Birçok kişi tarafından öngörülen gerçekleşti ve Yemen’de de Arap baharı, savaş rüzgârlarının estiği bir fırtınaya döndü. Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap ülkelerinin Yemen’de Husilere karşı başlattığı “Kararlılık Fırtınası” isimli askeri operasyon genişleyerek devam ediyor. Saldırılarda Husi militanları ve askeri teçhizatları hedef alınıyor gibi görünse de aslında çok sayıda sivil ölüm tehlikesi altında...
Daha operasyonun altıncı gününde ülkenin kuzeyindeki mülteci kampının vurulması nedeniyle en az 40 kişi öldü. Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü direktörü Pablo Marco’nun ortaya attığı, “mMülteci kampının yanlışlıkla vurulmadığı, planlanmış bir hava saldırısı olduğu” yönündeki iddia ise bu savaşı daha da ürkütücü hale getiriyor. (1)
Kara harekâtına geçilip geçilmeyeceğinin konuşulduğu şu günlerde sivil ölümlerinin giderek artacağı kesin. Operasyonun ilginç tarafı, ilk başladığında bir askeri hedef belirlenmemiş olması. Bu durum operasyonun en büyük destekçisi ABD’ni bile rahatsız ediyor. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcülerinden Jeff Rathke, "Bunun ucu açık bir askeri operasyon olmasını istemiyoruz” diyerek bu konudaki endişelerini ifade etti. (2)
Normalde fırtınaların bile ne zaman dineceği tahmin edilebilirken “Kararlılık Fırtınası”nın ne vakit sona ereceği belli değil. Hedef tüm Husi kuvvetlerini yok etmek mi? Teslim olmalarını sağlamak mı? Teslimiyet için hangi koşulların sağlanması gerekiyor? Bunların hiçbiri belli değil.
Bu belirsizlik Yemen’de savaşın yayılıp ölümlerin artması ihtimalini de güçlendiriyor. Zaten esas itibarı ile askeri yöntemlerle ülkede barışı tesis etmek çok zor, çünkü Husi militanlar silahları bıraksa bile Zeydi vatandaşlar Yemen’de yaşamaya devam edecek, savaşın getirdiği yıkım yalnız Yemen’in Zeydi vatandaşlarını değil, Sünni vatandaşlarını da olumsuz etkilemiş olacak.
Arap baharındaki olumsuz deneyim bu savaşın Yemen’e barış, adalet ve istikrar getirmeyeceği konusunda güçlü deliller sunuyor. Irak ve Afganistan’da Müslümanlar öldüğünde herkes bundan başta ABD olmak üzere Batılı ülkeleri sorumlu tutuyordu. Ancak sonrasında Libya’da, Suriye’de ve şimdi de Yemen’de yaşananlar aslında Arapların kendi aralarındaki çatışmaların da en az Batılılarınki kadar kan dökücü olabileceğini ortaya koydu.
Kısacası savaşlardaki senaryo hiç değişmiyor:
Ülkesini baskı altında adeta bir aile şirketi gibi yöneten bir diktatör. Diktatöründen korkan sindirilmiş sessiz bir halk. Sonrasında yoğun halk tepkisi ve devrilen bir diktatör. Tabi ki bir türlü tesis edilemeyen istikrar, giderek belirginleşen ve bir sorun haline dönüşen etnik ve mezhepsel farklılıklar, sonradan savaşa dönüşecek bir çatışmanın başlaması ve sonu gelmeyen bir kargaşa…
Coğrafyası ve kahramanları değişse de değişmeyen bir senaryo bu. Peki, bu senaryo hep savaşla, kanla mı yazılacak? Ortadoğu’dakine benzer nedenlere dayanan bir çatışma ve savaş süreci 350 yıl önce Avrupa’da da yaşanmıştı. Kralların mezhepsel farklılıkları gözeterek kurdukları tahakküm sonucu yaşanan Otuz Yıl Savaşları ve Seksen Yıl Savaşları Avrupa’ya büyük bir değişim getirdi. Yüz yıllar süren bu değişim sonucunda mezhepsel ayrımcılık terk edildi. Bu zaman içinde yine de Krallıklar ve diktatörlükler kuruldu ise de demokrasi ile birlikte kıta istikrara kavuştu.
Şimdi bazıları aynı yolu Ortadoğu’daki tüm Müslümanların izleyeceğini öngörüyor. Bunda Boko Haram ve El Kaide gibi örgütlerin şiddet felsefesinin güya İslam kaynaklı olduğunu düşünmelerinin de etkisi var. Kuran’da kesin olarak yasaklanmasına rağmen, Şii ve Sünni kesime mensup pek çok radikal Müslüman kendinden olmayanın katledilmesini inancının bir gereği gibi kabul ediyor.
Bu kişiler gerçekte dinin emrettiği, nezaketli, merhametli, şefkatli, düşünceye saygılı ahlak yapısını yaşamamalarına rağmen kendilerini "dindar" olarak gösteriyorlar. Bu yanlış propagandanın sonucunda da milyonlarca insan İslam'ı yanlış bilip tanıyor, İslam'ın sözde hak ve özgürlükleri engelleyen, düşünceyi kontrol altına alan hatta kan dökmeyi teşvik eden bir din olduğunu zannedebiliyorlar. Oysa İslam insanlara düşünme ve düşünceyi ifade etme özgürlüğünü veren, insanların her türlü hakkını koruma altına alan barışçıl bir dindir. Yüce Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Dinde zorlama yoktur. Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur. Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse, işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam bir kulba yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah her şeyi işitir, bilir. (Bakara Suresi, 256)
Kuran-ı Kerim'de dinde baskı ve zorlama olmadığını açıkça gösteren başka ayetler de vardır: Ğaşiye Suresi 21-22. Ve Kafirun Suresi 1-6. ayetler ile Kehf Suresi, 29. ayet bunlardan bazılarıdır.
İster Zeydi isterse Sünni olsun Yemen’deki her Müslümanın hedefi Allah'ın emrettiği güzel ahlakı üzerinde taşımak, dini Allah'ın öğrettiği şekilde yaşamak ve tebliğ etmektir. Ve hiç kuşkusuz Allah’ın emrettiği ahlak üzere yaşandığında Yemen’de özlemle beklenen, huzur dolu demokratik ortam derhal oluşacaktır. Yemen, Arabistan, İran ve Türkiye de dahil olmak üzere tüm Müslümanlar bir çatı altında, tam bir birlik oluşturduklarında bu muhteşem güç şiddete başvurmaya eğilimli, kargaşa ve anarşi meraklısı kişiler için de her yönden çok caydırıcı olacaktır.
Çok önemli bir son hatırlatma: Yemen’e istikrar getirecek olan askeri operasyonlar değil, daha çok demokrasi ve tüm Müslümanların ancak kardeş olduğuna dair daha güçlü bir inançtır.
Referanslar
(1) http://www.msf.org/article/yemen-msf-treats-34-wounded-after-airstrike-camp-displaced-people
(2) http://www.state.gov/r/pa/prs/dpb/2015/03/239836.htm
Adnan Oktar'ın National Yemen & Daily Mail'de yayınlanan makalesi: