İnsan, dünya hayatında muhatap olduğu nimetler ve zorluklar karşısında Kuran ahlakına en uygun şekilde davranmak ve tüm bunlar karşısında büyük bir kararlılıkla Allah`ın rızasını aramakla sorumludur. Allah başka ayetlerde ``İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık...`` (Ankebut Suresi, 2-3) şeklinde bildirmektedir. Nitekim gerçek bir iman, Allah`ın sevgisini, rızasını, dostluğunu kazanabilmek için her şeyi göze almayı gerektirir. Allah`ın rızası ise, gerektiğinde nefsin isteklerini yenmeyi, sabır göstermeyi, bazı konulardan feragat etmeyi ve zorluklara göğüs germeyi gerektirebilir.
Ayrıca şunu da önemle hatırlatmak gerekir ki, eğer söz konusu insanların nefse uygun bir din anlayışıyla ulaşmak istedikleri hedef ``rahat bir hayat yaşamak`` ise, bunu bu yolla elde etmeleri hiçbir şekilde mümkün değildir. Allah, tam aksine bu insanlar için dünyada ``sıkıntılı bir hayat`` olduğunu bildirmektedir. Gerçek huzur, mutluluk ve rahatlık ancak Allah`ın insanlar için seçip beğendiği din ahlakınının tam anlamıyla yaşanmasıyla elde edilebilir. Allah Kuran`da bu gerçeği insanlara şöyle bildirmektedir:
"Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz." (Taha Suresi, 124)
Böyle batıl bir din anlayışı aynı şekilde toplumlara da sanıldığı gibi rahatlık, huzur ve mutluluk kazandırmaz. İnsanların nefislerinden yana hareket ettikleri, isteyenin istediği gibi nefsinin kötülükten yana tüm isteklerini sınırsızca yerine getirdiği bir toplum modeli ancak yıkıcı özellikler taşır. Bu mantığa sahip olan insanlar, nefisleri adına sınır tanımaksızın her türlü kötülüğü veya ahlaksızlığı meşru görebilirler.
Bu nedenle tüm Müslümanlar böyle ``nefse uygun bir din anlayışı``na karşı dikkatli olmalı; bunun, insanları hak din ahlakını özünden uzaklaştırarak, dünyada ve ahirette yıkıma sürükleyecek ciddi bir tehlike olduğunu unutmamalıdırlar.