Müslüman Kardeşler ve oradan kopan diğer gruplar, tarih boyunca çok çeşitli şekillerde baskınlara, sürgünlere maruz kaldılar. Bazı çevreler, daima bu gruplara yönelik sindirme politikası içinde oldular. Zaman geçti, tarih yazıldı, liderler ve hatta sınırlar değişti ama bu sindirme politikası son bulmadı.
Değişim ilk defa 2011 yılında denenecekti Mısır’da. Mısır’ın baş aktörlerinden Müslüman Kardeşler grubu yıllarca sadece bir fikir birliği içinde var olmuştu. 30 yıllık diktatör Mübarek’in devrilmesinden sonra siyasette ilk defa yer alacaklardı. Mısır demokrasiyle ilk defa tanışıyordu. Ancak beklendiği gibi bir ferahlık ve rahatlık ortamına kavuşulamadı. Bir yandan ekonomik kriz, bir yandan siyasi istikrarsızlık ülkeyi olumsuz etkilerken, bir yandan da ekonominin büyük paydasına sahip Mübarek yanlısı ordu perde arkasında rol almaya devam etti.
Demokrasi, yenilik ve reform iddiasıyla ortaya çıkan İhvan, farklı bir görünümle çıkmalıydı Mısır halkının karşısına. Her kesimden kapalı-açık kadınları ön planda tutmalıydı. Sanat, müzik, resim ve bilimin en ateşli savunuculuğunu yapmalıydı. Her ülkeyi, her dini, her mezhebi kucakladığını açık açık göstermeliydi. Mısır’ı, tüm insanların, özellikle kadınların özgürleştiği bir ülke haline getirmeliydi. Bunu hemen yapmalıydı, hiç vakit kaybetmeden. Bunları gerektiği gibi göremeyen ve bir yandan da hükümet aleyhine sürekli manipüle edilen halk, vakit kaybına dahi müsaade etmedi.
Gelinen şu nokta, istenen bir nokta değil elbette. Özellikle askeri darbelerin çirkin yüzünü defalarca görmüş bir ülkenin vatandaşı olarak, siyasetin içine silah ve tankların girmesini hiçbir zaman tasvip etmedim. Ancak Mısır halkının %100’ünün kucaklanması ve halkın tamamının isteklerine cevap verilmesi fikrinin daima arkasındayım. Şu an Mısır’daki mevcut geçici hükümet, ülkede gerçekleşen kavganın sona ermesi adına eğer bu adımı attıysa –ki bu anlaşılabilirdir-, şu durumda hükümetin yapması gereken ülke içinde asayişi sağlayacak bir düzen getirmektir. Demokrasiyle gelmemiş olmasına rağmen demokrasiyi ayakta tutma iddiasıyla bu hükümet varlığını sürdürecekse, şu durumda demokrasinin gerekleri yerine getirilmelidir. Asayiş ve demokrasi için tansiyonun düşürülmesi, sevgiyle yaklaşılması ve halkın %100’ünün mutlu olması önemlidir. Mısır’da halkın %50’sinin İhvan taraftarı olduğu unutulmamalıdır.
Geçici hükümetin üzerindeki bu sorumluluk düşünüldüğünde, tek bir polis memurunun öldürülmesi dolayısıyla devam eden davada yüzlerce kişiye ölüm cezası verilmiş olması, asla kabul edilebilir bir durum değil. Bu karar kuşkusuz ki tarihe Mısır’ın en büyük toplu idam kararı olarak geçecek.
Bilindiği gibi söz konusu davada duruşmanın ilk oturumu sadece 45 dakika sürdü. Ve İnsan Hakları İzleme (HRW) örgütünün raporuna göre iddia makamı sanıklar aleyhine hiçbir delil sunmazken, mahkeme de savunma avukatlarının sanıkları savunmalarına ve şahit çağırmalarına bile izin vermedi. Konu hakkında araştırma yapan bir HRW yetkilisi şöyle anlattı: “Delil sunulmuş olsaydı bile, tek bir celsede yüzlerce kişinin ölüme mahkum edildiği bir davanın ulsulararası standartlara uygun olacağını düşünmek imkansız.” Yetkililer ayrıca ölüm cezasına çarptırılan sanıkların tüm temel kanuni haklarından mahrum bırakıldıklarını da söylediler. Dolayısıyla tüm uluslararası hukuk ilkelerini hiçe sayan ve eğer Batılı bir ülkede olmuş olsaydı dünyanın dört bir yanından ciddi tepkilerin yükseleceği bu karara karşı kimse kayıtsız kalmamalı. İdam, cinayettir. Bu cinayetin devlet eliyle yapılıyor olması hiçbir şeyi değiştirmez. İnsanlar veya ülkeler her ne kadar kendilerince bu vahşeti makul hale getirecek açıklamalar sunuyor olsalar da, yol göstericisi Kuran olan bir insan bu uygulamanın kabul edilemez olduğunu hemen bilir.
Kuran’da affedicilik esastır. Kuran’da Allah, cinayet işleyen bir kişinin bile affedilmesinin “daha hayırlı” olduğunu bildirir. Bir Müslüman daima “daha hayırlı” olanı seçeceğine göre, daima af yolunu benimsemelidir.
Bu aynı zamanda İslam dininin genel mantığı esas alındığında da çok rahat anlaşılabilir. İslam dininde asıl olan insanları eğitmektir. “Tebliğ”, bir insanı doğru ve hak olan konusunda eğitmek demektir. Bilindiği gibi Peygamberimiz (sav) tek başına tebliğe başlamış, putperestlere, Hristiyanlara, Musevilere anlatımla ve eğitimle İslam dinini tanıtmıştır. Bu insanlardan kimi hemen kimi de bir süre sonra İslam dinini kabul etmiş ve bu vesile ile İslam çok geniş topraklara yayılmıştır.
İdam ile bir insanın canına kıymak; onu eğitme ve ona tebliğ sunma yollarını tamamen ortadan kaldırmaktır. Unutulmamalıdır ki, bağnaz fikrinden hoşlanmadığınız bir insan o hale yanlış bir eğitimle gelmiştir. Ve yine unutulmamalıdır ki, bunun çözümü onu öldürmek değil, doğru eğitimi vermektir. O insanlardan kimi doğruyu 20li yaşlarında kimi 80li yaşlarında anlayacak, kimi de belki hiç anlamayacaktır. Ama anlayacak olanların o imkanını elinden almak hiç kimsenin hakkı değildir.
Eğer söz konusu 682 kişi arasında bağnazlıkla suçlanan kişiler varsa, Bu insanlara doğru eğitimi vermek için hiçbir çaba gösterilmemişken, sadece “yanlış yapıyorsunuz” diye darağacının yolunu göstermek kuşkusuz çok daha büyük bir bağnazlık şeklidir ve haramdır.
Peki idamlar gerçekleşirse ne olur? Dünyada hiçbir fikir akımı idamlarla, katliamlarla ve sürgünlerle durdurulamamıştır. Fakat şu bir gerçektir ki eğer idamlar uygulamaya konmaya başlarsa, -ki bu daha öncede belirttiğim gibi bir cinayettir-, bunun sonucunda Müslümanlara yapılanlar karşısında farklı yönlerden farklı radikal akımlar vahşete başvuracak, ülke içinde ve dışında saldırı ve huzursuzluklar son bulmayacaktır. Demokrasiyle buluşması beklenen Mısır büyük bir çöküşe sürüklenecektir. Güzel insanların güzel ülkesi olması gerekirken, özgürlükler ve güzelliklerle buluşacakken felaketin içine sürüklenecektir. Batının onaylayıp onaylamaması fark etmez, idamlar, Mısır’ın ölüm fermanı haline gelebilir. Mısır hükümetinden beklentimiz, böyle bir felaketle karşılaşmadan önce, bu çılgınlığa acilen son vermesidir.
Adnan Oktar'ın New Straits Times'da yayınlanan yazısı: