29 Mayıs 2001 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, Orhan Bursalı"nın "İnsanın Evrimi ve Sosyal Dayanışma" başlıklı yazısı yayınlandı. Orhan Bursalı, söz konusu yazısında büyük bir çelişki sergiliyor, bir yandan acımasız toplumsal rekabetin bir doğa kanunu olduğunu öne süren Darwinizm"i savunurken, bir yandan da acımasız rekabeti eleştiriyordu. Bu yazıda, Orhan Bursalı"nın doğada gözlemlenen gerçekler, vicdanının söyledikleri ve bir yandan da bağlısı olduğu Darwinist materyalist ideolojinin arasında kalarak, önemli çelişkiler sergilediği yazısı hakkında bazı açıklamalar yer almaktadır.
Canlılar arasındaki fedakarlıklar evrim teorisinin en büyük çıkmazlarından biridir
Bursalı yazısında, Peter Kropotkin"in "Evrimin bir faktörü: Karşılıklı yardımlaşma" isimli kitabından sözetmekte ve bu kitapta yazılanları insan toplumlarının gelişmesi için örnek olarak göstermektedir. Ancak bu kitap başlığından da anlaşılacağı üzere evrimciler açısından önemli çelişkiler sergilemektedir. Anarşizmin önde gelen isimlerinden evrimci Kropotkin, bu kitabında doğada gözlemlediği fedakarlık ve dayanışma örneklerini anlatmakta ve yardımlaşmanın evrimin itici güçlerinden biri olduğunu öne sürmektedir.
Gerçekte bu iddia, evrim teorisinin özüne aykırıdır. Darwinizm"e göre doğada kıyasıya bir rekabet ortamı vardır ve bu ortamda sadece güçlü olanlar hayatta kalabilirler. Fedakarlık ve dayanışmaya yer olmayan bu acımasız rekabet ortamı ise Darwinistlere göre canlıları evrimleştiren en önemli güçtür.
Ancak, doğada yapılan gözlemler canlılar arasında sadece ölümüne bir rekabet olmadığını, bazı canlıların kimi zaman kendi hayatlarını dahi diğerleri için feda edebildiklerini, kimi canlıların insanlarda dahi görülmeyen bir dayanışma ve yardımlaşma içinde yaşadıklarını göstermiştir. Bu durumda evrimciler, "yaşam mücadelesi", "rekabet alanı" gibi iddialarına yeni yorumlar getirmek zorunda kalmışlardır. Bu evrimcilerden biri de Bursalı"nın sözettiği Kropotkin"dir. Yaptığı gözlemler sonucunda aynı türün bireyleri arasında mücadeleden çok yardımlaşma olduğunu gören Kropotkin, evrim teorisini reddetmek yerine, bu yardımlaşmayıevrimin bir faktörü olarak açıklamak zorunda kalmıştır.
Ama bunu yaparken, Kropotkin"in ve onu izleyen evrimcilerin göz ardı ettiği önemli bir nokta vardır: "Yaşam mücadelesi" kavramı, evrim teorisinin temel mekanizması olarak gösterilen "doğal seleksiyon"un çıkış noktasıdır. Çünkü doğal seleksiyon, "avantajlı olan bireylerin rekabet yoluyla seçilmesi" mantığına dayanır. Eğer canlıların daimi bir rekabet içinde olmadıklarını, aralarında dayanışma ve yardımlaşma olduğunu kabul ederseniz, doğal seleksiyonun da bir temeli kalmaz. Çünkü yardımlaşma ve dayanışmanın olduğu bir popülasyonda, "zayıflar" elenmeyecek, güçlüler ve avantajlılar ise üstünlük kazanmayacaklardır. Doğal seleksiyonun ortadan kalktığı bu durumda, "evrim teorisi"nden de söz edilemez.
Kuşkusuz doğal seleksiyonun var olması da evrim teorisine bir şey kazandırmamaktadır, çünkü doğal seleksiyon canlıları geliştiren, onlara yeni özellikler kazandıran bir mekanizma değildir. Ancak Darwinizm"in temelini oluşturan "her canlı bencildir" varsayımının çürümesi, geriye "doğal seleksiyon" da bırakmamakta, öne sürülen evrim mekanizmasını dahi geçersizleştirmektedir.
Dolayısıyla, Kropotkin gibi anarşist veya sosyalist evrimcilerin temelde siyasi ve felsefi niyetlerle öne sürdükleri "yardımlaşmaya dayalı evrim" modelinin hiç bir bilimsel geçerliliği yoktur. Nitekim konuya daha teknik ve bilimsel yaklaşanlar—yani Darwinist biyologlar—bunun farkındadırlar ve canlılardaki fedakarlık ile evrim teorisi arasında bir çatışma olduğunu kabul etmektedirler.
Bu evrimcilerden biri olan John Maynard Smith canlıların bu özellikleri üzerine şöyle bir soru yöneltmektedir:
Eğer doğal seleksiyon, bireyin yaşama şansını ve çoğalmasını garanti eden özelliklerinin seçilimi ise, kendini feda eden davranışları nasıl açıklayacağız? (John Maynard Smith, "The Evolution of Behavior", Scientific American, Aralık 1978, cilt 239, no.3, s. 176)
Bilim Teknik dergisindeki bir makalede ise evrimcilerin karşı karşıya oldukları bu sorun şöyle ifade edilmektedir:
Sorun, canlıların niye birbirlerine yardım ettikleridir. Darwin"in teorisine göre; her canlı kendi varlığını sürdürmek ve üreyebilmek için bir savaş vermektedir. Başkalarına yardım etmek, o canlının sağ kalma olasılığını bağlı olarak azaltacağına göre, uzun vadede evrimde bu davranışın elenmesi gerekirdi. Oysa canlıların özverili olabilecekleri gözlenmiştir. (Bilim ve Teknik, sayı 190, s.4)
Sonuç olarak, doğada canlılar arasında görülen yardımlaşma ve fedakarlık örnekleri evrimciler açısından kesinlikle açıklanamayan, sadece felsefi yorumlarla izah edilen, ancak bu durumda da teorinin temel kavramlarıyla çatışan önemli bir sorundur. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Canlılardaki Fedakarlık, İstanbul, Ağustos 1999)
Sayın Bursalı"nın şikayet ettiği acımasız rekabet, Darwinizm tarafından güçlendirilmiştir
Sayın Bursalı, yazısında şöyle demektedir:
"Birbirinin gözünü oyma, hemcinsinin yokolmasına göz yumma, altta kalanın canı çıksın düzeni, sürekli hemcinsinin zararına toplumda kendisine ayrıcalıklı yer edinme, canlıları da toplumları da geliştirmez. Hatta böyle bir düzeni süreklileştiren toplumlar çöküş ve yokoluş sürecine girmezler mi?"
Bursalı bu tespitinde çok haklıdır. Gerçekten de bencilliğin, acımasız rekabetin olduğu toplumlar yokolmaya veya çökmeye mahkumdurlar. Ancak Bursalı"nın gözardı ettiği gerçek şudur: Yakındığı bu toplum modeli, kendisinin de savunuculuğunu yaptığı Darwinist ideolojiden sözde bilimsel bir destek almaktadır.
Bilindiği gibi Darwinizm, canlıların gelişimini doğada var olan "yaşam mücadelesi"ne dayandırır. Darwin"e göre, doğada acımasız bir yaşam mücadelesi, daimi bir çatışma vardır. Güçlüler her zaman güçsüzleri alt eder ve gelişme de bu sayede mümkün olur. Darwin, Türlerin Kökeni isimli kitabına koyduğu altbaşlık ile, bu görüşünü özetlemektedir: "Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon ve Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla".
Darwin"in bu konudaki ilham kaynağı ise, İngiliz bir ekonomist olan Thomas Malthus"un An Essay on the Principle of Population (Nüfus Prensibi Üzerine Bir Deneme) adlı kitabıdır. Malthus kendi başlarına bırakıldıklarında, insan nüfusunun çok hızlı arttığını hesaplamıştı. Nüfusları kontrol altında tutan başlıca etkenler ise savaş, kıtlık ve hastalık gibi felaketlerdi. Kısacası bazı insanların yaşayabilmeleri için diğerlerinin ölmesi gerekiyordu. Var olma, "sürekli savaş" anlamına geliyordu.
Darwin, doğadaki yaşam mücadelesi fikrini Malthus"tan aldığını kendi ifadesiyle şöyle açıklar:
Ekim 1838"de, yani sistematik bir şekilde araştırmalarıma başladıktan 15 ay sonra, sırf merakımdan Malthus"un nüfusla ilgili çalışmasını okumaya başladım. Ve hayvanlarla bitkilerde sürekli gözlemlediğim hayatta kalma mücadelesini düşündüğümde, bir an farkına vardım ki, bu koşullar altında uygun varyasyonlar korunacak ve uygun olmayanlar yok edilecekti. Bunun sonucunda ise yeni türler ortaya çıkacaktı. Burada, sonradan üzerinde çalışabileceğim bir teoriyi sonunda elde etmiştim.(Anton Pannekoek, Marxism and Darwinism, Çeviri: Nathan Weiser, Chicago, Charles H. Kerr)
İşte Sayın Bursalı"nın dikkat etmesi gereken nokta buradadır. Evrim teorisi "yaşam mücadelesi" ve "çıkar çatışması" kavramlarına dayandığı için, evrim teorisini savunanlar bu kavramların insan toplumlarının da temel ahlaki değerleri olması gerektiğini savunmuşlardır. Darwin"in çağdaşları ve ardından gelen birçok Darwinist toplumda yaşanan bu kıyasıya rekabeti desteklemişlerdir. Örneğin bu zihniyetin en önde gelenlerinden Tille"ye göre, fakirliği önlemeye kalkıp "yenik düşmüş sınıflar"a yardım etmek, evrimi sağlayan doğal seleksiyon yasasına set çekmek anlamına geldiği için büyük bir yanlıştır. (Alaeddin Şenel, Irk ve Irkçılık Düşüncesi, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, 1993, s. 61)
Darwin"in prensiplerini sosyal yaşama tanıtan ve Sosyal Darwinizm"in başlıca teorisyeni olan
Herbert Spencer"a göre ise, eğer bir insan fakirse bu onun hatasıdır; hiç kimse bu insana yükselmesi için yardım etmemelidir. Eğer bir insan zenginse, bunu ahlaksızlıkla elde etmiş olsa bile bu, onun becerisidir. Bu nedenle, fakir biri ortadan silinirken zengin biri yaşamaya devam eder. İşte bu görüş, Bursalı"nın yakındığı ve bugün toplumların hemen hemen tamamına hakim olan görüştür ve Darwinist ahlakın bir özeti niteliğindedir.
Yale Üniversitesi"nde politika ve sosyal bilimler profesörü olan William Graham Sumner ise, Darwinizm"in Amerika"daki sözcüsüdür. Bir yazısında insan toplumları hakkındaki düşüncelerini şu sözleri ile özetler:
Herhangi birini yükseltmek istiyorsak kaldıraça ve bir reaksiyon noktasına ihtiyacımız var. Toplumda bir insanı yukarı kaldırmak demek, başkasının üzerine basmak demektir. (The Challenge of Facts and Other Essays, as quoted in Mason Drukman, Community and Purpose in America: An Analysis of American Political Theory, New York: McGraw-Hill, 1971, s. 202.])
Ünlü evrimci Theodious Dobzhansky ise, Darwinizm"in temeli olan "doğal seleksiyon" düşüncesinin ahlaki yönden dejenere bir toplum oluşturduğunu şöyle kabul eder :
Doğal Seleksiyon egoizmi, zevk düşkünlüğünü, cesaret yerine korkaklığı, sahtekarlığı ve istismarı tercih eder. Toplum etiği ise "doğal" tavırları yasaklar ve bunların aksi olan nezaket, cömertlik ve hatta diğerlerinin, toplumun, milletin ve nihayet tüm insanlığın iyiliği için kendini feda etmek gibi özellikleri yüceltir. (Theodosius Dobzhansky, "Ethics and Values in Biogical and Cultural Evolution", Zygon, The Journal of Religion and Science, Los Angeles Times"da yayınlandığı şekliyle alınmıştır, bölüm 4 (Haziran 16, 1974), s. 6;)
Görüldüğü gibi, toplumdaki dejenerasyonun, çöküntünün, bencilliğin, açgözlülüğün, kısacası Sayın Bursalı"nın tarif ettiği acımasızlığın kökeninde Darwinizmin oluşturduğu sözde bilimsel "dünya görüşü" bulunmaktadır. Darwinizm"i körü körüne savunanlar ise, bilerek veya bilmeyerek bu toplumsal çöküntüye ve dejenere toplum ahlakına destek vermektedirler.
Sonuç
Sayın Bursalı"nın sözünü ettiği toplumsal çöküntünün çözümü önce Darwinist düşüncenin geçersizliğinin insanlara gösterilmesi, Darwinizm"e dayanan "yaşam mücadelesi" telkininin ortadan kaldırılmasıdır. Allah"a ve ahiret gününe inanmayan, yaptığı ahlaksızlıklardan, zulümden, bencillikten dolayı bir karşılık görmeyeceğini zanneden, karşısındaki insanları başıboş, sorumsuz, gelişmiş hayvanlar olarak gören bir insanın diğerlerini ezmesi, onları "kaldıraç" olarak kullanması, bencil, sevgisiz, merhametsiz, acımasız, zalim olması çok doğaldır. Ancak Allah"tan korkan, Allah"ı seven, dolayısıyla Allah"ın yarattığı varlıklara da sevgi, şefkat ve merhamet duyan bir insanın tavrının nasıl olacağı ise açıktır.
Sayın Bursalı toplumların ahlaki çöküntüleri konusundaki tespitinde son derece haklıdır. Ancak çözümün Darwinizm"de olmadığını, hatta Darwinizm"i savunanlar olduğu sürece, dünyada milyonlarca insanın acı, sefalet, haksızlık ve adaletsizlik içinde yaşamaya devam edeceğini görmezden gelmemelidir. Madem aklıve vicdanı ona yanlışları göstermektedir, çözüm konusunda da yine aklına ve vicdanına başvurmalıdır.