İngiltere'nin Brexit kararının ardından Almanya, Hollanda, Polonya gibi ülkelerde aşırı sağcı akımların son seçimlerdeki yükselişini geçtiğimiz günlerde Avusturya da takip etti. Sebastian Kurz'un lideri olduğu Halk Partisi (ÖVP), oyların yüzde 31.5'ini alarak seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Aşırı sağcı ve ırkçı politikalarıyla bilinen Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) yüzde 27.1 oy alırken, Sosyal Demokratlar yüzde 25.9 ile onu takip etti.
ÖVP lideri Sebastian Kurz, savaş sırasında Bosna'dan kaçarak Avusturya'ya yerleşmiş göçmen bir ailenin çocuğu. Durum böyleyken yabancı, göçmen ve İslam karşıtı popülist söylemleri en başta kendi kimliğiyle çelişiyor. Ancak, bu tür aşırı sağcı, ırkçı ve fanatik milliyetçi politikaların Avrupa seçmeni, özellikle de genç kesim tarafından giderek daha çok benimsenmesi politikacıları da bu söylemlere yöneltiyor. Nitekim, 16 yaşını dolduranların da oy kullandığı seçimde, Kurz'un en büyük desteği genç seçmenden aldığı belirtiliyor.
Kurz'un mecliste çoğunluğu sağlayabilmek için kendi görüşlerine yakın gördüğü aşırı-sağcı FPÖ ile koalisyon masasına oturması yüksek ihtimal görünüyor. Zaten seçimlerden önce FPÖ'nün, Kurz'u kendi aşırı-sağ politikalarını çalmakla suçlaması da iki partinin temel ortak görüşlerde birleşebileceği görüşünü güçlendiriyor.
Eğer, ÖVP-FPÖ koalisyonu gerçekleşirse FPÖ 17 yıldır ilk kez Avusturya'da hükümette yer alma fırsatını ele geçirecek. Geçtiğimiz Mayıs ayında Sebastian Kurz'un ÖVP'nin başına geçmesiyle merkez-sağ partinin hızla aşırı-sağa doğru kaydığı bilinen bir gerçek. Bu gerçek de göz önüne alınırsa ÖVP-FPÖ koalisyonu Avusturya'da aşırı sağın en ileri düzeyde temsil edildiği bir hükümeti kurmuş olacak.
Elbette böyle bir tablodan en büyük endişeyi duyacakların başında da ülkedeki yabancılar, göçmenler ve Müslümanlar geliyor. Diğer yandan, uzmanlar bu derece aşırı sağ bir hükümetin AB açısından da hiç istenmeyen bir durum olacağına dikkat çekiyor. Üstelik, 2018'in ikinci yarısında Avusturya, AB'nin dönem başkanlığını da üstlenecek.
Eylül 2017'de gerçekleşen Almanya seçimlerinde de Avusturya'dakine benzer bir tablo yaşandı. Geçen seçimlere kıyasla Merkel'in "CDU-CSU"su % 8.6, Sosyal Demokrat Parti (SPD) yüzde 5.2'lik kayıplar yaşarken aşırı sağcı ve ırkçı "Almanya için Alternatif' Partisi" oy oranını yüzde 8 civarında artırarak ciddi bir yükseliş yaşadı; 94 milletvekiliyle Meclis'e girmeyi başardı. AfD'nin, ilk kez oy kullanan genç seçmenin oylarının büyük çoğunluğunu kazandığı belirtildi. Yani, önümüzdeki dönemde Almanya'yı temsil edecek genç nesil de tercihini ırkçı ve aşırı-sağ görüşten yana koydu.
Bremen Üniversitesi'nde aynı zamanda Kültürlerarası ve Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü'nün Başkanı olan Dr. Roy Karadağ, AfD gibi aşırı-sağcı bir partinin Meclis'te oldukça güçlü biçimde temsil edilmesini "ürkütücü" olarak tanımlıyor.
Merkel'in yüksek olasılıkla kurması beklenen CDU-FDP-Yeşiller koalisyonunun ise çok uzun ömürlü olmayacağı düşünülüyor. Dolayısıyla, kısa bir süre içinde erken seçimlerin gündeme gelmesi ihtimal dahilinde. Bu da, hızla yükselişte olan aşırı-sağ hareketin belki yakın gelecekte iktidara bile gelmesine imkan sağlayabilir. Nitekim, seçim sonrası AfD lideri Alexander Gauland'ın, "Merkel'i kovalamaya devam edeceklerini", AfD Eş Başkanı Jörg Meuthen'in ise, "Meclis'te sert bir muhalefet yapacaklarını" belirtmesi, iktidar yolunda kararlı olduklarının bir göstergesi.
Irkçı, aşırı sağcı partilerin kazandığı oylardan daha tehlikeli olan bir unsur ise diğer ana akım partilerin de seçmen kazanma kaygısıyla aynı radikal söylemleri benimsemesi. Bu kapsamda, seçim sonrası konuşmalarda Merkel ve CSU lideri Seehofer'in, "AfD seçmenlerini, onların sorunlarına çözüm bularak, endişe ve korkularını dikkate alarak, geri kazanmak zorundayız", "Hıristiyan Birlik’te sağ kanat açığı vardı. Şimdi bu açığı kapatacağız" şeklindeki sözleri dikkat çekiyor.
Bu ifadeler açıkça, AfD'ye giden oyların geri kazanılabilmesi için yeni hükümet döneminde aşırı sağ politikaların izleneceğini gösteriyor. Bunların başında, kuşkusuz göç politikalarının sertleştirilmesi ve yeni göç yasalarının çıkarılması var. Bu da, AfD her ne kadar muhalefette olsa da, aşırıcı fikirlerinin yakında iktidara taşınacağı gerçeğini ortaya koyuyor.
Bilindiği gibi, 2. Dünya Savaşı öncesinde tüm Avrupa'da milliyetçilik, vatanseverlik gibi duyguların suiistimal derecesinde körüklenmesiyle zaman içinde aşırı-sağ, ırkçılık ve radikal milliyetçilik tırmanışa geçmişti. Faşist diktatörlüklere uzanan bu sürecin insanlığı getirdiği son nokta ise tarihin en büyük dünya savaşı ve en acımasız katliamlarıydı. Avrupa'yı kasıp kavuran faşist fırtına sonunda kıtayı gelmiş geçmiş en büyük yıkım ve felaketlerin içine sürüklemişti.
Bu felaketi bizzat yaşamış Avrupa'nın yine aynı tuzağa düşmesi, farkında olmadan aynı sürece kademeli biçimde sürüklenmesi çok vahim bir hata olacaktır. Bu nedenle, Avrupalı aydınların toplumlarını sinsice gelişen bu tehdide karşı acilen uyarmaları ve bunun sonucunda gelişmesi muhtemel tehlikeyi bilimsel ve sosyolojik olarak açıklamaları son derece hayatidir. Bu konuda özellikle, tarihi bilgisi ve tecrübesi yetersiz, analiz yeteneği zayıf genç nesillerin eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi çok önemlidir.
Kendini demokrasi, medeniyet, özgürlük ve insan haklarının beşiği olarak kabul ettirmiş Avrupa'nın göz göre göre kendisini yeniden dehşetli bir facianın içine sürüklemesi elbette en istenmeyecek bir durum olacaktır. İdeolojik boşluklar ve materyalist dünya görüşü, bugün Avrupa'yı bu ürkütücü sonuca sürükleyen sebepler arasındadır. Avrupa ülkeleri, eğer mevcut duruma çare arıyorlarsa, yıllardır takip ettikleri materyalist ideolojileri derinlemesine incelemeli ve körü körüne benimsenen bu ideolojilerin değerlendirilmesini tekrar yapmalıdırlar.
Adnan Oktar'ın American Herald Tribune (Amerika) ve Riyadh Vision'da (Suudi Arabistan) yayınlanan makalesi:
https://ahtribune.com/world/europe/1991-europe-far-right.html