Aylan bebeğin minik bedeni Türkiye kıyılarına vurduğunda dünya iki önemli şeyi hatırlamıştı: Mülteci dramı ve bu dramdan en çok etkilenen mülteci çocuklar. Çabuk unuttu dünya bu felaketi. Sanki ülkelerde, denizlerde yaşanan can pazarı sona ermiş gibi Aylan’ın yasını tutup kendi yaşamlarına döndüler. Çoğu, Aylan’dan bu yana denizlerde yaşamını yitiren binlerce mültecinin, bedeni karaya vuran binlerce masum çocuğun farkında bile olmadılar.
Daha önce de hatırlatmıştık: Kapımızın önünde olmuyor veya bizim başımıza gelmiyor oluşu, dünyada bu trajedinin yaşanmadığı anlamına gelmiyor. Mülteciler aynı zorlukları yaşamaya devam ediyorlar; alınan kısıtlı tedbirler sonrasında değişen pek bir şey yok. BM mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHRC) tarafından yapılan açıklamaya göre, 2016’nın başından 15 Haziran tarihine kadarlık süre içinde 2850 mülteci denizde boğularak can verdi. Haziran ayı 700 kişilik bir teknenin batmasıyla zaten korkunç bir trajediyle başlamıştı. Haziran’ın sonuna gelirken, denizde can verenlerin sayısının katlanarak büyüdüğüne şahit oluyoruz. İronik olan ise, 20 Haziran tarihinin, Dünya Mülteci Günü olması.
Yeterince korkunç olan bu tablonun detayları ise çok daha ürkütücü. UNHCR verilerine göre, yılın başından 4 Haziran tarihine kadar Avrupa’ya varmış olan mülteci sayısı 206.200. Her üç mülteciden birini ise çocuklar oluşturuyor. Bir çocuk olarak bu riskli ve sonu belli olmayan yolculuğa çıkmak zaten yeterince korkunç iken, istatistikler bize çok daha ürkütücü bir tablo sunuyor. Bu ölüm yolculuğuna çıkan 10 çocuktan 9’unun yanlarında hiçbir ebeveyni yok; tek başlarınalar! Bu yılın ilk beş ayında Kuzey Afrika’dan İtalya’ya ulaşmaya çalışan 7000 çocuk, yanlarında hiçbir refakatçileri olmadan yolculuk etti. Bu kimsesiz çocuklar, yaşları ne kadar küçük olursa olsun, tüm yolculuğu tek başlarına gerçekleştirerek bir meçhule doğru yol alıyorlar. Elbette en fazla suiistimal edilen ve en büyük zorluklarla karşılaşanlar da yine onlar.
UNICEF’in son açıklamasına göre, “insan taciri ağlarının, en kırılgan olanları, yani kadınları ve çocukları hedeflediğine dair elimizde güçlü deliller var. İtalyan sosyal hizmet uzmanlarına göre hem kız hem de erkek çocuklar cinsel istismara uğruyor ve kızlar Libya’da fahişeliğe zorlanıyorlar. Öyle ki, kız çocukların bir kısmı İtalya’ya vardıklarında hamileydiler, tecavüze uğradıkları için.”
Başıboş mülteci çocukların bu korkunç muameleye direnmeleri ise yine korkunç bir zulüm ile karşılık görüyor. 16 yaşındaki Aimamo bu zulmü şöyle açıklıyor: “Eğer kaçmaya kalkışırsanız sizi vururlar ve ölürsünüz. Eğer çalışmayı bırakırsanız, sizi döverler. Bu, adeta köle ticareti gibi bir şey .”
Yine UNICEF’in rakamlarına göre, Kuzey Afrika’dan İtalya’ya tek başlarına ulaşan çocukların sayısı geçen yılın iki katı kadar. Bu, mültecilerin geldikleri yerde durumun vahametini ciddi şekilde ortaya koyan bir değerlendirme aslında. Ailelerini kaybeden, yalnız ve kimsesiz kalan çocuk sayısı öylesine fazla ki, çocuklar korunmasız kaldıkları bu topraklardan tek başlarına da olsa kaçmak istiyorlar. Tarlalarda korkunç şartlarda çalışıp, her türlü istismara maruz kalıp kendilerini insan tacirlerine teslim ediyor ve çok daha korkunç bir maceraya doğru yol alıyorlar. Bu uğurda yaşamını yitirenler, tanınmıyor, bilinmiyor bile.
Avrupa’ya ulaşan kimsesiz çocuklar için ise barınma yerleri her zaman sağlanamıyor. Geçici barınaklar veya spor salonları, dünyayı tanımayan bu masumlar için sıcak bir ev değiller. Aileleri, evleri olmayan, kendi ülkelerinden uzakta olan bu çocukların psikolojileri, eğitimleri gündemde dahi değil. Yaşadıkları zor şartlar yetmiyormuş gibi zenofobiklerin saldırıları, mültecilerin maruz kaldıkları nefret söylemleri, dışlanma ve damgalanma, durumu onlar için daha zor hale getiriyor.
Gözlerimizin önündeki sorun sadece mülteciler değil, bununla birlikte gelişen bir kayıp nesil. Bu nesil, daha çocukluk nedir bilmeden dünyanın en korkunç acıları ve zalimlikleriyle karşı karşıya gelmek zorunda kaldı. Hayatı hiçbir şekilde tanımayan ve tüm ailesini korkunç şekilde yitiren küçücük bir çocuğun, insan sarraflarının elinde yaşadığı kabusu, uğradığı suiistimali ve bunları yaşarken düştüğü dehşeti gözlerinizin önüne getirin. Kendi çocuğunu böyle bir manzara içinde hayal edemeyen hiç kimse, başka bir çocuk için bu görüntülere razı olmamalıdır. Çocuk, her nerede, hangi dili konuşuyor olursa olsun, masumdur ve bizim -vicdanı sağlam, aklı selim insanların- sorumluluğumuzdadır.
Bir kısım Avrupa kapılarını mültecilere kapatırken, İsviçre’nin zengin kasabaları sadece 5 mülteci almak yerine vergi ödeyerek bu “yükten” kurtulmanın hesabını yaparken bütün bunlar olup bitiyor. Elbette bunlara seyirci kalmak istemeyen insanlar var dünyada. Fakat kimsenin tek başına bu zulümle başa çıkmaya gücü yetmiyor. Demek ki birlikteliğe ihtiyacımız var. Sorunun kıvılcım noktası olan İslam dünyası ve zulmü durdurmaya azmetmiş vicdanlı insanların tek bir nefes gibi hareket etmeleri, bu kayıp nesli kurtarmaya yetecektir. İyilerin ittifakı, dünya tarihinde her zaman galip gelmiştir. Sayısı az bile olsa o iyiler, birlikte güçlü ve etkilidirler. Bunun için iyiler, vakit kaybetmeden aradaki suni kavgalara son vermeli, bütün dünyaya “birlikteyiz ve zulme karşıyız” mesajı verebilmelidirler. Özellikle İslam ülkelerinin bunu yapmak için önlerinde hiçbir engel yoktur. Koskoca İslam dünyasının birlik halindeki dev gücü, dünyada çocuğa dahi zulmetmeyi makul gören zihniyeti yok etmeye yetecektir. Allah, bizim yalnızca harekete geçmemizi istemektedir.
Kaynak:
http://www.reuters.com/article/us-europe-migrants-children-idUSKCN0Z00XY
Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi: