mültecilere yardım insanın nefsindeki cimri ve bencil tutkulardan arınmasına vesile olur. Dolayısıyla Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında olduğu gibi mültecilere yardım edenler ve onlara maddi manevi çeşitli imkanlar sunanların Allah’ın izniyle imanları sağlamlaşmış ve ahlakları olgunlaşmıştır. Çünkü mültecilere yardım edenler sahip oldukları tüm malları Allah’ın rızasını kazanabilmek için kullanarak, dünya hayatına dair hiçbir maddi imkana değer vermediklerini gösterirler. Mümin kardeşlerinin huzuru ve rahatlığı için her türlü fedakarlıkta bulunurlarken, kendi nefislerindeki tüm bencil duygulardan kurtulmuşlardır.
Bu nedenle mültecilere yardım her şeyden önce imanda derinleşmek, kamil imana kavuşmak için önemli birer vesiledir. Allah Kuran’da onların bu üstün ahlakını şöyle haber vermektedir:
“Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenler (çaba harcayanlar) ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle onlar arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir.” (Enfal Suresi, 72)
Zaman, Ensar’ın gösterdiği üstün ahlakı, fedakarlığı gösterme zamanıdır. Ensar gibi olmak ihtiyaç içinde olana kucak açmaktır, gerekirse aç kalmak ama Muhacir’i yedirmek, gerekirse uyumamak ama Muhacir’e yatacak yer sağlamaktır. Ensar gibi olmak ırk, din, renk ayırımı gözetmeksizin muhtaç olanı bağrına basmak demektir. Bize yakışan şartlar, ne olursa olsun Ensar gibi olmaktır.