İnsanın ruhundaki bencil tutku ve hırsların bir ürünü olan ahlak anlayışı, bazı insanların değersiz ve geçici olan dünya hayatının maddi kıstaslarına göre yaşamalarına neden olur. Bu anlayış, yazılı kuralları olmayan ancak insan ilişkilerinden tavır ve tutumlara kadar insanların tüm yaşamlarına hakim olan karanlık bir din gibidir.
Bu karanlık dinin yazılı olmayan kurallarından biri de zengin ve fakir arasında yapılan ayrımdır.
Hz. Musa'nın elçi olarak gönderildiği, Firavun döneminde Mısır'da yaşayan Karun, zenginlik kavramı konusunda bazı insanların sahip oldukları yanılgıya Kuran'da verilen hikmetli örneklerden biridir. Ayetlerde bildirildiği üzere Karun, Allah'ın rahmetiyle çok büyük bir hazinenin de sahibi olan zengin biridir. Karun'un, Firavun'un yanında edindiği konum ve zenginlik, onu kendi kavmine karşı azgın ve küstah yapmıştır. Hz. Musa'yı inkar ettiği gibi, İsrailoğulları'na gösteriş yaparak onları dünya hayatına özendirmeye çalışmıştır. Allah Karun'un kibirini ve İsrailoğulları içindeki imanı zayıf kimselerin ona özenişini Kuran'da şöyle bildirmektedir:
"Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler." (Kasas Suresi, 79)
İsrailoğulları içindeki müminler ise, Karun'a özenmemişler, gerçekte onun acınacak bir cehalet içinde olduğunu anlamış ve ona öğüt vermişlerdir. Öğütleri ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
"...Hani kavmi ona (Karun'a) demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez." "Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." (Kasas Suresi, 76-77)
Karun dönemindeki mümin kişiler, Karun'a özenen İsrailoğullarına da öğüt vermiş ve onları imanın şerefiyle düşünmeleri ve hareket etmeleri, dünyanın geçici süsüne değil Allah'ın rızasına talip olmaları için uyarmışlardır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
"...Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler. Kendilerine ilim verilenler ise: "Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz" dediler." (Kasas Suresi, 79-80)
Kuşkusuz Karun'un büyüklenmesi kendisine yarar değil zarar getirmiştir. Allah'a başkaldırıp nankörlük ettiği, sahip olduklarını kendinden bilerek büyük bir kibir içinde azgınlık yaptığı için kendi kendini azaba sürüklemiş, Allah'ın huzurunda yapayalnız ve aciz bir kul olduğunu anlamıştır. Çünkü Allah, Karun'un kibirlenmesine ve cahillerin de ona özenmesine neden olan malı ve mülkü helak etmiştir:
"Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi." (Kasas Suresi, 81)
Bu helakla birlikte Karun, çevresindekiler ve aynı zamanda kendinden sonra gelenler için bir ibret ve düşünme konusu haline gelmiştir. Bir gün önce ona özenenler, hırsla istedikleri şeyin aslında geçici ve değersiz olduğunun farkına varmışlardır. Büyüklenenler sonunda kurtuluşa eremeyeceklerini görmüş ve Allah'a mutlaka hesap vereceklerini anlamışlardır. Bu kişilerin Allah'ın karşısında düştükleri acizlik ayette şöyle bildirilmektedir:
"Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: "Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkâr edenler felah bulamaz" demeye başladılar." (Kasas Suresi, 82)
İslam Ahlakında İnsan Ayrımı Yoktur
Karun örneğinde de görüldüğü üzere, dünyanın geçici süsüne ve bu süse sahip olan insanlara imrenmek yanlış bir tavırdır. Asıl imrenilecek insanlar, Allah yolunda sıkıntılara göğüs geren, mallarını ve canlarını O'nun yolunda kullanıp harcayan, malca değil iman, akıl ve takva yönünden önde olan insanlardır.
İslam ahlakında insanlar sadece takvalarına göre değerlendirilir. Allah'ın sınırlarını titizlikle koruyan yoksul bir insan, zengin ama Allah'ın emirlerine karşı gelen bir insandan takvaca kat kat daha üstündür. Bu nedenle İslam ahlakında insan ayrımı kesinlikle yoktur. Zenginliğin, itibarın, gücün değil güzel ahlakın geçerli olduğu bir anlayış vardır. Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurur:
"Bizim Katımızda sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler." (Sebe Suresi, 37)