Evrim teorisyenleri türler arası geçişe dair bilimsel bir kanıtları bulunmamasına rağmen bazı türleri “ata” bazılarını da “torun” ilan ederler. Yalnızca evrimcilerin hayal gücü ile şekillenen ve bilimsel herhangi bir veriye dayanmayan böyle senaryolar daha dikkat çekici olanı bulununcaya kadar gündemde tutulur. Buradaki aracılar ise genellikle günümüzde haber ajanslarıdır. Toplumun gözünde belli bir yere sahip bir haber ajansı bu gibi haberler ile evrimci senaryoların, diğer haberler arasında yayılmasında -bilerek ya da bilmeyerek- alet olur. Bu taktik ile gerçekliği olmayan haberler bile kendince bir geçerlilik kazanmaya başlar. Oysa bir haber ajansına ulaşan herhangi bir bilgi editörler tarafından titizlikle denetlenmeli ve kaynağı kim olursa olsun önce doğruluğu araştırılmalı, bilimselliği mutlaka deliller doğrultusunda sorgulanmalıdır.
Bu konuya çok net bir örnek ülkemizde yaşandı:
Geçtiğimiz günlerde resmi bir kurum olan Anadolu Ajansı tarafından verilen bir haber medyada geniş yer buldu. Haberi dikkat çekici kılan başlığındaki evrim çağrıştıran ifadeydi: ‘Armadilloların atası bulundu’ ... (http://aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/armadillolarin-atasi-bulundu/525839) şeklindeki bu başlık gerçeklerle ilgisi olmayan, hiç düşünülmeden, bilimsel delillerden faydalanılmadan yazılmış gibi bir izlenim oluşturan bir haberi bize duyuruyordu.
Bu haber aslında Current Biology dergisinin 22 Şubat tarihli sayısında yer alan bir araştırmanın sonucuna dayanıyordu. Söz konusu makalede Darwinizmin ata-torun iddiaları üzerine spekülasyonlar yapılıyordu.
Bu makalenin bilimsel eleştirisini aşağıda bulabilirsiniz ancak burada dikkat çekici olan bir konu var: Anadolu Ajansının Current Biology dergisinden kaynak alarak yaydığı bu haberin orijinalinde ‘Armadilloların atası bulundu’ diye bir ifadenin bulunmamasıdır. Bu detayın da elbette ki üzerinde düşünülmesi gerekmektedir.
Mozaik bir Canlı: Zırhlı Ufaklık Armadillo
Kelime anlamı ‘Zırhlı ufaklık’ olan Armadillolar, sert koruyucu bir kabuğa sahip yaşayan tek memelidir. Halen dünyada 20 farklı çeşidi yaşamaktadır. Uzun dilleriyle yuvalarına ulaştıkları karınca, termit ve diğer böceklerle beslenirler. Armadillolar birçok canlıya benzeyen farklı özelliklere sahip oldukları için ‘mozaik’ canlı olarak tanımlanır. Domuz gözlerine, fare kuyruğuna, katır kulaklarına, timsahın zırhlı pullarına ve kaplumbağanın kalın kabuğuna sahip olup, gövdesinin alt tarafı da kürkle kaplıdır. Bu çeşitli özellikleri nedeniyle belli bir tür sınıfına dahil edilmesi evrimciler için hep sorun olmuştur.
Tür Çeşitliliği Tarihin En Başında Var: Evrim Ağacı Tepetaklak
Şekil 1 Türler arasındaki farklılıklar canlılık tarihinin başında en fazladır buda evrimcilerin hayali soy ağacını tepetaklak eder. |
Canlılardaki tür çeşitliliği tarihin en başından itibaren vardır ve bu, evrim ağacını altüst eden bir durumdur çünkü türlerin sınıflandırılması (taksonomi) evrim açısından çok hayatidir. Böyle bir sınıflandırmaya dayalı olarak yapılan bir soyağacında çeşitli dallar budaklanır ve bu kökler ataları, dallar ise torunları remzeder. Bu yöntem kullanılarak canlıların birbirlerinden türediğini iddia eden evrimci zihniyet resmedilmiş olur. Tek bir fotoğrafta, türlerin sözde kökeni ve aralarında gerçekte var olmayan akrabalık ilişkileri sanki gerçekmiş gibi empoze edilerek, bilinç altına evrim telkinleri işlenir.
Darwinistler, “Türlerin zaman içinde çeşitlendiği” iddialarını böyle hayali çizimlerle topluma kabul ettirmeye çalışırlar. Ne var ki bu aldatıcı yöntem bilimsellikten tamamen uzak, gerçek verilere tamamen ters, hayali senaryoların bir resmidir. Çünkü paleontolojinin ortaya koyduğu veriler çok açık ve nettir: Tür çeşitliliği tek bir ilkel hücre ya da canlıdan türeyerek milyonlarca yıl içinde yavaş yavaş artmamış, bunun tam aksine çeşitlilik canlılık tarihinin en başında, Kambriyen döneminde bir anda ‘en zengin haliyle’ ortaya çıkmış ve hatta zaman içinde azalmıştır.
Şekil 2 Koni şeklindeki soyağacı artık tepe-taklak. |
İngiltere Bath Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmanın PNAS dergisinde yayınlanan sonuçları, evrim teorisinin zaten hayali olan soyağacının tepetaklak olduğu gerçeğini şöyle belgelemiştir:
‘Yaygın kanının aksine hayvan gruplarının hepsi yeni yapısal özelliklerini zaman içinde kazanmamışlardır. Çoğunluk, birbirlerinden farklı kılan özelliklerine geçmişlerinin en başında zaten sahiptirler. ‘Erken başlayan farklılık’ diye bilinen bu patern, evrimin geleneksel V şeklindeki koni modelini başı üstüne çevirmiştir.’
(Martin Hughes, Sylvain Gerber, and Matthew Albion Wills, Clades reach highest morphological disparity early in their evolution, PNAS 2013 110 (34) 13875-13879; July 24, 2013, doi:10.1073/pnas.1302642110)
Armadillo: Yaşayan Fosil
Armadillolar da sahip oldukları değişik özellikleriyle, herhangi bir ataları olmadan tarih sahnesinde bir anda ortaya çıkmış canlılardır. Armadillolar ilk olarak 130 milyon yıl önce Güney Amerika’da tembel-hayvan ve karınca-yiyen ile birlikte görülmüşlerdir. (Dawkins, R. The Armadillo’s Tale. In "The Ancestor's Tale", 2004, Houghton Mifflin Company, New York, New York, pp.180-181). Şu an yaşayan Armadillolar milyonlarca yıl öncesine ait fosil örnekleri ile karşılaştırıldığında, ufak varyasyonlar dışında hiçbir fark olmadığı görülür, bu nedenle Armadillolar, ‘yaşayan fosil’ diye tanımlanmıştır. (Lampe, D. 1977. Unloved and Unloving, the Armadillo Blunders on. National Wildlife. Feb./Mar. 15 (2):35-37) Yeryüzünde ortaya çıkışından daha önce, kendisine az da olsa benzeyen ve Darwinistler tarafından “atası” olarak öne sürülebilecek bir benzer tür bulunmadığı için köklerine dair herhangi bir senaryo da üretilememiştir.
Bilimsel gerçekler böyleyken Current Biology dergisinde kelime oyunları yapılarak soyu tükenmiş Gliptodon isimli bir canlı, dev Armadillo olarak tanıtılmış ve bu şekilde sözde evrim soyağacına materyal sağlamak üzere akrabalık ilişkisi kurulmak amaçlanmıştır.
Gliptodonlar Armadilloların Atası Değildir
Şekil 3 - 35 milyon yıllık Gliptodon fosili |
Gliptodon Armadillolardan daha sonra ortaya çıkmış ve beraber yaşamış, onlardan daha büyük bir canlı türüdür. Fosil bilimi 130 milyon yıl yaşında Armadillo fosilleri sunarken, Gliptodonların en erken 35 milyon yıl öncesine ait fosilleri bulunmuştur. Armadillolardan çok daha genç olan Gliptodonların Armadillolara ata olarak öne sürülemeyeceği çok açıktır.
3 bin yıl öncesine kadar Güney Amerika’da yaşayan ve bugün soyu tükenmiş olan bu canlı, 1,5 tonluk devasa bedeniyle bir otomobil büyüklüğünde olup, Armadillo’dan farklı olarak zırhlı kabuğu eklemsiz bir yapıya sahipti ve iğnelerle kaplı topuz şeklinde bir kuyruğu vardı. Gliptodonlar hep ayrı bir grup olarak kabul edilmişlerdir, mesela kubbe şekilli yekpare sert kabuğu, eklemli yapıya sahip Armadilloların kabuğundan tamamen farklıdır.İlk anda Darwinizm için uygun bir senaryo imkanı sunuyor gibi görünse de bu iki canlının farkları o kadar açıktır ki, bilim dünyasında hiç kimse bu devasa soyu tükenmiş canlıların başka bir türe ata olduğunu iddia etmemektedir.
Sonucu Önceden Belirlenmiş Bir Çalışma: Mitokondri DNA'sı ve Akrabalık İlişkisi
Peki aralarında akrabalık ilişkisi olmadığı çok açık olmasına rağmen birbirlerine benzeyen bu canlılar arasında Darwinistler nasıl olup da bir bağ kurmaya çalışmışlardır?
Darwinistler için çözüm, “Gliptodon ve Armadillo aynı ailenin akrabaları “demek ve onları hayali soyağacında kuzen gibi göstermek olmuştur. Bu iki canlı, aynı dönemde beraber yaşadıkları için birbirlerinin atası oldukları değil, ancak ‘kızkardeş’ olabilecekleri öne sürülmüştür.C 4 - Oklu topuz kuyruklarıyla temsili Gliptodonlar
Bu iddiayı bilimsel gibi görünen verilerle süslemek ise çok Darwistlerin çok alışık oldukları ve göz boyama maksatlı kullanılan bir aşamadır. Bunun için bir Gliptodon fosilinin kabuğundan bir parça toz haline getirilmiş, uzun işlemler sonucunda mitokondriyel DNA parçaları elde edilmiştir. Bu parçalar yaşayan bir Armadillo RNAsı ile işleme tabi tutulduğunda belli bölgelerde eşleşmeler görülmüş, bu şekilde genetik bir çalışma yapılmıştır. Ancak burada arzulanan sonucu elde etmek için özel tasarlanmış bir teknik kullanılmıştır. Bu teknik incelendiğinde, aynı çalışmanın başka canlılar arasında da benzer sonuçları vereceği ortaya çıkar.
Mitokondride bulunan DNA çekirdekteki DNA’dan farklı olarak tek bir kromozoma sahip dairesel bir genomdur. Bu tek kromozom çok daha kısa olup yalnızca mitokondrideki metabolik işlemlerde kullanılan spesifik proteinlerin üretimini kodlar. Vücuda ait fiziksel özellikler bu DNAda yer almaz. Kodlanmış haldeki bu proteinler, yağ asidi metabolizması, sitrik asit döngüsü, ATP sentezi gibi ortak kimyasal işlemlerde kullanılacak olan proteinlerdir. Birbirine hiç benzemeyen apayrı canlılarda bile bu metabolizmaların tamamen aynı olduğunu unutmamak gerekir. Bu takdirde farklı türlerin aynı proteinlere sahip olması çok doğaldır. Yapılan bu çalışmada ise, uygulanan teknik itibariyle, farklılıklar değil yalnızca aynı genler saptanmıştır. Aynı genlerin bulunması, yukarıda da belirttiğimiz üzere, aynı atmosferik şartlarda aynı metabolik işlemlere sahip canlılar için son derece doğal bir sonuçtur.
Elde, farklılıkların da değerlendirilebileceği, tam bir Gliptodon mitokondriyel DNAsı ya da nükleer DNAsı yoktur, ancak Darwinistlerce akrabalık iddiasını doğrulamaya çalışmak üzere seçilmiş bir metot ve sonucu önceden belirlenmiş bir çalışma vardır.
SONUÇ
Yeryüzünün neredeyse bütün katmanları incelenmiş, 700 milyon kadar fosil çıkarılmış, fakat TEK BİR TANE BİLE ARA FOSİLE RASTLANMAMIŞTIR. Yer katmanlarında milyarlarca olması gereken bu ara geçiş fosillerinden BİR TANE BİLE YOKTUR.
Özetle fosil bilimi bu iki türü birbirlerine bağlayacak ara türler ortaya koymamaktadır. Dahası, iki türün de soyağacında kendilerine ait herhangi bir ataları yoktur. Bu gerçeklere rağmen Darwinist ideolojiye temel sağlamak üzere bilimsel yönteme aykırı bir çalışma yapılmıştır. Burada genetik biliminin, Darwinist gözboyamalarla halkı aldatmaya yönelik kullanılmaya çalışıldığı açıktır.
Anadolu Ajansınca böyle bir çalışmanın bilimsel değerinin incelenmeden yayınlanması da düzeltilmesi gereken önemli bir hatadır.
Türler birbirlerinden ayrı olarak, ayrı zamanlarda tam eksiksiz kusursuz yapılarıyla bir anda ortaya çıkmışlar, yani yaratılmışlardır. Bilimin her dalında olduğu gibi, fosil bilimi de Allah’ın sonsuz gücünü ve yaratma sanatını göstermektedir.