IŞİD terör örgütü nedeniyle Suriye ve Irak’ta yaşananlar, uluslararası ilişkilerin en tartışmalı kavramı olan insani müdahaleyi bir kere daha dünya gündemine getirdi.
Uluslararası hukukta devletlerin egemenlik haklarına saygı esastır, devletlerin iç işlerine müdahale edilemez. İnsani müdahale uluslararası hukukun bu esasına karşı istisnai bir durum arz eder. İnsani müdahale kavramı, en basit tanımıyla bir veya birkaç devletin, başka bir devlete karşı geniş çaplı insan hakları ihlallerini önlemek amacıyla kuvvet kullanmasıdır.
İnsani müdahale tanımı itibariyle net ve iyi niyetli görünse de beraberinde pek çok tartışmalı hususu da getirir. Bu hususları şöyle belirtmek mümkündür:
İnsani müdahale ulusların çıkarcı yaklaşımlarını gizleme yöntemi midir?
İnsani müdahalenin çok tartışılan bir konu haline gelmesine neden olan ana husus müdahaleyi gerekli kılacak koşullardaki belirsizlik ve şüphedir. Bugün tüm devletler kendi ulusal çıkarlarını gözeten politikalar izlemektedirler. Bu durum daha başlangıçta bazı ülkelerin bir ülkeye insani gerekçelerle müdahalesini tartışılır kılmaktadır. Libya’ya yapılan müdahalenin sadece Libyalıları Kaddafi zulmünden kurtarmak olmadığı aşikârdır. Müdahalede bulunanların Libya’daki vatandaşlarını kurtarmak, Libya’nın petrol gelirlerinden pay almak ya da Kaddafi sonrası dönemde ihalelere girebilmek gibi ulusal çıkarları insani müdahale kavramının arkasına gizlenmiştir.
İnsani müdahale çifte standarda mı tabidir?
Özellikler Arap baharı sonrası ve öncesi dikkate alınacak olursa insani müdahalenin reddedildiği, hatta hiç seçenek olarak dikkate alınmadığı birçok ciddî insanî kriz örnekleri mevcuttur. Bunun nedenleri, müdahale edebilecek durumdaki ülkelerin ulusal çıkarlarını tehlikede görmemesi, bu müdahalenin sonucunda petrol, değerli maden gibi çıkarlar elde edilemeyecek olması ya da medyanın ihlallere ilgi göstermemesi olabilmektedir. Bu durum insanî müdahale kavramını siyasî ve ahlâkî açıdan tartışılır bir hale getirmektedir.
Libya’da Kaddafi’ye karşı koalisyon güçleri insani gerekçelerle müdahalede bulunmuştur. Ancak aynı ülkeler Suriye’de Libya’dakinden çok daha vahim bir durum olmasına karşın Esad yönetiminin yaptığı zulme devam etmesine göz yummaktadırlar.
ABD, kitle imha silahlarının varlığını gerekçe göstererek Irak’ı işgal etmiştir. Bu silahların Irak’ta olmadığı ortaya çıkınca Irak halkını Saddam’dan kurtararak özgürleştirmek ve demokrasi ile yönetimi tesis etme gerekçelerini ileri sürmüştür. Ne var ki işgalden bugüne kadar Saddam döneminde çok daha fazla can kaybı yaşanmış, Ebu Gureyb Cezaevi’nde Saddam dönemini defalarca aşan işkenceler yapılmıştır. Irak demokrasi ile yönetilen istikrarlı bir ülke haline gelmek şöyle dursun, çok büyük bir kargaşa, çatışma ve bölünmeye sürüklenmiştir.
Öte yandan Kosova ve Bosna’da son derece haklı olarak insani müdahaleler gerçekleşirken, buralardakine benzer koşullar ortaya çıktığı için Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri kurtarma operasyonu işgal olarak kabul edilmiştir.
Türkiye’de PKK terör örgütü 30.000’den fazla kişiyi öldürmüş, evleri ve işyerlerini yakıp yıkmıştır. Tüm bunlar olurken Batı ülkeleri uzunca bir süre Türkiye’nin PKK’ya karşı müdahale taleplerini duymazdan gelmiş, hatta Türkiye’nin PKK teröristlerine yönelik tutumunu eleştirmiştir. Son aylarda ise Suriye’nin Kobani kentindeki PKK-PYD ve IŞİD arasındaki çatışmaya müdahale etmediği için Türkiye Batı dünyasından büyük bir baskı görmektedir. Hatta bu çatışmaya askeri anlamda dahil olmadığı için Türkiye NATO’dan atılmakla bile tehdit edilmektedir. Alman dışişleri Bakanı Kobani’ye karadan müdahalenin şart olduğunu, ama Alman gençlerinin kıymetli olduğu için böyle bir müdahaleye katılmayacaklarını açıklarmıştır. Aynı bakan bu demecinin hemen arkasından Türk askerlerinin ve Arap askerlerinin müdahale etmesi gerektiğini söyleyebilmiştir.
Tüm bu örnekler insani müdahalelerin arkasında safi iyi niyetten başka şeyler olduğunu, hatta uluslararası ilişkilerde bir çifte standardın varlığını açık bir şekilde göstermektedir.
İnsani Müdahale ile ilgili diğer sorular, diğer sorunlar
İnsani müdahalenin kavram olarak içeriği ile ilgili sorunların yanında teknik sorunlar da mevcuttur. Müdahale hangi ihlaller hangi yoğunluğa ulaştığında gerçekleştirilecektir, müdahale hangi ülkelerle, ne şekilde gerçekleştirilecektir? Müdahalenin meşruiyeti nasıl sağlanacaktır? Müdahale ne zaman sonlanacaktır? Müdahalenin maliyetleri nasıl karşılanacaktır? Dünya üzerinde yaşanan örneklere bakıldığında tüm bu soruların farklı olaylarda farklı cevaplar bulduğu görülmektedir.
Haklı olup olmadığının ötesinde “insani müdahalenin kendisinin insani olmaması durumu” tehlikesi mevcuttur. Irak ve Afganistan’a müdahalelerin insani gayelerle gerçekleştirildiği söylenmişse de, müdahaleler nedeniyle yüz binlerce masum sivil ölmüş, milyonlarca kişi evini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır.
Bugün IŞİD’e karşı başlatılmış olan müdahale sürecinde Suriye ve Irak’taki sivilleri çok daha zor günler beklemektedir. Hava bombardımanı sivillerin ölümüne yol açtığı gibi IŞİD’i de beklendiği şekilde etkilememektedir. Bir kara operasyonunun sivil kayıplarını daha da artıracağı ise herkesçe bilinen bir gerçektir.
İnsani müdahaleden daha insancıl bir yöntem mümkün
İnsani müdahalenin gerekliliği ve yöntemlerini tartışmak yerine başka yöntemlerle tüm ulusların güvenliğini sağlamak mümkündür.
Bunun için devletler öncelikle vatandaşlarının her türlü ahlaki duyarlıktan, insani duygulardan, merhametten, şefkatten, sevgiden, acıma duygusundan uzak yetişmelerine engel olmalıdır. İnsanları haksız yere öldürmenin, yurtlarından çıkarmanın, mallarını gasp etmenin ve işkencenin büyük zulüm olduğu tüm dinlerin mensuplarına çocuk yaştan itibaren öğretilmelidir.
Tüm farklılıklarına rağmen insanların sevgi ve barış içinde yaşamalarının mümkün olduğunun öğretildiği bir dünyada ne insanları kurtarmak için kuvvet kullanmaya gerek kalacak ne de müdahalelerin samimiyeti sorgulanacaktır. Çünkü müdahaleyi gerektirecek durumlar baştan engellenmiş olacaktır.
Adnan Oktar'ın Arabian Gazette'de yayınlanan makalesi:
http://www.arabiangazette.com/humanitarian-interventions-pretext-20141116/