Etrafımızdaki hayvanlar ve bitkiler ülfet gözüyle bakıldığında son derece sıradan canlılar olarak görülebilir. Oysa birçok kişiye alışılmış gelen bu canlıların hepsi son derece mükemmel özelliklere, akılcı davranışlara ve kusursuz detaylara sahiptir.
Kelebekler, bahar mevsiminin gelmeye başlaması ile etrafımızda uçuşmaya başlarlar. Üzerinde bembeyaz damlalar olan turuncu-siyah, parlak mavi, sarı gibi muhteşem uyumlu renklere ve desenlere sahip kanatları ile kelebekler, pek de iddialı görünüme sahip olmayan bir tırtılın kanatlı güzelliğe dönüştüğü mükemmel bir mucizedir. Yaprakta asılı duran başkalaşım odasından yani kozadan, rüzgar akımlarını yakalamasına kadar birçok hikmeti yaşayan yeşim yeşili kristalit veya beyaz pamuk kümesinin içinde saklanan bu hayret verici olay ve ardından kozanın açılarak muhteşem desen ve renklerdeki katlanmış kanatların uçuşa uygun hale gelmesi elbette evrim teorisi ile açıklanamayacak muhteşem bir dönüşümdür.
Metamorfoz olarak adlandırılan ve bazı canlılarının yaşamlarının farklı dönemlerinde gerçekleşen bu ihtişamlı değişim canlıların bulundukları ortamın şartlarına uyum göstermelerini sağlayacak fiziksel değişimlerdir. Metamorfoz zaman zaman evrim teorisine delil gibi gösterilmeye çalışılır. Kelebekler dışında sinek, arı gibi canlılar ve hayatı suda başlayan daha sonra karada devam eden kurbağalar da metamorfoza birer örnektir. Fakat bu farklılaşmanın evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü evrim teorisi canlılıktaki farklılaşmaları tesadüflerle gerçekleşen mutasyonlarla açıklamaya çalışır. Oysa metamorfoz evrimin bu temel iddiası ile hiçbir benzerlik taşımayan, tesadüfle, mutasyonla ilgisi olmayan, önceden planlanmış bir süreçtir. Metamorfozu gerçekleştiren etken tesadüf değil, o canlıda daha doğduğu andan itibaren bulunan genetik bilgidir. Örneğin kelebeklerin tırtıl halinden kelebeğe dönüşmesi ve bu değişim evresini koza içinde geçirmesi ve bunun için koza örmesi, kozanın açılması gibi kusursuz detayların hepsi bu canlıların genetik yapısında mevcuttur. Metamorfoz geçiren canlılar, bu mucizevi sürecin ve süreci kontrol eden sistemlerin kompleksliği düşünüldüğünde, Allah’ın kusursuz yaratışının delillerindendir.
“Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.”(Bakara Suresi, 29)
Herkes kış mevsiminde kupkuru bir dala dönüşen bitkilerin bahar mevsimi ile tomurcuklanıp, önce yeşil yapraklara ve ardından rengarenk, muhteşem kokulu çiçeklere dönüştüğüne şahit olur. Adeta ölü konumundaki ağaçlar, insanların gözleri önünde yeniden canlanırlar. Bu muhteşem değişim bilim adamlarının önemli araştırma konularından biridir.
Akıl ve şuur sahibi olmadıkları halde bitkiler zamana bağlı olarak hareket ederler. Belirli faaliyetleri için belirli zamanları seçerler. Bunu da güneş ışığındaki değişimlere bağlı olarak yaparlar. İçlerine yerleştirilmiş biyolojik saat güneş ışığı ile kurulur ve bitki ritmik hareketler yapmaya başlar. Bu ritmik hareketler, bitkinin yaşaması ve neslinin devamı için, hep en uygun zamanlamayla gerçekleşir. Hareketlerin başarıyla tamamlanabilmesi içinse birçok kompleks işlemin kusursuz bir şekilde meydana gelmesi gerekir.
Bitkilerin çiçeklenmesi yılın belli bir zamanında çoğunlukla da ilkbaharda olur. Çünkü bu dönem bitki için en uygun zamandır. Bitkilerin bu zaman ayarlamalarını yapan biyolojik saatleri, güneş ışığının yapraklara düşme süresini bile hesaplar. Her bitkinin biyolojik saati bunu bitkinin kendi yapısal özelliğine göre yapar. Bu şekilde bir zaman ayarlaması yapan bitkiler ne zaman ekilirlerse ekilsinler, her zaman yılın aynı zamanlarında çiçek açarlar. Ancak bitki bu zamanlamayı nasıl yapar? İşte bu sorunun cevabını bilim adamları uzun süredir araştırmaktadır. Gün uzunluğu, hava sıcaklığı ve su miktarı gibi filizlenmeyi etkileyen faktörler bitkideki uzun mesafeli bir sinyali tetikleyerek yapraktan, çiçeklenmenin meydana geldiği en uçtaki filize kadar tüm damar sistemini dolaşır. Bu sinyalin mahiyeti bilim adamlarınca hala çözülememiştir. Araştırmalar bu sinyali verenin bitkinin yaprağındaki Flowering Locus T (FT) geninin ürettiği Flowering Locus T (FT) adında bir protein olduğunu bulmuşlardır. Bu protein, bitkinin damar sistemi içinde çiçek açmasına neden olan diğer genleri harekete geçirerek en uç filize doğru yol alır.
FT proteini bir bitkinin yaprağında üretildiği yerden filizlere doğru ilerlerken CONSTANS adı verilen diğer bir gen tarafından tetiklenir, aksi takdirde FT proteini üretilmez. Bu nedenle CONSTANS yapraklarda kilit gen olarak tanımlanır ve gün uzunluğundaki değişimlere göre bitkinin çiçeklenme zamanını tespit eder. Modern bilimin çok yeni anlamış olduğu ‘bu kompleks program’ ağaçlar tarafından on binlerce yıldan beri bilinmektedir. Kuşkusuz bitkilerin hücrelerine gerekli olan bilgileri yerleştiren, her şeyi eksiksiz yaratan, her türlü yaratmadan haberdar olan Yüce Allah’tır. Allah bu gerçeği bir ayette şöyle haber verir:
“Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi, böylece yeryüzü yemyeşil donatıldı. Şüphesiz Allah, lütfedicidir, her şeyden haberdardır.” (Hac Suresi, 63)
Her yazın sonuna doğru ortaya çıkan ağustos böcekleri böcekler arasında en gürültücü sese sahip canlılardır. Bu böceklerin kendilerine özgü sesleri sadece erkek ağustos böceklerine aittir. Bunun nedeni; dişilerin dikkatini çekerek yerlerini belirlemektir. Çünkü ağustos böceklerinin üremek için toprağın altından çıktıktan sonra maksimum 3 hafta kadar kısa bir süreleri vardır. Bu süre içerisinde dişilerin dikkatini çekerek çiftleşecek ve ardından öleceklerdir.
Dişiler çiftleşmeden sonra ince dallara ve ağaç gövdelerine yarıklar açarak yumurtalarını bırakırlar. Yumurtadan çıkan yavrular yere düşer düşmez hızlıca toprağın alt kısımlarına gömülürler. Larva halindeki böcekler yeraltında uzun yıllar kalarak kendilerini sellerden ve su basmasından koruyacak yuvaları inşa ederler. Burada yıllar boyu ağaç köklerini emerek sağ kalırlar. Bu dönemden sonra ani bir mucize gerçekleşir: yaklaşık 20 yıl toprak altında kalan yavruların hepsi aynı anda topraktan yüzeye doğru çıkarlar. Daha da ilginci hep aynı anda yeryüzüne çıkan ağustos böcekleri bunu doğumlarını takip eden sadece asal sayılı yıllarda yaparlar. (11, 13, 17, 19 yılları gibi).
Ağustos böceklerini çok ilginç kılan özellikleri adeta sayı saymayı bilmeleridir. Bu minik canlıların yıllık yaşam döngülerini nasıl bir asal sayıya denk getirdiklerini hala hiç kimse bilemez. Bu matematiksel zamanlamanın diğer birçok canlıda olan çift sayılı çiftleşme döngülerine rastlamamasının, olası avcı potansiyeline denk gelmemeleri için olduğu tahmin edilmektedir. Çünkü ağustos böcekleri trilyonlarla ifade edilecek sayılarda aynı anda ve tek gecede topraktan çıkarlar. Ancak bunu diğer canlıların çift sayılı döngülerinde yapmış olsalar veya rastgele günlerde yapmış olsalar diğer canlılara yem olur ve nesilleri büyük tehlike altında olabilirdi. Bu asal sayı döngüsüyle mükemmel bir zamanlama elidmiş ve popülasyonunun azalması engellenmiş olur.
Kuşkusuz insanların dahi mükemmel bir organizasyon ve iletişim sistemleri olmadan asla sahip olamayacağı bu özelliğin, hiçbir düşünme yetisi ve donanımı olmayan bu minik canlılarda bulunması Allah’ın bu canlılara ilham etmesinin bir sonucudur. Ayette şöyle buyrulur:
“Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O’nun ayetlerindendir...” (Şura Suresi, 29)
Örümcekler salgıladıkları ipek liflerini, ağ çerçevesinin kesişen kenarlarına keskin açılarla döşer. Bu sayede örümceğin avlanma alanı çizilmiş olur. Örümceklerin ağlarını incelediğimizde ağın merkezinden çevredeki dallara ya da yeşilliklere bağlanmış olan her ipliğin, üzerinden geçtiği her sarmal eğri ile yaptığı açının “sabit” olduğunu görürüz. Özellikle bahçe örümceklerinin ağlarında gözlemlenebilen bu özel geometrik yapı, örümceğe avlanmak için büyük bir avantaj sağlar. Sarmal eğrilerden meydana gelen bu ağlar, görünmezlik ve geniş yakalama alanının eşsiz bir kombinasyonu olduğundan, uçan böcekleri yakalamada çok etkilidir. Ağı oluşturan sarmal eğriler merkezden çevreye doğru sürekli büyümelerine rağmen, ağın genel görünümünde hiçbir değişiklik meydana gelmez. Bu nedenle ağdaki her sarmal eğri, ağın boşlukta kapladığı alanı sürekli olarak sabit bir oranda genişlettiğinden ortaya çıkan şekil, uçan bir böceğin yakalanması için kullanılabilecek en mükemmel yapıdır.
Çoğunlukla daire şeklinde ağlar dokuyan örümcekler aynı zamanda bu ağlarını dekore ederler. Örümceklerin ağlarını bu şekilde neden güzelleştirdikleri henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Bu uzmanlık isteyen konu ile ilgili önde gelen iddialardan birisi örümceklerin ağın üzerinde kendilerinin oturduğu yer olan merkez bölümünü, çok daha az görünür olacak şekilde yapmaları ve belki de hayvanların görüp kazayla onlara zarar vermelerini önlemek içindir. Başka bir teori ise yapılan dekorasyonun kurbanlarını kendine çekmesidir. Bilim adamlarının açıklayamadığı ise örümceğin bu ağı örerken nasıl hesap yaptığı ve nasıl bir strateji planladığıdır. Beyin benzeri bir yapıdan yoksun olan örümcek, böyle üstün bir tekniği nasıl kullanabilir? Şüphesiz örümceğin böyle bir tekniği kullanabilmesini ona ilham eden Allah’tır.
Uçan en küçük böcek asalak yabanarısıdır. Kanat genişliği 1 mm olan bu küçük böceklerin beyaz lahana kelebeğinin yumurtalarından havalanırken çekilen fotoğrafları bu canlıların tam bir akrobat olduklarını ortaya koymuştur. Asalak yabanarılarının havaya sıçramaları, etrafta zarif kanat çırpmaları, kimi zaman önce yüzleri, kimi zaman da ayakları üzerine olacak şekildeki yaptıkları iniş hareketleri hızlı kameralar ile çekilmiş, bu canlıların dünyanın en ilginç böceklerinden biri olduğu görülmüştür. Kanatlarını saniyede 350 kez çırpabilen bu canlılar, 1 gramın 1/40.000’ı olan ağırlıkları ile hiç hissettirmeden kelebeklerin veya başka böceklerin üzerinde seyahat edebilirler. Bu minik canlı küçük bir kelebeğin üzerinde, kelebeğin birleşik gözlerinin altındaki yüz tüylerinin altında adeta bir benek gibi görünecek kadar küçüktür.
Manta balığının deniz altında kelebekler gibi görünen zarif yüzme şekli, adeta insanı hipnotize eden inceliğe sahiptir. Bu canlılar yüzüş şekilleri ile deniz altında verimli denizaltı araçlarına ihtiyacı olan mühendislerin imrendiği bir balıktır. 5 metre genişliğe kadar büyüyebilen bu canlıların kendine hakim, nazik hareketleri denizaltı araçları için büyük bir ilham kaynağıdır. Çünkü birçok balık yüzerken bedenini bir yandan diğer yana hareket ettirir. Manta Balığı sert ve gergindir. Fakat bu onların son derece sessiz ve verimli bir biçimde yüzmelerine engel olmaz. Nitekim en iyi denizaltı araçlarının dönme yarıçapı beden uzunluklarının 0.7’si kadarken manta balığının dönmesi için beden uzunluğunun sadece 0.27’sini kullanması yeterlidir. Bu küçük hareketle bir savaş uçağı gibi manevra yapabilirler. Manta balıkların yüzüş biçimleri, bu yüzüşe uygun olan vücut yapılarını yaratan tüm alemlerin Hakimi olan Allah’tır. Kuran’da şöyle buyrulur:
“Göklerde ve yerde olanların tümü Allah’ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye güç yetirendir.” (Hadid Suresi, 1-2)
Göç eden kuşlar içinde, dünyanın en uzun mesafesini, en hızlı şekilde uçan kuş, bataklık çulluğudur. Aslında Antartika deniz kırlangıcı daha yavaş fakat daha uzun mesafe uçabilir, fakat bataklık çulluğu hem hız hem de kat ettiği mesafe açısından birinci sıradadır. Bilim adamları bataklık çulluğunun hiç durmadan 6.700 km.yi saatte yaklaşık 100 km. hızla uçtuğunu tespit etmişlerdir. Bu kuşların bazıları İsveç’ten havalandıktan sonra Orta Afrika’ya (6.700 km.ye) 3.5 günde ulaşırlar. Kuşkusuz bu büyük bir başarıdır. Bu kuşların sahip olduğu özellikler üstün yaratış ve sonsuz merhamet sahibi Allah’ın dilemesi ve yarattıklarını koruyup gözetmesiyle mümkün olur. Ayette şöyle buyrulur:
“Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah’)tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir.” (Mülk Suresi, 19)