E

E-Coli Bakterisi

E. coli bacterium

E-coli bakterisi

Şimdiye kadar doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmaları sonucunda evrim geçiren hiçbir canlı yoktur. Buna karşılık evrimci biyologlar kimi zaman "doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmalarının evrimleştirici etkisini gözlemleyemiyoruz, çünkü bu mekanizmalar ancak çok uzun zaman içinde etkili olur" gibi bir açıklama öne sürerler. Oysa bu da hiçbir bilimsel temeli olmayan bir avuntudan başka bir şey değildir. Çünkü meyve sinekleri ya da bakteriler gibi yaşam süreleri çok kısa olan ve dolayısıyla tek bir bilim adamının binlerce neslini gözlemleyebildiği canlılarda da hiçbir "evrim" gözlemlenmemektedir. Pierre-Paul Grassé, bakterilerin evrimi geçersiz kılan değişmezliği hakkında da şunları söyler:

Bakteriler... çok sayıda üremeleri nedeniyle, en çok mutant (mutasyon geçirmiş canlı) ortaya çıkaran canlılardır. Ancak bakteriler... kendi türlerine çok büyük bir sadakat gösterirler. Escherichia coli bakterisinin mutantları çok dikkatli bir biçimde incelenmiştir ve bu konuda çok iyi bir örnektir. Okuyucular da kabul edecektir ki, evrimi kanıtlamak ve mekanizmalarını keşfetmek için örnek olarak seçilen bu canlının bir milyar yıldır hiçbir değişime uğramamış olması son derece şaşırtıcıdır. Eğer evrimsel bir değişim meydana getirmiyorlarsa, bu canlıların geçirdikleri bunca mutasyonun ne anlamı vardır? Sonuçta, bakterilerin ve virüslerin geçirdikleri mutasyonel değişimlerin, belirli bir genetik ortalamanın etrafında dönüp dolaşan kalıtsal dalgalanmalardan başka bir şey oluşturmadıkları ortaya çıkmaktadır; biraz sağa, biraz sola dalgalanma olmakta, ama nihai bir evrimsel değişim yaşanmamaktadır. Hamamböcekleri de, ilk ortaya çıktıkları Permiyen devrinden bu yana en az Drosophila kadar çok mutasyon geçirmişler, ama hiçbir değişim yaşamamışlardır.143

Kısacası, canlıların evrim geçirmiş olmaları mümkün değildir, çünkü doğada onları evrimleştirebilecek bir mekanizma yoktur. Nitekim fosil kayıtlarına baktığımızda da, bir evrim süreci ile değil, aksine evrime tümüyle ters bir tablo ile karşılaşırız.

E. coli bacterium

Evrimciler tarafından evrimi kanıtlamak ve sözde mekanizmalarını keşfetmek için örnek olarak seçilen E-coli bakterisi, beklentilerin aksine bir milyar yıldır hiçbir değişime uğramamıştır.

Elolulavis

Elolulavis, Archæopteryx'le ilgili evrimci iddiaları çürüten ve kuşlarla dinozorların arasında evrimsel bir bağ olmadığını gösteren fosillerden biridir. Archæopteryx'ten 30 milyon yıl daha yaşlı olan Elolulavis'in kanat yapısının aynısı, günümüzde yavaş bir şekilde uçan kuşlarda görülmektedir. Bu özellik, kuşun manevra kabiliyetini önemli ölçüde artırmakta, kalkarken ve konarken kuşa ek kontrol olanağı sağlamaktadır. Bunun anlamı, Archæopteryx'ten 30 milyon yıl daha yaşlı sayılan bir kuşun, çok "profesyonel" bir biçimde uçabildiğidir.144

Bu bilgi, Archæopteryx veya ona benzeyen diğer kuşların birer ara geçiş formu olmadıklarını ispatlamıştır.

Eldredge, Niles

Ünlü evrimci paleontolog Niles Eldredge, 1970'lerin başında ortaya çıkan "kesintiye uğratılmış denge" (punctuated equilibrium) adı verilen neo-Darwinist modelin, diğer bir deyişle "sıçramalı evrim" modelinin savunucularının başında gelir. (bkz. Kesintiye uğratılmış denge (punctuated equilibrium)) Bu teoriye göre evrim kademeli küçük değişikliklerle değil, ani ve büyük değişikliklerle oluşmaktadır. Evrimin temel iddiasına ters düşen böyle bir açıklama yapılmasındaki sebep ise, canlı türlerinin yeryüzü katmanlarında bugünkü mükemmel halleriyle, aniden ortaya çıkmış olmalarıdır.

Bu yüzden Niles Eldredge, kendisi ile aynı görüşü paylaşan Stephen Jay Gould ile birlikte evrimin kademeli küçük değişikliklerle değil, ani ve büyük değişikliklerle oluştuğu iddiasında bulundular. Bu model de aslında tamamen hayal ürünü bir iddiayı yansıtmaktaydı.

Ayrıca bu teori, 1930'larda Avrupalı paleontolog Otto Schindewolf tarafından ortaya atılmış olan "Hopeful Monster" (Umulan Canavar) teorisinin değişik bir haliydi. Bu teoriye göre ilk kuş tesadüfen meydana gelen dev değişiklikle bir sürüngen yumurtasından çıkmış, bazı kara hayvanları ise geçirdikleri ani ve kapsamlı bir değişiklikle birdenbire dev balinalara dönüşmüş olabilirlerdi. Bu teori çok kısa zamanda terk edildi.

Niles Eldredge ve S. J. Gould da teorilerine "bilimsel" bir kimlik kazandırabilmek için, "ani evrimsel sıçrayış"lar için bir tür mekanizma geliştirmeye çalıştılar. Fakat bu iddiadaki çelişkiler teorinin sahiplerini de kısa bir zaman içinde düşündürmeye başladı. Niles Eldredge "canlıların evrimle ilerlemesi" fikrinin mantıksal olarak hatalı olduğunu şu ifadelerle dile getiriyordu:

Gerçekten de bitki ve hayvan türleri büyüğe ve komplekse doğru gelişerek kendilerini daha iyi ve güzel mi yapmış olurlar? Eğer böyleyse sünger gibi basit ve değişmemiş hayat formlarını evrimsel başarısızlıklar olarak mı kabul etmeliyiz?... "İlerleme kaçınılmazdır" şeklindeki evrimsel sloganın yerine "neden maymun başarılı" sloganı konulmalıdır.145

Embriyoloji

Canlıların döllenmeyle oluşan zigot evresinden (döllenmiş yumurta halinden) erişkin bir canlı oluncaya kadar geçirdiği gelişim aşamalarını inceleyen bilim dalıdır. Fakat embriyoloji kavramı, daha çok hayvan embriyolarının gelişimini inceleyen biyoloji dalı olarak kullanılır.

Embryology

SAHTE ÇİZİM

DOĞRU ÇİZİM

1. Katlanmalar
2. Göz
3. Dişler
4. Kalp
5. Kol

6. Omurga
7. Besin kesesi
8. Bacak
9. Göbek kordonu

Üstte, Haeckel'in insan embriyosunun balık embriyosuyla benzerlik gösterdiğini ispatlamak için çizdiği sahte resim yer alıyor. Gerçek insan embriyosuyla karşılaştırıldığında organların büyük bölümünün kasıtlı olarak çıkarılmış olduğu görülüyor.

18. yüzyıla kadar embriyoloji, bilgiden çok spekülasyona dayanıyordu. Bunun nedeni, genetik biliminin henüz keşfedilmemesi ve hücrenin daha tanınmamasıydı. O dönemde genel olarak teori şöyle kabul ediliyordu: Başlangıçta hayvanın tümü bütün organlarıyla bir minyatür halindeydi ve bunun sadece bir çiçek gibi açılmaya ihtiyacı vardı. Birçok natüralist bu başlangıç halinin kadının üreme hücresi olan yumurtada bulunması gerektiğini savundular. Fakat mikroskobun erkek üreme hücresi olan spermi ortaya çıkarmasından sonra, bir kısım bilim adamları 1677'de dölü spermin taşıdığı hipotezini geliştirdiler.

Embryology

Son yıllarda yapılan gözlemler, farklı canlıların embriyolarının hiç de Haeckel'in gösterdiği gibi benzer olmadıklarını ortaya koymuştur. Üstteki memeli, sürüngen ve yarasa embriyoları arasındaki farklılık, bunun açık bir örneğidir.

Çok önceleri Aristo tarafından da ortaya atılan bu teori, bireyin özelleşmiş yapılarının, yumurtada önceden özelleşmemiş olanlardan kademe kademe geliştiğini öne sürmekteydi.146 Bundan sonra da embriyoloji alanında yapılan çalışmalar daha çok evrime delil olarak öne sürüldü. Fakat yapılan çizimlerin ve yorumların bir sahtekarlık olduğunun anlaşılması ile günümüzde durum tersine dönmüştür ve embriyolojik incelemeler de canlıların birbirine uyumlu olarak mükemmel bir sistemle yaratıldıklarını göstermektedir. (bkz. Rekapitülasyon; Embriyolojik evrim)

Embriyolojik Evrim

Embriyolojik gelişme, memeli bir canlının anne karnında gösterdiği gelişim sürecini ifade eder. Canlılardaki embriyolojik gelişimin evrimin kanıtı olduğu iddiası ise evrimci literatürde "Rekapitülasyon teorisi" olarak adlandırılır. (bkz. Rekapitülasyon teorisi) Bugün birtakım evrimci yayınlarda ve bazı ders kitaplarında, çok önceden bilim literatüründen çıkarılmış olan "Rekapitülasyon" teorisi, bilimsel bir gerçek gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.

Rekapitülasyon terimi, evrimci biyolog Ernst Haeckel'in 19. yüzyılın sonlarında ortaya attığı "Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır" (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) teorisinin kısa bir ifade biçimidir. Embriyolojik rekapitülasyon teorisini ortaya atan Ernst Haeckel, hayali teorisini desteklemek için çizim sahtekarlıklarına başvurmuştur. (bkz. Haeckel, Ernst) Kendilerini evrim teorisini savunmaya şartlandırmış olan bir kısım çevreler ise bu sahte çizimleri öne sürerek "embriyolojik evrim" olduğu izlenimi vermeye çalışırlar.

Haeckel tarafından öne sürülen bu teoriye göre, canlı embriyoları gelişim süreçleri sırasında, canlılardaki evrimsel süreci tekrarlıyorlardı. Örneğin insan embriyosu, anne karnındaki gelişimi sırasında önce balık sonra sürüngen özellikleri gösteriyor, en son olarak da insana dönüşüyordu.

Oysa ilerleyen yıllarda bu teorinin tamamen hayal ürünü bir senaryo olduğu ortaya çıkmıştır. İnsan embriyosunun ilk dönemlerinde ortaya çıktığı iddia edilen sözde "solungaçların", gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcı olduğu anlaşılmıştır. Embriyonun "yumurta sarısı kesesi"ne benzetilen kısmının da gerçekte bebek için kan üreten bir kese olduğu ortaya çıkmıştır. Haeckel'in ve onu izleyenlerin "kuyruk" olarak tanımladıkları kısım ise, insanın omurga kemiğidir ve sadece bacaklardan daha önce ortaya çıktığı için "kuyruk" gibi gözükmektedir.

Bunlar bilim dünyasında herkesin bildiği gerçeklerdir. Evrimciler de bunu kabul ederler. Neo-Darwinizm'in kurucularından George Gaylord Simpson, "Haeckel evrimsel gelişimi yanlış bir şekilde ortaya koydu. Bugün canlıların embriyolojik gelişimlerinin geçmişlerini yansıtmadığı artık kesin olarak biliniyor" diye yazmaktadır.147

Konunun daha da ilginç bir başka yönü ise, Ernst Haeckel'in ortaya attığı Rekapitülasyon teorisini desteklemek için yaptığı çizim sahtekarlıkları hakkında şunları söylemesidir:

Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yan yana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor.148

Embriyolojik Rekapitülasyon

(bkz. Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır teorisi)

Endosimbiosis Tezi

Bu tez, 1970 yılında Lynn Margulis tarafından ortaya atılmıştır. Margulis, bakteri hücrelerinin ortak ve asalak yaşamları sonucunda bitki ve hayvan hücrelerine dönüştüklerini iddia etmiştir. Bu teze göre bitki hücreleri, bir bakteri hücresinin bir başka fotosentetik bakteriyi yutmasıyla ortaya çıkmıştır. Fotosentetik bakteri ana hücrenin içerisinde sözde evrimleşerek kloroplast haline gelmiştir. Son olarak ana hücrede, her nasıl olduysa, çekirdek, golgi cisimciği, endoplazmik retikulum ve ribozomlar gibi son derece kompleks yapılara sahip organeller evrimleşmiştir. Böylece bitki hücreleri oluşmuştur.

Bu tez, hayal ürünü olan bir senaryodan başka bir şey değildir. Nitekim, konu hakkında otorite sayılan pek çok bilim adamı tarafından da çok yönlü olarak eleştirilmiştir: Bu bilim adamlarına örnek olarak D. Lloyd149, Gray ve Doolittle150, Raff ve Mahler verilebilir.

Endosimbiosis tezinin dayandırıldığı özellik, hücre içerisindeki kloroplastların ana hücredeki DNA'dan ayrı olarak kendi DNA'larını içermesidir. Bu özellikten yola çıkarak bir zamanlar mitokondri ve kloroplastların bağımsız hücreler oldukları ileri sürülür. Ne var ki kloroplastlar detaylı olarak incelendiğinde, bu iddianın tutarsızlığı ortaya çıkmaktadır.

Endosimbiosis tezini geçersiz kılan noktalar şunlardır:

1) Eğer kloroplastlar iddia edildiği gibi geçmişte bağımsız hücreler iken büyük bir hücre tarafından yutulmuş olsalardı, bunun tek bir sonucu olurdu; o da, bunların ana hücre tarafından sindirilmesi ve besin olarak kullanılmasıdır. Çünkü söz konusu ana hücrenin dışarıdan besin yerine yanlışlıkla bu hücreleri aldığını varsaysak bile, ana hücre sindirim enzimleriyle bu hücreleri sindirirdi. Tabii bu durumu bazı evrimciler "sindirim enzimleri yok olmuştu" diyerek geçiştirebilirler. Ama bu, açık bir çelişkidir. Çünkü eğer sindirim enzimleri yok olmuş olsaydı, bu kez ana hücrenin beslenemediği için ölmesi gerekirdi.

2) Yine, tüm imkansızlıkların gerçekleştiğini ve kloroplastın atası olduğu iddia edilen hücrelerin, ana hücre tarafından yutulduğunu varsayalım. Bu kez karşımıza başka bir problem çıkar: Hücre içerisindeki bütün organellerin planı DNA'da şifre olarak bulunmaktadır. Eğer ana hücre yuttuğu diğer hücreleri organel olarak kullanacaksa, onlara ait bilgiyi de DNA'sında şifre olarak önceden bulunduruyor olması gerekirdi. Hatta yutulan hücrelerin DNA'ları da ana hücreye ait bilgilere sahip olmalıydı. Böyle bir şey ise elbette imkansızdır; hiçbir canlı kendisinde bulunmayan bir organın genetik bilgisini taşımaz. Ana hücrenin DNA'sıyla, yutulan hücrelerin DNA'larının birbirlerine sonradan "uyum sağlamaları" da mümkün değildir.

3) Hücre içinde çok büyük bir uyum vardır. Kloroplastlar ait oldukları hücreden bağımsız hareket etmez. Kloroplastlar protein sentezlemede ana DNA'ya bağımlı olmalarının yanında çoğalma kararını da kendileri almaz. Bir hücrede bulunan kloroplastların ve mitokondrilerin sayıları birden fazladır. Tıpkı diğer organellerin yaptığı gibi bunların sayıları hücrenin aktivitesine göre artar ya da azalır. Bu organellerin kendi bünyelerinde ayrıca bir DNA bulunmasının özellikle çoğalmalarında çok büyük faydası vardır. Hücre bölünürken, çok sayıdaki kloroplast da ayrıca ikiye bölünerek sayılarını 2'ye katladıkları için, hücre bölünmesi daha kısa sürede ve seri olarak gerçekleşir.

4) Kloroplastlar bitki hücresi için son derece hayati önemi olan güç jeneratörleridir. Eğer bu organeller enerji üretemezlerse, hücrenin pek çok fonksiyonu işleyemez. Bu da canlının yaşayamaması demektir. Hücre için bu derece önemli olan bu fonksiyonlar kloroplastlarda sentezlenen proteinlerle gerçekleştirilir. Ancak kloroplastların bu proteinleri sentezlemek için kendi DNA'ları yeterli değildir. Proteinlerin büyük çoğunluğu hücredeki ana DNA kullanılarak sentezlenir.151

Böyle bir uyumun deneme-yanılma metoduyla elde edilmesi ise kesinlikle imkansızdır. Bir DNA molekülünün üzerinde meydana gelebilecek herhangi bir değişiklik kesinlikle canlıya yeni bir özellik kazandırmaz, aksine sonuç zararlı olur. Mahlon B. Hoagland, "Hayatın Kökleri" adlı kitabında bu durumu şu sözleriyle açıklamaktadır:

Hatırlayacaksınız, hemen hemen her zaman bir organizmanın DNA'sında bir değişikliğin olması onun için zararlıdır; başka bir deyişle yaşamını sürdürebilme kapasitesinde azalmaya yol açar. Bir benzetme yapalım: Shakespeare'in oyunlarına rastgele eklenen cümlelerin onları daha iyi yapması pek olası değildir... Temelinde DNA değişiklikleri ister mutasyonla, ister bizim dışarıdan bilerek eklediğimiz yabancı genlerle olsun, yaşamı sürdürebilme ihtimali azaltma özelliklerinden dolayı zararlıdır.152

Evrimcilerin öne sürdükleri iddialar bilimsel deneylere ve bu deneylerin sonuçlarına dayanılarak ortaya atılmamıştır. Çünkü bir bakterinin başka bir bakteriyi yutması gibi bir olgu hiçbir şekilde gözlenmemiştir. Moleküler biyolog Whitfield, bu durumu şöyle ifade etmektedir:

Prokaryotik endosimbiosis (yutma) belki de tüm endosimbiotik teorinin dayandığı hücresel mekanizmadır. Eğer bir prokaryot bir diğerini içine alamaz ise, endosimbiosisin nasıl kurulduğunu tahmin etmek güçtür. Maalasef, endosimbiosis teorisi için hiçbir modern örnek yoktur.153

Amerikalı biyolog L. R. Croft ise bu konuda şu yorumu yapar:

Bir bakterinin başka bir bakteriyi yutması hiçbir şekilde gözlemlenmemişken, böyle bir iddiada bulunmak hiçbir şekilde bilimsel değildir. Kaldı ki kloroplast, ribozom, mitokondri, lizozom gibi organeller hücre dışına alınarak birbirlerinden ayrıldıklarında yaşayamamaktadır.154

Endüstri Melanizmi

18. ve 19. yüzyıllarda önce İngiltere'de daha sonra da diğer Batı Avrupa ülkeleri ve Amerika'da endüstri alanında büyük bir değişim yaşandı. Özellikle İngiltere'de yaşanan endüstri devrimi sonrasındaki hava kirliliği sebebiyle bir kısım canlı popülasyonlarında renk farklılıkları gözlenmişti. Endüstri melanizmi de buradan yola çıkarak hayvanların daha iyi kamufle olmalarını sağlayan renk değişikliklerini ifade etmektedir.

Evrimciler, hayvanlarda görülen bu renk farklılıklarını "ortam şartlarının ve doğal seleksiyonun neden olduğu evrim" olayı olarak açıklamaya çalışırlar. Gerçekte bu durum, gözlemlerin tamamen yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır.

Chaos Theory

Doğal seleksiyon ile doğada var olmayan bir canlı türü ortaya çıkamaz, doğal seleksiyon vasıtasıyla sadece canlı türlerindeki sakat ya da zayıf olan bireyler ayıklanır. Sanayi devrimi kelebeklerinin durumu bu konuda iyi bir örnektir. Sanayi devrimi ile birlikte ağaçların renkleri koyulaşmıştır. Dolayısıyla bu ağaçlarda yaşayan kelebeklerden açık renkli olanlar kuşlar için daha kolay görünür hale gelmiş ve sayıları azalmıştır. Koyu renkliler ise sayıca artış göstermişlerdir. Elbette ki bu bir evrim değildir. Yeni bir tür oluşmamış, sadece kelebeklerin nüfus oranı değişmiştir.

Bu durum bir evrimci kaynakta şöyle ifade edilir:

Bu yönlendirilmiş seçime çağımızdaki en çarpıcı örnek, Oxford Üniversitesi'nden FORD ve KETTLEWEL adlı iki araştırmacının gösterdiği koruma renklerinin evrimidir. İngiltere'nin çok sayıda fabrika bacası bulunan bölgelerinde yaşayan bir çeşit kelebeğin diğer bölgelerdekine göre daha koyu renkli olduğunu bulmuşlardır. Bu bölgelerden daha önce toplanan (sanayileşme çağından önce) örneklerin açık renkli olduğu koleksiyonlardan bilinmektedir. Açık olanlar sanayi bölgelerinin dışında ağaçların gövdelerinin dışında bulunan beyaz ve açık renkli likenlerin üzerinde yaşadıkları için çevreye iyi bir uyum yapmışlar ve bunları avlayan kuşların bakışlarından kurtulmuşlardır. Sanayileşmiş bölgelerde, bacalardan çıkan kurum, bu likenleri koyulaştırdığı için beyaz renkli kelebekler belirgin olarak görünmeye başlamışlardır. Buna karşın, koyu renkliler daha iyi uyum yapmışlardır. Kuşlar, beyaz renkli olanları avladıkları için, koyu renkli olanlar yaşam üstünlüğü kazanmaya başlamış ve bunların içerdikleri genotip, popülasyonda artmaya başlamıştır. Bugün İngiltere'de hava kirliliği temizlenmiş olan bölgelerde beyaz formların tekrar başat duruma geçtiği görülmektedir.155

Industrial Melanism

İngiltere'deki endüstri devrimi kelebekleri örneği, doğal seleksiyonla evrimleşmenin en önemli delili olarak gösterilir. Oysa ortada hiçbir şekilde evrimleşme yoktur. Çünkü yeni bir kelebek türü ortaya çıkmamıştır. Üstte soldaki resimde endüstri devrimi öncesi, sağda ise endüstri devrimi sonrası ağaçlar ve üzerindeki kelebekler görülmektedir.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, İngiltere'deki endüstri devriminin başlamasından önce yakalanmış bir "siyah" renkli kelebek çeşidinin önceden de bulunmasıdır. Endüstri devriminden yıllarca önce de İngiltere'de bu kelebek türü zaten mevcuttur. Hava kirliliğinin meydana getirdiği değişme daha önce fazla miktarda mevcut beyaz formun düşmanları tarafından görülme ihtimalini artırmıştır. Sonuçta bu formda bir azalma, renkli olanlarda ise artma meydana geldi. (Bkz. Sanayi devrimi kelebekleri)

Açıkça anlaşılmaktadır ki bu değişiklik kelebeğin renginde değil, sayısındadır Bu durum ise hiçbir zaman evrime delil olarak öne sürülemez. Zaten türlerin orijinal olarak yaratılışını savunanlar bunu kabul etmektedirler. Üstelik değişme renk üzerinde (mutasyon) bile olsa, yine evrime delil olarak gösterilemez. Çünkü kelebek yine kelebek olarak kalmakta, başka bir türe dönüşmemektedir. Evrim için gereken şey, bir türün diğer bir türe değiştiğini bilimsel olarak ispat etmektir. Bu ise, bir evrim değil, tam aksine normal bir varyasyondur. Doğal seleksiyon yalnızca çevre değişmeleri sonucunda canlı türlerini yok olmaktan korumaya vesile olan bir mekanizmadır. (bkz. Varyasyon)

Varyasyon ve doğal seleksiyon olayları, Darwin'in düşündüğü tarzda evrimi açıklamamakta, aksine yaratılışın öngördüğü ve işlemekte olan bir korunma prensibine harikulade bir örnek olmaktadır. Diğer bir deyişle, Allah her çeşit canlıyı, varlığını sürdüreceği sistem ile yaratmıştır. Organizmanın genetik sistemi, özelliklerini (belirli sınırlarda) çevredeki değişmelere göre ayarlama fonksiyonuna da sahip olabilmektedir. Aksi takdirde, iklim, besin kaynağı gibi şeylerde küçük bir değişme o canlının sonu olabilir.

Sonuç olarak çevrenin ve iklimin ani değişmesi vb. nedenlerle nesli tükenmiş canlılara rastlamak mümkündür. (Mamutlar, dinozorlar, uçan sürüngenler, dişli kuşlar gibi.) Bu türler çevre şartlarının türün yaratılışında sahip olduğu genetik potansiyel sınırının dışına çıkması üzerine ortama uyamayıp yok olmuşlardır. Fakat bunların bir başka türe dönüştüklerine dair hiçbir bilimsel delil bulunmamaktadır.

Entropi Kanunu

(bkz. Termodinamiğin İkinci Kanunu)

Eohippus

Evrimciler, at fosillerini küçükten büyüğe doğru dizerek sıralamalar oluşturmuşlardır. Atın sözde evrimi ile ilgili öne sürülen bu soyağaçları hakkında evrimciler arasında bir görüş birliği yoktur. Tek ortak nokta, 55 milyon yıl önceki Eosen devrinde yaşamış Eohippus (Hyracotherium) adlı köpek benzeri bir canlının, atın ilk atası olduğuna inanılmasıdır. Oysa atın milyonlarca yıl önce yok olmuş atası olarak sunulan Eohippus, halen Afrika'da yaşayan ve atla hiçbir ilgisi ve benzerliği olmayan Hyrax isimli hayvanın hemen hemen aynısıdır.156

Atın evrimi iddiasının tutarsızlığı, her geçen gün ortaya çıkan yeni fosil bulgularıyla daha açık olarak anlaşılmaktadır. Eohippus ile aynı katmanda günümüzde yaşayan at cinslerinin de (Equus nevadensis ve Equus occidentalis) fosillerinin bulunduğu tespit edilmiştir.157 Bu, günümüzdeki at ile onun sözde atasının aynı zamanda yaşadığını göstermektedir ki, atın evrimi denen sürecin hiçbir zaman yaşanmadığının kanıtıdır.

Eohippus

Atın sözde atası olduğu iddia edilen Eohippus ile aynı katmanda günümüzde yaşayan at cinslerinin de fosilleri bulunmuştur.

Evrimci yazar Gordon R. Taylor, Darwinizm'in açıklayamadığı konuları ele alan The Great Evolution Mystery (Evrimin Büyük Sırrı) adlı kitabında at serileri efsanesinin aslını şöyle anlatır:

Darwinizm'in belki de en ciddi zaafiyeti, paleontologların büyük evrimsel değişiklikleri gösterecek olan akrabalık ilişkilerini ve canlı sıralamalarını ortaya koyamamalarıdır... At serisi genellikle bu konuda çözüme kavuşturulmuş olan yegane örnek gibi gösterilir. Ama gerçek şudur ki, Eohippus'tan Equus'a kadar uzanan sıralama çok tutarsızdır. Bu sıralamanın, giderek artan bir vücut büyüklüğünü gösterdiği iddia edilir, ama aslında sıralamanın ileriki aşamalarına konan canlıların bazıları (sıralamanın en başında yer alan) Eohippus'tan daha büyük değil, daha küçüktürler. Farklı kaynaklardan gelen türlerin biraraya getirilip ikna edici bir görüntüye sahip olan bir sıralamada arka arkaya dizilmeleri mümkündür, ama tarihte gerçekten bu sıralama içinde birbirlerine izlediklerini gösteren hiçbir kanıt yoktur.158

Tüm bu gerçekler, evrimin en sağlam delillerinden birisi olarak sunulan atın evrimi şemalarının hiçbir geçerliliği olmayan hayali sıralamalar olduklarını ortaya koymaktadır. Diğer türler gibi atlar da, evrimsel bir ataya sahip olmadan var olmuşlardır. (bkz. Atın kökeni)

Eusthenopteron Foordi

Cœlacanth balığının canlısının yakalanmasıyla bunun bir ara geçiş formu olmadığını gören evrimciler, bu sefer Eusthenopteron foordi balığını ara geçiş formu olarak tanıttılar. (bkz. Cœlacanth)

Evrimciler, kuyruklu su kurbağasının Eusthenopteron foordi'den türediğini öne sürmüşlerdir. Fakat Eusthenopteronlar ile kuyruklu su kurbağası arasındaki anatomik karşılaştırmalar, bunların aralarında derin farklılıklar olduğunu göstermiştir. Bu da, bu iki tür arasında bir ara geçiş formu daha bulunmasını gerektirmiştir. Ama bir balık olan Eusthenopteron ile kuyruklu su kurbağası Icthyostega arasındaki bu teorik ara geçiş formuna dair hiçbir iskelet bulunamamıştır.

Eusthenopteron foordi

Geç Devonyen devre ait Kanada'da bulunan bir Eusthenopteron foordi fosili.

Eusthenopteron normal bir balıktır ve kuyruklu su kurbağasına birçok yönden benzemez. Maria Genevieve Lavanant, Eusthenopteron'un bu özelliğine şöyle değinir:

Yakın bir geçmişte tartışma yeniden açıldı. Yüzgeçlerin daha ayrıntılı incelenmesi, Eusthenopteron'un yüzgeçlerinin, bütün balıklarda bulunan yüzgecin bir benzeri olduğunu ortaya koydu.159

Eusthenopteron foordi

Kurbağaların kökeninde de bir "evrim" süreci yoktur. Bilinen en eski kurbağalar, balıklardan tamamen farklı ve kendilerine has yapılarıyla ortaya çıkmıştır. Dominik Cumhuriyeti'nde bulunan yandaki amber içindeki kurbağa fosili ile yaşayan örnekleri arasında fark yoktur

Evrim Mekanizmaları

Bugün evrim teorisi olarak tanımladığımız neo-Darwinist model, evrimi gerçekleştiren iki temel mekanizma öne sürer: "Doğal seleksiyon" ve "mutasyon". Teorinin temel iddiasına göre; doğal seleksiyon ve mutasyon birbirlerini tamamlayan iki mekanizmadır. Evrimsel değişikliklerin kaynağı da, canlıların genetik yapısında meydana gelen rastgele mutasyonlardır. Yine teorinin iddiasına göre mutasyonların sebep olduğu özellikler, doğal seleksiyon mekanizması aracılığıyla seçilir ve böylece canlılar evrimleşirler.

Ancak öne sürülen bu mekanizmaların gerçekte hiçbir evrimleştirici gücü yoktur ve evrimcilerin iddia ettiği gibi yeni bir tür oluşturmaları da söz konusu değildir. (bkz. Doğal seleksiyon; Mutasyon)

Evrimsel Soyağacı

(bkz. Hayat ağacı; İnsanın Hayali Soyağacı)

Evrim Teorisi

Pek çok insan evrim teorisini, Charles Darwin tarafından ortaya atılan, sağlam bilimsel delillere, gözlemlere ve deneylere dayalı bir teori zanneder. Oysa evrim teorisinin ilk fikir babası Darwin olmadığı gibi, teorinin kaynağı da bilimsel deliller değildir.

Mezopotamya'da putperest dinlerin hakimiyetinin bulunduğu bir dönemde, canlılığın ve evrenin kökeni hakkında birçok batıl inanç ve efsane yaygındı; bunlardan biri de "evrim" inancıydı. Sümerler'den kalan Enuma-İliş adlı yazıtta anlatıldığına göre, ilk başta bir su karmaşası vardı ve bu su karmaşasının içerisinden birdenbire Lahau ve Lahamu adlı tanrılar ortaya çıkmıştı. Bu batıl inanışa göre, ibadet edilen bu putlar ilk önce kendi kendilerini var etmişler, daha sonra da evrimleşerek diğer maddeleri ve canlıları oluşturmuşlardı. Yani Sümer efsanelerine göre canlılık, cansız su kaosundan birdenbire oluşmuş ve evrimleşerek gelişmişti.

Evolution Theory

Eski Yunan materyalist filozoflarından Demokritos da günümüz materyalistleri gibi, maddenin ezeli olduğunu ve maddeden başka bir varlık bulunmadığı yanılgısına sahipti.

Evrim efsanesi, daha sonra bir başka putperest medeniyet olan Eski Yunan'da hayat sahası buldu. Eski Yunan'ın materyalist filozofları, maddeyi yegane varlık sayıyorlardı. Sümerler'den miras kalan evrim efsanesine ise, canlıların nasıl oluştuğunu açıklamak niyetiyle başvurdular. Böylece materyalist felsefe ve evrim efsanesi Eski Yunan'da birleşti, oradan da Roma kültürüne taşındı.

Evrim teorisinin savunduğu bütün canlıların ortak bir ataya sahip oldukları düşüncesini, Fransız biyolog Comte de Buffon, 18. yüzyılın ortasında ileri sürdü. (bkz. Buffon Comte de) Charles Darwin'in büyükbabası Erasmus Darwin Buffon'un ortaya attığı fikri geliştirdi ve bugün "evrim teorisi" dediğimiz düşüncenin ilk temel önermelerini ortaya koydu. (bkz. Darwin, Erasmus)

Erasmus Darwin'den sonra Fransız doğa bilimci Jean Baptiste Lamarck, 19. yüzyılın başında ilk kapsamlı evrim teorisini ortaya attı. (bkz. Lamarck, Jean Baptiste) Lamarck, evrimin mekanizmasını "kazanılan özelliklerin nesilden nesle aktarılması" olarak açıklıyordu. Buna göre canlıların yaşamları sırasında uğradıkları değişiklikler kalıcıydı ve yeni nesillere kalıtsal olarak aktarılabiliyordu. Lamarck'ın teorisi ortaya atıldığı dönemde büyük sükse yapmıştı, ama sonraları popülaritesini hızla yitirdi. Lamarck'ın teorileri hakkında haklı kuşkulara sahip olanlar araştırmalara başlamışlardı.

1870 yılında İngiliz biyolog Weismann, yaşam sırasında kazanılmış olan özelliklerin bir sonraki nesle aktarılmasının imkansız olduğunu ve böylece Lamarck'ın teorisinin yanlış olduğunu ispatladı. Bu nedenle, bugün evrim teorisi olarak bizlere ve tüm dünyaya empoze edilen öğreti, kendini Lamarck'a dayandırmaz. Bugün tüm dünyada evrim teorisi olarak bilinen Darwinizm'in doğuşu, Charles Darwin'in 1859'da yayınladığı The Origin of Species by Means of Natural Selection or the Preservation of Favored Races in the Struggle for Life (Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon veya Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla) isimli kitapla olmuştur. Darwin, Lamarck'ın teorisindeki bazı açık mantık hatalarını elemiş ve canlıların evrimini kalıtsal olarak açıklamak yerine "doğal seleksiyon" tezini ortaya atmıştır.

Evrim teorisi canlıların yaratılmış oldukları gerçeğini reddeder, doğal süreçlerin ve rastlantısal etkilerin ürünü olduklarını savunur. Bu teoriye göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Dönüşüm yüz milyonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir. Yaklaşık bir buçuk yüzyıldır kabul gören teori, bugün paleontoloji, biyokimya, anatomi, biyofizik, genetik gibi pek çok ana bilim dalında yapılan çalışmaların sonuçlarıyla çelişmektedir.

Evrimsel Boşluk

Evrim teorisinin hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı halde, dünyanın dört bir yanında insanların çoğu evrimi bilimsel bir gerçek sanırlar. Bu yanılgının en büyük nedeni, medyanın evrim konusunda yaptığı sistemli telkin ve propagandadır.

Medya devlerinin yaptıkları söz konusu haberlerde, evrim teorisi bilinen herhangi bir matematik kanunu kadar kesin bir gerçekmiş gibi bir üslup kullanılır. Bunun en klasik örneği ise bulunan fosil kalıntıları hakkında yapılır. Örneğin "Time dergisinin haberine göre, evrim zincirindeki boşluğu tamamlayan çok önemli bir fosil bulundu" ya da "Nature'ın haberine göre, bilim adamları evrimin açıkta kalan son noktalarını da aydınlattılar" gibi cümleler büyük puntolarla basılır. Oysa ortada ispatlanmış olan hiçbir şey yoktur ki, "evrim zincirinin son eksik halkası" bulunmuş olsun. Delil olarak öne sürülenlerin tümü ise sahte delillerdir.

Öte yandan fosil kayıtlarında canlıların eksiksiz hallerine ait milyonlarca fosil olmasına rağmen, evrimsel bir gelişimi doğrulayacak hiçbir ara geçiş formu fosili bulunmamaktadır. Amerikalı paleontolog R. Wesson da, 1991'de yayınlanan Beyond Natural Selection (Doğal Seleksiyonun Ötesinde) adlı kitabında "fosil kayıtlarındaki boşlukların gerçek ve olgusal" olduklarını şöyle açıklamaktadır:

Ne var ki, fosil kayıtlarındaki boşluklar gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soyoluşumunu gösterecek kayıtların yokluğu, son derece olgusaldır. Türler genellikle çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit kalırlar. Türler ve özellikle cinsler hiçbir zaman yeni bir türe ya da cinse doğru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya da cinsin bir diğeriyle yer değiştirdiği gözlenir. Değişim ise çoğunlukla anidir.160

Bu durum, evrim teorisinin 140 yıldır öne sürdüğü "ara form fosilleri bulunmuş değil, ama ileride bulunabilir" argümanının artık geçerli olmadığını göstermektedir. Fosil kayıtları canlılığın kökenini anlamak için yeterince zengindir ve karşımıza somut bir tablo çıkarmaktadır: Farklı canlı türleri, aralarında evrimsel "geçiş formları" olmadan, yeryüzünde bir anda ve farklı yapılarıyla, ayrı ayrı ortaya çıkmışlardır.

Evrimsel Hümanizm

Darwin'in en önde gelen savunucularından biri olan Julian Huxley, onun geliştirdiği biyolojik argümanı felsefi bir zemine oturtmak için çalışmıştır. Ulaştığı nokta ise, "evrimsel hümanizm" adı altında yeni bir din kurmak olmuştur.

Bu dinin amacı "yeryüzündeki evrimsel sürecin maksimum sonuca varmasını sağlamak" olacaktı. Bu, yalnızca güçlü organizmaların daha çok yaşamasına ve daha çok üremelerine çalışmakla sınırlı değildi. Ayrıca, insanoğlunun "kendinden kaynaklanan yetenekleri"nin "en üst düzeyde gerçekleştirilmesi" öngörülüyordu. Bir başka deyişle, insanoğlunun bugün içinde bulunduğu fiziksel ve zihinsel aşamadan "daha ileri aşamalara" sıçraması için çaba gösterilecekti. "Hümanizm" teriminin tam tarifi ise, Huxley tarafından şöyle yapılıyordu:

Ben "hümanist" kelimesini kullanırken, insanın, aynı bir bitki ya da hayvan gibi doğal bir varlık olduğunu kastediyorum. Yani insanın bedeni, zihni ve ruhu doğa üstü bir güç tarafından yaratılmamış, aksine evrim süreci sonunda oluşmuştur. Dolayısıyla insan, herhangi bir doğa üstü gücün kontrolü ya da yol göstericiliğine değil, sadece kendi varlığına ve kendi gücüne inanmalıdır.161

Huxley'in ortaya attığı ve insanoğlunun "kutsal" amacının kendi evrimini hızlandırmak olduğunu öne süren bu düşünceler, John Dewey adlı Amerikalı filozofu derinden etkiledi. Dewey bu çizgiyi geliştirerek 1933 yılında "Dini Hümanizm" akımını başlattı ve ünlü Hümanist Manifesto'yu yayınladı. Manifesto'da vurgulanan temel düşünce, geleneksel "Teistik" (İlahi) dinlerin ortadan kaldırılmasının zamanının artık geldiği ve bunların yerine, insanoğlunun bilimsel ilerleme ve sosyal işbirliğine dayalı yeni bir çağa girmek üzere olduğuydu.

II. Dünya Savaşı'nda "bilimsel ilerleme" sonucunda öldürülen 50 milyon insan, Hümanist Manifesto'da öngörülen optimizmi derinden sarstı. Benzeri darbelerin ardından Dewey'in yolunu izleyenler onun görüşlerini bir parça revize etmek zorunda kaldılar ve 1973 yılında II. Hümanist Manifesto'yu yayınladılar. Bu mesajda "bilimin bazen insanlığa zarar da verebileceği" kabul ediliyor, ama yine de temel düşünceden vazgeçilmiyordu: İnsan artık kendi evrimini yönetebilirdi ve bunu da bilimle yapacaktı. Şöyle deniyordu:

Bilimi akıllıca kullanarak, içinde yaşadığımız çevreyi kontrol edebiliriz, fakirliği yenebilir, hastalıkları ortadan kaldırabilir, yaşam süremizi uzatabilir, davranışlarımızı belirgin bir biçimde değiştirebiliriz. Böylece insanoğlunun evrim sürecini yönlendirebilir, yeni güç kaynakları oluşturabilir ve insanlığın daha özgür ve anlamlı bir yaşama kavuşması için gerekli fırsatları yaratabiliriz.162

Aslında her evrimci tarafından bilinçli ya da bilinçsiz olarak benimsenen bu fikirler, "evrim dini"nin temel inanışlarını ortaya koymaktadır. Önce hayali bir evrim süreci kurgulanmakta ve bu sürecin herşeyi var eden "yaratıcı" olduğu varsayılmakta, sonra bu sürecin insanı kurtuluşa ulaştıracağı düşünülmekte ve en sonunda insanoğlunun "kutsal" amacının da bu sürece hizmet etmek olduğuna inanılmaktadır. Kısacası, evrim, hem Yaratıcı, hem kurtarıcı, hem de kutsal bir amaçtır. Bir başka deyişle kendisine tapınılan bir ilahtır.

Evrimsel Paganizm

İnsanların bir kısmı, kendilerine Allah'ın vahyetmiş olduğu İlahi dinlere inanırlar. Diğerleri ise kendi kendilerine ürettikleri ya da içinde yaşadıkları toplum tarafından üretilmiş olan dinlere bağlanırlar; kimisi totemlere tapınır, kimisi Güneş'e ibadet eder, kimisi "uzaylılar"a yakarır. Bu ikinci grup, Allah'a ortak koşan kimselerdir ve Batı literatüründe "pagan" olarak isimlendirilirler.

Evrimciler de, evrim teorisini -ve aslında genel olarak bilim kavramını- bir din olarak benimserler. Bu kimseler kendi dinlerinin doğruluğunu somut verilerle ispat edilmiş "bilimsel bir gerçek"miş gibi telkin etmektedirler. Ve kendilerini dinler üstü somut bir gerçeğin temsilcisi saymaktadırlar. Evrimci paganların bu aldatıcı iddiaları, onları diğer dinlerin üzerinde hayali bir konuma yerleştirmektedir. Buna göre, diğer dinler "subjektif inançlar"dır, ama evrim "objektif gerçek"tir. Bu aldatmacanın verdiği sahte otoriteyi kullanarak da, diğer dinleri kendilerine tabi olmaya çağırmaktadırlar. Evrimci bir argümana göre, diğer dinler, eğer evrimi ve onun doğurduğu kavramları kabul ederlerse, evrime dayandırılan her türlü sosyo-politik girişimi "ahlaki bir öğreti" olarak yaşamalarına izin verilecektir. Neo-Darwinist akımın en önemli birkaç isminden biri olan George Gaylord Simpson bunu şöyle ifade eder:

Elbette dini olarak tanımlanan ve dini duygulara dayanan ve hala varlıklarını koruyan bazı inanç sistemleri vardır. Bunların evrimle uyuşmaları kesinlikle söz konusu değildir ve dolayısıyla duygusal etkilerine rağmen, entelektüel olarak savunulmaları mümkün değildir. Ancak duygusal alanda kalmaları şartıyla, ben bunların evrimle birarada var olabileceklerini savunuyorum. Bir başka deyişle, evrim ve doğru din birbirleriyle uyuşabilirler. 163

Bu, şu demektir: Evrim ve onun üzerinde gelişen "bilimsel" öğretiler, diğer dinleri yargılama otoritesine sahiptirler. Bu dinlerin hangilerinin ya da hangi yorumlarının "doğru din" olarak kabul edileceğine karar vermek, evrimci bilime düşecektir. Doğru din denen şey ise, gözlemlenebilen evren hakkında hiçbir iddiası olmayan, sadece ve sadece insanlar arasındaki ahlaki kıstasları belirtmekle yetinen bir öğretidir. Gözlemlenebilen evren ile ilgili her türlü alan -yani pozitif bilimler, ekonomi, siyaset, hukuk vs.-ise, evrimci bilim anlayışı tarafından belirlenecektir.

Bu totaliter yaklaşım, kendi iman ettiği evrim teorisini somut bir gerçek gibi toplumlara empoze ederken, bir yandan da bilimsel çevreleri baskı altında tutar. Günümüz biyologlarının çoğu, söz konusu pagan dinine iman etmiş durumdadırlar, ama bu inancı paylaşmayanlar olursa onların da susturulması sağlanır. Bu sistem içinde evrim bir tabuya dönüşür. Evrimi reddeden bilim adamları yükselme imkanlarını yitirirler. Ünlü anatomi profesörü Thomas Dwight, bu durumu entelektüel bir diktatörlük olarak nitelendirerek şöyle der:

Evrim konusunda kurulmuş olan diktatörlük, meselenin dışında olanların tahmin edemeyeceği kadar despot hale gelmiştir. Sadece düşünce sistemimizi etkilemekle kalmıyor; aynı zamanda terör çağlarını aratan bir baskıyı da sürdürüyor. Acaba bilim dünyası liderlerinden kaç tanesi düşüncelerini aynen açıklayabiliyorlar.164

Evrim Zincirinin Kayıp Halkası

(bkz. Evrimsel boşluk)

Dipnotlar

143.Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s.87

144.Pat Shipman, “Birds Do It... Did Dinosaurs?”, New Scientist, February 1, 1997, s.28

145.Niles Eldredge, “Is Evolution Progress”, Science Digest, September 1983, ss. 40, 160

146.http://www.encarta.msn.com/find/Concise.asp?z=1&pg=2&ti=761566073

147.G.G. Simpson, W. Beck, An Introduction to Biology, New York, Harcourt Brace and World, 1965, s.241

148.Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, New York: Ticknor and Fields 1982, s.204

149.D. Loyd, The Mitochondria of Microorganisms, 1974, s.476

150.Gray & Doolittle, “Has the Endosymbiant Hypothesis Been Proven?” Microbilological Review, vol. 30, 1982, s.46

151.Wallace-Sanders-Ferl, Biology: The Science of Life, 4th Edition, Harper Collins College Publishers, s.94

152.Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri, TÜBİTAK 12.Basım, Mayıs 1998, s.153

153.Whitfield, “Book Review of Symbiosis in Cell Evolution”, Biological Journal of Linnean Society, vol 77-79 1982, s.18

154.L.R. Croft, How Life Began, Evangelical Press, 1988, ss.93-94

155.Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, 1984, s. 644

156.Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, New York: Ticknor and Fields, 1982, s16-17, 19

157.Francis Hitching, The Neck of the Giraffe, s.16-17, 19.

158.Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, London: Sphere Books, 1984, s.230

159.Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve Teknik, Nisan 1984, Sayı 197, s.22

160.R. Wesson, Beyond Natural Selection, MIT Press, Cambridge, MA, 1991, s.45

161.American Humanist Association tarafından dağıtılan tanıtım broşüründen; Henry M. Morris, The Long War Against God: The History and Impact of the Creation/Evolution/Conflict, 8th Edition, Michigan: Baker Book House, March 1996, s.116

162.Phillip E. Johnson, Darwin on Trial, 2nd Edition, Illinois: Intervarsity Press, 1993, s.131

163.Philip E. Johnson, Darwin on Trial, 2.b. Illinois: Intervarsity Press, 1993, s. 128.

164.Milli Eğitim Bakanlığı, Evrim Teorisinin Özet Raporu, Ankara: MEB Yayınları, 1985

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
pdf
doc