12 Şubat’ta imzalanan Minsk anlaşmasının üzerinden bir ay geçti, ama Ukrayna hala çatışmalarla uğraşıyor. Anlaşma çok kısa süreli bir umut dalgası oluşturmuş olsa da, aslında herkes barışı sağlamanın çok kolay olmayacağını biliyor. Nitekim taraflar (ABD, AB, Rusya, Ukrayna vs...) anlaşmanın hemen ardından tehditler savurmaya, karşı tarafı suçlayan açıklamalara, anlaşmaya uymayan taleplerde bulunmaya devam ettiler. Ve herkes bu anlaşmanın da diğerleri gibi çöpe atıldığını dile getirmeye başladı. Yaşanan tek olumlu gelişme ise az miktarda da olsa tutuklu değişimi gerçekleştirilmesiydi. Minsk anlaşmasının uygulama sürecini konuşmak için tarafların Paris’te bir araya gelme yönündeki kararları da anlaşmayı hayatta tutacak olumlu bir gelişme olarak yorumlandı. Peki bu süreçte neler yaşandı?
- ABD ve İngiltere’den Rusya açısından gerilimi artıracak bir başka hamle geldi. Estonya'nın Bağımsızlık Günü'nde düzenlenen askeri tören için Rusya sınırındaki Narva seçildi. Törende Estonya ordusunun yanı sıra, ABD zırhlı birlikleri ve İngiliz askerleri de yer aldı.
- ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki ise "Eğer Rusya ve ayrılıkçılar imzaladıkları anlaşmaları çiğnemeye devam ederlerse, bu daha fazla bedellere ve izolasyona neden olacaktır" dedi.
İşte Minsk anlaşmasının ardından bu tehditkar açıklamalar, yaptırımlar, Rusya’yı tedirgin eden gösteriler birbirini takip etti. Peki bu savaş dili Ukrayna’da barışın sağlanmasına yardım ediyor mu? Tabi ki hayır. Bu açıklamalar çatışmaları daha da körüklüyor, gerilimi artırıyor, barış girişimlerini akamete uğratıyor.
Ancak Avrupa’dan bazı sağduyulu sesler de çıkmıyor değil. Macar Başbakanı Viktor Orban’ın "Rusya'yla yeni bir Soğuk Savaş yaşayan ya da Avrupalıları Rusya'ya düşman yapan bir Avrupa'da yaşamak istemiyorum, Avrupa’nın geleceği Rusya ile olan ilişkilerine bağlı olarak şekillenecektir" şeklindeki açıklaması bunlardan biri. Letonya Savunma Bakanı Raimonds Vejonis ise İngiltere Savunma Bakanı Michael Fallon’un açıklamalarına karşı çıkarak Rusya'nın Baltık ülkeleri için tehdit oluşturmadığını ifade etti. Çek Cumhuriyeti ve Yunanistan da Rusya’ya yönelik yaptırımlardan vazgeçilmesinden yana. Merkel’in öncülüğünü yaptığı bazı AB liderleri de savaşın AB için de Rusya için de bir yıkım olacağının farkında, o nedenle Ukrayna’nın silahlandırılmasına karşı çıkıyor ve diplomasiden vazgeçmiyorlar. Dolayısıyla artık Ukrayna konusunda AB ile ABD arasındaki görüş farklılıkları keskinleşmiş durumda. İşte bu görüş ayrılığının farkında olan Rusya, AB ile ilişkileri hiçbir zaman koparmadı. AB ülkelerinden ithalata ambargo koyarak onları barışa ve uzlaşıya zorladı. Bu süreçte hiç şüphesiz Rusya da zarar gördü, ancak unutmamak gerekir ki Putin ülkesinde yüzde 85 desteğe sahip bir lider ve bu meydan okumalar desteğini daha da artırmasına neden oluyor. Güçlü altın-döviz rezervine sahip, işsizlik oranı ise 5.3 gibi düşük oranlarda seyrediyor. Dolayısıyla, her ne kadar ekonomik zorluklar yaşanıyor olsa da yaptırımlar karşısında Rusya’nın diz çözmesi beklenmemeli. Ayrıca yaptırımların asıl olarak Rus halkına zarar vereceği unutulmamalı. Üstelik şu an fiilen bölünmüş durumdaki Ukrayna’da da Putin’in eli güçlü durumda. Ukrayna-Rusya sınırını kontrol edemeyen Kiev yönetiminin bu çatışmadan zaferle çıkması ya da iki taraf arasında bir seçim yapması imkansız. Ukrayna her zaman Batı ile Rusya arasında tampon bir ülke olarak kalacak ve her zaman Rusya ile uzlaşı içinde yaşamak zorunda olacak. Bu nedenle Ukrayna’nın silahlandırılmasının bir çıkış yolu olması mümkün değil. Tam tersine bu, savaş ateşinin tüm Avrupa’yı yakması anlamına gelir. Çünkü Putin böyle bir durumda, savunma gayesiyle, tüm ülkesinin desteğini arkasına alarak tüm askeri gücüyle bu saldırıya karşılık verebilir. Üstelik Batılı ülkelerden gelen silahlarla Ukrayna’nın Rusya’yı yenmesinin de mümkün olmadığının herkes farkında. Rusya’nın hava gücünü devreye sokması durumunda Batı’nın çok zor durumda kalacağı açıktır. Dolayısıyla Kiev’e askeri sevkiyat çatışmayı Rusya lehine çevirecektir. Bunun farkında olan AB liderlerinin, tüm Avrupa’yı savaş çukurunun içine çekmek istememeleri ve Rusya ile anlaşma yolunu arıyor olmaları doğru bir adımdır.
Nitekim Putin, geçtiğimiz günlerde Rus televizyonuna verdiği bir röportajda Ukrayna ile bir savaşın gerçekleşmeyeceğini ifade etmiş ve "Böylesi kıyametvari senaryoların olası olmadığını düşünüyorum ve umarım hiçbir zaman da gerçekleşmez" demiştir.
Bu temenni elbette çok güzeldir. Çözüm ise çok kolaydır. 2001 yılında Putin’in Alman Parlamentosu Bundestag’da “Rusya’nın dost bir Avrupa ülkesi olduğunu ve Avrupa’da istikrarlı bir barış istediğini” söylediği günlere geri dönmek mümkün. NATO ve AB’nin Orta ve Doğu Avrupa’daki genişlemesi yüzünden kendini tehdit altında hisseden Rusya’nın bu çekinceleri mutlaka giderilmeli. Tehditkar açıklamalardan ve girişimlerden vazgeçilmeli. Avrupa’nın ve dünyanın istikrarı ve güvenliği için Rusya’yı anlamak, dinlemek, barış talebine kulak vermek ve uzlaşı yolları aramak gerekiyor. Bu gerginliği devam ettirmek kimseye fayda vermeyecek. Ukrayna’nın mazlum halkını bu çatışmanın ortasında bırakmaya ise kimsenin hakkı yok. İşte tüm bu nedenlerden dolayı artık savaş dili, tehdit dili bırakılmalıdır.
[i] http://www.independent.co.uk/news/world/europe/ukraine-crisis-vladimir-putin-says-war-with-russia-would-represent-apocalyptic-scenario-for-eastern-europe-10067197.html
Adnan Oktar'ın MBC Times'da yayınlanan makalesi:
http://www.mbctimes.com/english/language-of-peace-should-prevail-among-nations