İslam dinine ve Müslümanlar'a karşı önyargıdan kaynaklanan korkuyu ifade eden “İslamofobi” kavramı daha çok 11 Eylül saldırılarının ardından dünya gündemine yerleşmiş olsa da kökenleri Haçlı seferlerine, hatta daha da öncesine, Müslümanlar'ın ilk dönemlerindeki yayılma sürecine kadar uzanıyor. Günümüzde İslam dünyanın dört bir yanına yayılmış durumda. Müslümanlar 45 milyonu aşan nüfuslarıyla Avrupa’nın %6’lık kesimini oluşturuyorlar. Her yıl 1 milyon Müslüman Avrupa’ya göç ediyor. Avrupa'daki Müslümanlar'ın doğum oranı Müslüman olmayanlara göre 3 kat fazla. 2050'de Müslümanlar'ın nüfus oranının %20'lere varacağı ve Avrupa'nın beşte birinin Müslüman olacağı tahmin ediliyor. Hiç kuşku yok bunlar Avrupalılar'ın İslamofobi algısının son yıllarda yükselişe geçmesinin başlıca nedenleri arasında.
Ancak İslamofobi'nin tüm dünyada artış göstermesinin asıl tetikleyicisi son dönemlerde İslam adına ortaya çıkan radikal terör örgütleri ve uyguladıkları insanlık dışı eylemler. İslam'ın özünden son derece uzak sapkın bir anlayışa sahip bu radikal örgütler tüm dünyada İslam'a karşı büyük bir korku ve nefretin gelişmesine sebep oldu. Gerçekte İslam'ın özü ile hiçbir alakaları olmadığı halde kendilerini İslam'ın temsilcileri olarak lanse eden bu grupların vahşice uygulamalarına karşı duyulan korku tüm dünyada "İslam korkusu" olarak algılanıp yaygınlaştı.
Bu algının zihinlere yerleştirilmesinde en etkin rolü önceden de İslam karşıtı olan bazı çevreler üstlendi ve bu çevrelerin İslamofobik söylem ve faaliyetleri neredeyse sektör denebilecek bir döngünün meydana gelmesine ve trilyonlarca dolarlık uluslararası güvenlik, istihbarat ve sanayi oluşumlarının ortaya çıkmasına yol açtı. Bu döngü ekonomik ve mali güç merkezlerini, önemli enerji kaynakları ve yeraltı zenginliklerini elinde bulunduran İslam dünyasının yükselişini durdurmak amacıyla toplumsal yaşamın hemen her alanında "İslami terör" kavramının kullanılması ve dünya politikalarının merkezine kasıtlı olarak İslamofobi'nin yerleştirilmesiyle orantılı şekilde işliyor.
Batılı hükümetlerin özellikle 11 Eylül'den sonra benimsediği ve genelde Müslümanlar'ı hedef alan politikalar ve bu doğrultuda çıkardıkları yasalar da İslamofobik algının oluşmasına hız kattı. Aşırı sağ partiler de İslam karşıtlığını körüklemede büyük rol oynuyor. Bu partiler İslamofobi söylemini sıklıkla kullanarak oy topluyor, bu söylemden beslenerek yükselişe geçiyorlar. Almanya'da Ulusal Demokratik Partisi, Fransa’da Ulusal Cephe, Hollanda’da Pim Fortuyn Listesi, İtalya’da Kuzey Ligi, Avusturya’da Özgürlük Partisi, Danimarka’da Halk Partisi Avrupa’da yüksek oy oranına sahip aşırı sağcı İslam karşıtı partilerden bazıları. Bu partiler özellikle Müslüman asıllı göçmenleri hedef alıyorlar.
Avrupa'daki Müslüman asıllı göçmenler İslamofobi'nin yanı sıra zenofobiyle, yani yabancı düşmanlığıyla da mücadele etmek durumunda. Kendilerinden görmedikleri göçmenleri kültürel ve sosyal hayatlarını tehdit ettikleri gerekçesiyle "öteki" gören, dışlayan, aşağılayan ve maddi manevi saldırılara maruz bırakan ırkçı zihniyet Avrupa'nın pek çok ülkesinde yükselişte. Birinci dereceden mağdur olanlar ise yine Müslümanlar. Fiziksel darp, cami ve işyerlerinin taşlanması, molotof kokteyli atılması, işyeri sahipleri ile çalışanlarının dövülmesi, duvarlarına gamalı haç, küfür ve hakaret içeren yazı ve işaretlerin yazılıp çizilmesi, mezarlıklarının tahrip edilmesi, evlerin basılarak ailelerin darp ve tehdit edilmesi, sözlü taciz ve benzeri biçimlerde saldırılar Avrupa'daki Müslümanlar'ın sıklıkla karşı karşıya kaldıkları olaylar arasında. Kundaklama olayları, patlayıcı maddeyle maddi zarar verme, yangın çıkarma, camilerin, evlerin, derneklerin, işyerlerinin posta kutularına dini değerlere hakaret ve tehdit içeren mesaj ve mektupların bırakılması, ev, cami ve işyerlerinin önüne ve arabaların üzerine domuz organları bırakılması, kan sürülmesi, kapılara hayvan ölüsü bırakılması gibi eylemler Avrupa'daki Müslümanlar'ın günlük hayatının bir parçası haline geldi.
Tüm bunlar Müslümanlar'ın Batı ülkelerinde maruz kaldıkları baskı ve zorlukları gözler önüne seriyor. Oysa diğer tüm göçmenler gibi Müslüman göçmenler de anayurtlarından ayrılıp geldikleri ülkelerin toplumsal yaşamına entegre olarak katkıda bulunmaya çalışan ve içinde bulundukları topluma ekonomik olarak fayda sağlayan insanlar. Hiç kuşku yok bu insanlara şükran yerine ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı ile karşılık vermek, adaletsiz ve hoşgörüden uzak olması bir yana insan hakları ve çağdaş demokrasi ile hiçbir şekilde bağdaşmayan bir tavır.
Ne var ki Batı'da oluşan İslam ve Müslüman karşıtlığını tek bir kategoride ele almak da doğru değil. Müslümanlar'ın Batılı halkın iş ve aş imkanlarını daralttıklarını düşünenler; halkın bu endişesini kullanarak toplumda kasıtlı olarak İslam ve Müslüman düşmanlığı meydana getirenler; Müslümanlar'ın sayıca daha da artarak Hıristiyanlığı ortadan kaldıracaklarını ve/veya Batı kültürünü yozlaştıracaklarını düşünenler ya da İslam'ı tanımadıkları için terör ve radikalizmle özdeşleştirerek doğal bir korkuya kapılan insanlar; hiç kuşkusuz her bir grubu birbirinden ayrı tutmak gerekiyor. Tüm bu korkuları gidermenin ise tek bir yolu var; gerçek Müslümanların sabır ve itidalle dinlerini anlatmaları, İslam'ın hurafelerden arındırılmış, modern, ilme ve mantığa uygun, aydınlık, ilerici, terörü yasaklayan, sevgiyi, kardeşliği, barışı ve hoşgörüyü emreden bir din olduğunu gerek söylemleri gerek hal ve tavırlarıyla göstermeleri. Öte yandan Müslümanlar amaçlarının Hıristiyanlığı ortadan kaldırmak olmadığını, zira İslam'ın kitabı olan Kuran'ın Hıristiyanlar'ı ve Hıristiyanlığı öven ve tasdik eden bir kitap olduğunu dile getirmeli; terör, intihar saldırısı, katliam gibi terimlerle anılan, bilime, sanata ve güzel olan her şeye karşı olan ve diğer dinlere karşı hasmane bir tutum içinde olan zihniyetin İslam’dan değil radikal bağnazlardan kaynaklandığını anlatmalılar. Unutmamak gerekiyor ki Batılılar radikal bağnazların etkisiyle İslam'ın akılcılıktan, hoşgörüden, modernlikten uzak, terörü ve radikalizmi savunan bir din olduğunu, İslami değerlerin demokrasi ve insan haklarıyla uyuşmadığını sanıyorlar. Çoğunun gözünde İslam bilim, kültür, medeniyet gibi argümanlarla değil, terör, şiddet, geri kalmışlık, yobazlık ve aşırıcılık ile eşdeğer. Bu nedenle Müslümanlar İslamofobi'yi körükleyen tüm sebepler arasında belki de en önemlisinin bu yanlış bilgiler olduğunu, İslam’dan korkan pek çok kişinin aslında İslam hakkında çok az şey bildiğini, bildiklerinin çoğunun da doğru olmadığını göz önünde bulundurarak sistemli bir bilgilendirme faaliyeti sürdürmeliler.
Tabii bu noktada demokrasiye ve insan haklarına verdikleri değerle ve tüm inançlara eşit durmakla övünen Batı'nın da üzerine büyük sorumluluklar düşüyor. İlk yapmaları gereken ise İslamofobik ve ırkçı olaylara karşı yasal düzenlemeler getirmek. En başta Yahudi karşıtlığı gibi İslamofobi’nin de bir an önce nefret suçu kabul edilmesi şart. Kendilerinden olmayanları aşağı görmeden onlarla birlikte sevgi, saygı, dostluk ve kardeşliğe dayalı bir yaşama kültürü geliştirmek Batı'nın önceliği olmalı. Batılı devletlerin, uluslararası kuruluşların ve sivil toplum örgütlerinin bu konuda gereken duyarlılığı göstermeleri gerekiyor. Gelecek nesillerin bu önyargılardan arınmış olarak yetişebilmesi için aciliyetle yeni yasalar oluşturulması ve kamuoyunun eğitilmesi dünya barışı açısından da son derece elzem.
Adnan Oktar'ın Jakarta Post & Malaysian Insider'da yayınlanan makalesi:
http://www.thejakartapost.com/news/2015/02/20/islamophobia-europe-and-ways-end-it.html