Saddam Hüseyin... Baas’ın kanlı diktatörlerinden biri. Girdiği savaşı kazanmak uğruna kendi halkını katletmekten çekinmedi. Kürtleri, zavallı kadınları, savunmasız erkekleri ve masum çocukları hedef aldı. Bundan tam 26 yıl önce. Halepçe katliamıyla.
10 yıl süren İran-Irak savaşının geride bıraktığı korkunç bir kara lekedir Halepçe katliamı. 16 Mart 1988 tarihinde sekiz MIG-23 uçağının Halepçe kasabasına yaptığı zehirli gaz bombardımanı, kasabada yaşayan herkesi ve her şeyi hedefledi. Önce bebekler, sonra yetişkinler, hayvanlar, kuşlar, hatta bitkiler bile sessizce ölüme gittiler. Resmi rakamlar ölü sayısını 6330 olarak ilan etti. Ama görgü tanıklarına göre sayı bundan çok fazlaydı.
Sadece şehit değil, binlerce yaralı ve binlerce mülteci de bırakmıştı geride bu kirli katliam. Kimyasal ölüm, sonraki nesillerde de Halepçe Kürtlerinin peşini bırakmadı. Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Fuat Baban, 7 Aralık 2002 tarihli makalesinde, Halepçe'de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagasaki'nin 4-5 katı olduğunu iddia ediyordu.1 Bir bahçe duvarının eşiğinde kundaktaki bebeğine kendi vücudunu siper etmeye çalışırken şehit olan baba Ömer Havar’ın unutulmayan resmi bu ürkütücü katliamın fotoğrafı olmuştu.
Ortadoğu’nun kuzeyinde çoğu zaman yalnız bırakılmış, özellikle diktatör rejimler tarafından ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüş bir halktır Kürt halkı. Bugün Suriye’de yılladır yurtları o topraklar olmasına rağmen Suriye vatandaşı bile sayılmayan, bir kimlikleri bile olmayan genişçe bir Kürt nüfus yaşıyor. Suriye’nin içinde bulunduğu ürkütücü iç savaşın etkisiyle yine, en fazla ezilenlerden biri Kürt halkı.
Baas zihniyetinin bilindik, geleneksel uygulamasıdır bu. Hedefte daima Ortadoğu’nun güzel bir süsü olan Kürtler ve mazlum insanlar olmuştur. Maneviyatı, karakteri, samimiyeti güçlü olan bu halklar, Baas zihniyetine uygun düşmedikleri için daima yok edilmeye çalışılmıştır.
Baas zihniyetinin bir diğer geleneği ise kimyasal silahlar. Geçen yıl, Halepçe katliamından 25 yıl sonra aynı geleneğin bir başka Baas diktatörü Başer Esad tarafından Suriye’de uygulandığını izledik. Geçen yıl can çekişerek yaşamlarını yitiren bebekler ve çocukların ürkütücü görüntüsü hemen akıllara Halepçe’yi getirdi. İnsanlar o zamanlar, “böyle bir zulümle bir daha karşılaşmayız” demişlerdi belki. Oysa Baas geleneği ülke, coğrafya, millet dinlemiyor. Katliamı meşru gören o yanlış zihniyet var oldukça, hangi silahın kullanıldığı da önemli değil.
Kimyasal silahlar “hedefi belirsiz” olduğu için insanlık suçu sayılıyor. Oysa tıpkı Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de sadece kimyasalların değil konvansiyonel silahların da doğrultulduğu hedefler yine sivil hedefler. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün geçtiğimiz ay yayınladığı rapora göre Suriye’de bombaların doğrudan sivil hedeflere yöneldiği çeşitli fotoğraflarla belgelendi.2 Yayınlanan fotoğraflar ve bunları inceleyen bilirkişiler, kasıtlı bir hedef almanın gerçekleştiğinde hemfikirler. Dolayısıyla savaş, kimyasal veya konvansiyonel silahlarla büyük çoğunlukla sivillere yöneltiliyor.
Bunun anlamı şudur: Geçen zaman bir şeyi değiştirmedi. 26 yıl önce tüm dünyanın bir insanlık dramı olarak izlediği Halepçe katliamı bugün aynı yöntemlerle gerçekleşiyor. Çünkü katliamın sebebine yani katliamı meşru gösteren Baas zihniyetine dokunulmadı. Arap Baharı’nda bazı diktatörlerin devrilmesine rağmen halen pek çok Arap ülkesinin istikrar kazanamamış olmasının, halen iç karışıklıklara, askeri vesayetlere açık olmasının sebebi, onları felakete sürükleyen zihniyetin henüz sona ermemiş olmasıdır. Sona ermemiştir, çünkü sadece diktatörler hedef alınmış, sadece silah ve öfke kullanılmış; yanlış zihniyeti ortadan kaldıracak köklü bir çalışma yapılmamıştır.
Şu an her türlü silahın siviller üzerinde denendiği Suriye iç savaşını izliyorken, daha fazla felakete mahal vermemek, yeni Halepçe katliamları yaşamamak istiyorsak Baas’ın temelindeki Marksist ideolojinin yanlışlığını ve ürkütücülüğünü eğitimle dünyaya tanıtmamız gerekiyor. Marksist felsefenin bir özgürlük ve eşitlik savaşı olduğunu zanneden pek çok insan Baas zihniyetine kolayca kapılabiliyor ve insanların ölümlerini adeta bir “gereklilikmiş” gibi algılayabiliyor. Oysa Marksizm, özgürlük ve eşitlik düşüncesini şiddet, savaş, öfke ve yoksulluk üzerine kurmuş ve uygulandığı hiçbir alanda insanlara eşitlik ve mutluluk sunamamış olan sapkın bir ideolojidir. Eşitlik, özgürlük ve mutluluklar başkalarının ezilmesi fikri üzerine kurulu olamaz. Bu eşitlik veya özgürlük değil, gaddarlıktır. Eşitlik fikri, sadece emeğe bağlı olamaz. Fiziksel ve sosyal sebeplerle emek gösteremeyen kişiye eşitlik hakkı tanınmaması, şefkatsiz, maneviyatsız ve ruhsuz toplumlar türetilmesi ile sonuçlanır. Dünya bunun örneklerini seyretmiştir ve seyretmektedir.
İnsanlar, emek gösterdikleri için değil insan oldukları için eşittirler. İnsan oldukları için değerlidirler. Dolayısıyla eşitlik arayanların yol göstericisi Marksizm değil, Allah’ın kadın-erkek tüm insanlara verdiği değeri bildirdiği Kuran’dır. Hem bağnaz zihniyette hem de materyalist zihniyette özellikle kadına yöneltilmiş olan aşağılama Kuran ile yasaklanmıştır. Eşitlik ve özgürlük özlemi duyan, bu özleminde haklıdır fakat başvuru kaynağını iyi seçmelidir. Unutulmamalıdır ki, çürük materyalist temeller üzerine oturmuş Marksizm şu an Suriye’deki katliamın başlangıç noktasıdır. Tıpkı Halepçe’de olduğu gibi.
Dünya, böyle katliamları kınamakla yetinmemeli, buna karşı gerçek tedbiri almalıdır. Aksi taktirde 1988’de dünyanın teslim olduğu, şu anda da Suriye’de sadece izlemekle yetindiği dehşet ve korku zihniyeti var olmaya devam edecek; daha çok mazlum yaşamını yitirecek, daha çok ülke yıkıma mahkum edilecektir.
Adnan Oktar'ın Arab News ve Pakistan Observer'da yayınlanan makalesi: