Geçtiğimiz hafta İstanbul’da gerçekleşen 13. İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi hala manşetleri süslüyor. Bu toplantının bir çok yönden özel olduğunu düşünüyorum. Zirvenin, beş yüzyıldan fazla bir zamandır halifeler şehri olmuş İstanbul’da gerçekleştirilmesi de çok anlamlı. Teşkilat 1969 yılındaki kuruluşundan itibaren ilk defa üst düzeyde liderler bakımından en yüksek katılımı yaşadı. Bu organizasyon şu ana kadar, Müslümanların yaşadığı sorunların çözülmesi konusunda her ne kadar etkin sonuçlar elde edememiş olsa da çatışmaların ortasındaki İslam dünyasının umut vadeden birliklerinden biridir. Bu seferki toplantı, masum insanların hayatını kaybetmeyeceği bir dünyaya kavuşmamız için teşkilatın gerekli değişiklikleri yapacağı yönünde bize umut veriyor.
Katılımcılar arasında bulunan İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile Suudi Arabistan Kralı Salman medyada oldukça dikkat çektiler. Bunun sebebi, bu iki güçlü İslam ülkesi arasında kısa süre önce gerçekleşen bazı anlaşmazlıklardı. Zirvenin açılış konuşmasını yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan da ülkelerarası beraberliğin önemine değindi ve Müslümanlar arasında var olan mezhepsel ayrılıkların taşıdığı risklere dikkat çekti. Bu durum bu konuda muhalif olan İran ve Suudi Arabistan’ı yakından ilgilendiriyor. İİT Zirvesinin dönem başkanlığını iki yıl süreyle yapacak olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ayrıca her iki ülke lideriyle de resmi temaslarda bulundu.
Konferans süresince liderler tarafından üzerinde durulan konular çoğunlukla bunun üzerineydi. İslam ülkelerinin en çok muhatap olduğu sorun hiç kuşkusuz ki terör ve mezhepssel ayrılıklardır. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu çatışmalar yüzünden Müslümanların çok acı çektiğini belirtti ve dış güçlerden yardım beklemek yerine bu problemleri aramızda çözmemiz gerektiğinin altını çizdi.
Açıktır ki İslam dünyası adeta ateş hattındadır ve burada yapılması gereken en mantıklı eylem başka sorunları gündeme getirmek yerine çözüme odaklanmak ve daha fazla hasara yol açmasına izin vermeden bu yangını söndürmektir. Yaşanan acıların en önemli sebebi ise İslam ülkeleri arasındaki bölünmedir. Allah Kuran’da Müslümanların birlik olmadıkları takdirde büyük bir anlaşmazlık içine düşeceklerini buyurur. (Enfal Suresi: 73)
Bugün tam olarak da bunu yaşıyor olmamız endişe vericidir. İşte bu yüzden tüm anlaşmazlıklarımızı bir kenara bırakmalı, gerçek kimliğimizi dikkate alarak güçlü bir beraberlik oluşturmalıyız. Müslümanlar olarak pek çok ortak yönümüz olmasına rağmen farklılıklar üzerinde odaklanarak birbirimizle çatışmaya girmemiz ciddi bir hatadır.
Aynı Allah’a, aynı Kitab’a ve aynı Peygamber (sav)’e inanmamıza ve namaz kılarken aynı Kıbleye dönmemize rağmen nasıl bir ayrılık içine düşebiliriz ki? Eğer aramızda mücadele etmemiz gereken bir konu varsa o da hiç kuşkusuz takvadır. Ayrıca müslümanlar için ayrı düşmek Kuran’da haram kılınmış ve hatta müslümanların birbirleriyle kardeş olmaları, beraberlik içinde olmaları farz kılınmıştır.
Çatışma yaşanan bölgelerdeki kardeşlerimizin acı içinde yükselen seslerini duyan bizlerin birlik olması çok önemlidir. Bu bahsettiğim birlik mevcut gördüğümüz birliklerden farklı olacaktır. Bu birlikte devletler kendi iç işlerinde özgür hareket edecekler ve ülke sınırları ya da kendi içlerindeki konularla ilgili tamamen kendileri karar vereceklerdir. Ancak herhangi bir sorunla karşılaştıklarında ise tek bir vücutmuş gibi harekete geçeceklerdir.
Halihazırda, İslam dünyası her türlü tehdite ve saldırıya açık haldedir. Birlik içinde olunduğu takdirde saldırı planları yapanların böylesine kuvvetli bir yapı ile karşılaşmaktan imtina edecekleri açıktır. Bunun sonucu olarak çıkan her türlü çatışmanın sona ermesi de kaçınılmaz olacaktır.
Örneğin tek bir Müslümanın bir parmağı dahi incinse tüm Müslüman ülkeler birarada hareket ederek dahil olacak ve çıkan sorun anında yatıştırılacaktır. Oysa kendi içimizde şu anda yaşadığımız parçalanma yüzünden dış güçler kolaylıkla oyunlar oynuyor, topraklarımıza saldırılar düzenleyip, kargaşa çıkarabiliyorlar. Öte yandan biz birlik içinde bir güç olarak, tek vücut gibi hareket edebilirsek bizi geçmişte olduğu gibi yutabilecekleri kolay bir lokma olarak görmeyeceklerdir.
Dolayısıyla bu farzı yerine getirmemiz Müslümanlar olarak bizim sorumluluğumuz. İİT Zirvesiyle beraber artık bu sorumluluğu üzerimize almalı ve mezhep ayırt etmeden tüm Müslümanları bağrımıza basmalıyız. Kimi zaman Sünni kardeşlerimiz kimi zaman da Şii kardeşlerimiz birbirlerini yalnız bırakmaya eğilimli davranabiliyorlar. Birbirlerine hak ettikleri şefkati göstermeyebiliyorlar. Oysa Şii kardeşlerimiz Ehli Beyt aşığı takva sahibi Müslümanlardır. Sünni Müslümanlar Kuran ahlakını kendilerine temel alarak onları bağırlarına basmalıdırlar. Eğer güçlü bir birlik oluşturulursa yaşanan problemler de hemen çözülecektir. Nitekim bu konuya dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan da İİT Zirvesinde şu açıklamayı yapmıştır;
“Müslümanlar olarak üstesinden gelmemiz gereken sorunların başında mezhepçilik fitnesi geliyor, ırkçılık fitnesi geliyor. Benim dinim Sünnilik de değildir Şiilik de değildir, benim dinim İslam'dır. Bunun için bölücü değil birleştirici olmalıyız. Çünkü yaşanan çatışmalardan, çekişmelerden, düşmanlıklardan zarar gören sadece Müslümanlardır, sadece İslam ülkeleridir.”
Bu önemli hedefin elde edilmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Ruhani bir araya gelerek önemli konularda anlaşma sağladılar. Ruhani tam olarak şu sözlerle konuya açıklık getirdi;
“Aşırıcılık ve terörle mücadele konusunda bir takım anlaşmalar, fikir ortaklıkları kurduk. Dünyaya 'bizim kimliğimiz İslam’dır' demeliyiz. Kimliğimiz Şii, Sünni ya da başka bir mezhep değil. Sevgi ve kardeşliği içinde barındıran İslam’dır. Umarım, bu konuda Türkiye ile amacımıza ulaşırız.”
Geçmiş yıllarda iki ülke arasındaki neredeyse her konuda, hiç de normal olmayan yetersiz seviyedeki ilişkiler olduğu herkesin malumudur. Bunu değiştirmek ve ilişkileri geliştirmek adına üst düzey seviyede anlaşmaya varılması gerçekten de umut vadedicidir.
Her iki ülke lideri de bölgede akan kanı ve terörü bitirmek için birleşildiği takdirde sahip olunacak gücün farkındalar. Aynı zamanda üstlerine alacakları sorumluluğun da farkındalar. Mezhep ayrılıklarının ısrarla arkasında durmanın dünyayı ne büyük bir çatışmaya sürüklediğinin de bilincinde olan bir İran ve Türkiye ortak projelerde birlikte çalışmaya ve gerçek kimliğimiz olan İslam’ın öğreticileri olmaya hazırlar.
İslam dünyası için yapılması gereken en akılcı eylem tüm farklılıkları bir kenara atmak ve ortak yönlerimiz üzerinde odaklanmaktır. Ruhani daha önce Pakistan’a gerçekleştirdiği bir ziyarette de bu konuya şöyle dikkat çekmiştir:
Düşmanlarımız İslam ağacının meyvesiz kalmasını istiyorlar. Müslümanlar gerçek İslam’ı göstermeliler. Onların oyunlarını bozmak için elimizden ne geliyorsa yapacağız ve gerçek Kuran ahlakını öğreterek tüm dünyaya İslam’ın yararlarını göstereceğiz.”
Adnan Oktar'ın Tehran Times'da yayınlanan makalesi:
http://www.tehrantimes.com/news/300844/All-for-one-one-for-all