ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Tabi, hidayeti veren Allah. Ben lise yıllarına kadar namaz kılmıyordum. Lise sonda, son yıllarında, o zaman ki devirde, genel olarak işte anarşi, terör de vardı Türkiye'de. Düşündüm Allah'ın varlığı, birliği konusunu. Marksizmi inceledim, faşizmi inceledim. Benim bulunduğum ortam zaten tam olayların olduğu ortamlardı. Ankara Siyasal, Ankara Kurtuluş Lisesi, Hukuk Fakültesi, Hacettepe benim hep bulunduğum muhitlerdi. Hep silahlı çatışmalar olur, olaylar olur, bombalamalar olur. Yani gözümün önünde insanlar dövülürdü görürdüm. Kurşunlamalar olurdu. Allah beni korudu. Hepsini yakinen gördüm. Sokakta yürüyüşler olurdu. Her görüşten insanlar yürüyüşlere katılırlardı. Büyük olaylar olurdu. Allah beni böyle bir ortamda yetiştirdi. Öyle bir ortamda kendim düşünerek bu yola girdim. Elhamdülillah. İslam yoluna, Kuran'ın yoluna tam girdim. Hatta hiç unutmam, namaza başlayacağım vakit Ankara'ya gittim, Ulus'a. Pazar günüydü hatırladığım kadarıyla. Yerde kitaplar satılıyordu böyle, küçük kitaplar. Orada satılan Namaz Hocası diye bir kitap var, küçük ince birşey. Namazı öğrenecek kişi de bulamıyordum. Soracak birini de bulamamıştım. Oradan aldım kitabı, kendimce oradan ne anladımsa onu uygulamaya çalışıyordum. Okuyup öğrenip yapıyordum. Sonra Ömer Nasuhi Bilmen'in Tam İlmihali'ni aldım. Orada tam kapsamlıydı. Böyle gece gündüz sürekli okuyordum o zamanlar. İmam-ı Gazali'nin İhya'sını aldım. İmam-ı Rabbani'nin Mektubat'ını aldım. En sonunda Said-i Nursi'nin, Said-i Nursi Hazretlerinin, Üstad Bediüzzaman'ın Risale-i Nur Külliyatı'nı aldım. O bende çok ciddi, derin etki yaptı. Çok büyük faydasını gördüm, Elhamdülillah. O arada da bilgim bir hayli arttığı için anlatacak da insan arıyordum. Ne yapayım dedim? Güzel Sanatlar Akademisi, Fındıklı. Orayı gözüme kestirdim, orası çok iyiydi. Hem Marksistlerin çok yoğun olduğu bir yer, yani tamamen onların hakimiyetindeydi, hem de sanatın kalesi. Üstad Said-i Nursi Hazretleri de, sanat, marifet ve ittifakla karşı mücadele vereceğiz diyor, ateizme karşı. Ben tam yerine gidiyorum o zaman dedim. İmtahanlarına girdim. Allah'a şükür okulu üçüncülükle kazandım o zaman. Resim imtihanlarına girmiştim. Çok beğenmişlerdi yaptığım resimleri. Hocaların biri gidip, biri geliyordu. Kara kalem güzel resim yapıyorum. Çok etkilenmişlerdi. Üçüncü olarak kazandım. Okul benim için çok uygundu. Atölye çalışması vardı, devam mecburiyeti yani o kadar kontrollü değildi. Sabahtan akşama kadardı okul. Açıktı atölye de, yani inanılmaz kolay faaliyet yaptım Allah'a şükür. Darwinizm ile ilgili kitaplar dağıttım. Tebliğ yaptım, anlattım. Okul iyice doyduktan sonra, yani kanaatim geldikten sonra, ben dedim, şimdi Felsefe bölümüne geçeyim İstanbul Üniversitesi'nin. Üniversite imtihanlarına girdim. Orası da yine ilk tercihimdi, orayı da kazandım. Orada da faaliyetlerime başladım, devam ettim. Ama baktım ki, fert fert anlatmaktansa kitap olarak anlatmak daha etkili olacak, daha geniş kitlelere yönelecek. O zaman kitap yazmaya karar verdim. Sonra işte malum biliyorsunuz bu eserler ortaya çıktı. Ben eskiden bunları tek tek belgeyle anlatırdım. Mesela Darwinizm ile ilgili belgeleri toplamıştım, dosyam vardı benim, siyah bir dosyam vardı. Onu açardım, bir bir anlatırdım. Sonra düşündüm bunlar böyle dosya ile taşıyacağıma kitap olsun bunlar, kolay herkese de dağıtayım dedim. Sonra böyle işte çok güzel, başarılı çalışmalar oldu Allah'a hamdolsun. Ama bunların tabii tamamını yapan Allah'tır. Hepsini yapan Allah'tır. Etrafıma insanları toplayan, insanları sevdiren de Allah'tır. Çünkü mucize, yani üniversite öğrencisi bir insan, genç, yakışıklı, zengin, son derece zeki, kolej bitirmiş, iyi bir aileye mensup. Böyle bir insanı artık dünya bekliyor, dünyanın bütün nimetleri bekliyor. Ama bu insanlar benim ismimi duyarak, arkadaşları birbirlerinden haber alarak yanıma geliyorlardı. Konuşmalarımdan da çok etkileniyorlardı Elhamdülillah, belki samimiyetimi Allah vesile etmiştir. Ben hala da şaşırıyorum, yani bu kadar insanın beni sevmesi, etrafımda toparlanması, bu kadar fedakarane, bu kadar sadık, bu kadar candan, bu kadar metanetle, ki üstümüze ne kadar gelindiğini herkes görüyor.
ADNAN OKTAR: Benim ailem laik, klasik bir ailedir. Orta halli. Ankara'da bir aile. Annem, babam, abim beraberdik, anneannem de vardı, dedem de vardı hatta birlikteydik, fakat laik aileydiler. Namaz kılan bir tek rahmetli dedem namaz kılardı. Babam bazen Cumalara giderdi. Annem namaz kılmazdı. Abim de kılmazdı. Ben lise yıllarımda, lise sonda zannediyorum namaza kendim araştırarak, inceleyerek Allah'ın varlığının açık olduğunu görerek kendim karar verdim. Ve kitaplar aldım. Çeşitli ilmihaller aldım. Ömer Nasuhi Bilmen'in ilmihalini almıştım o devirde. Said Nursi Hazretleri'nin kitaplarını aldım. Ona benzer birçok kitap aldım. Hatta Hüseyin Hilmi Işık'ın Tam İlmihali vardı, çok detaylı bilgiler bulunan bir kitap, onu almıştım. İmam Gazali'nin İhyâsını, İmam Rabbaninin Mektubat'ını, Ebu Leysi Semerkandi Hazretlerinin eserlerini almıştım. Ayrıca çeşitli eserler almıştım, yine hazır küçük kitaplar yani asrımızın alimlerinin yahut yazarlarının yazdığı kitapları almıştım. Onları okuyarak gittikçe bilgimi geliştirdim. Sonra akademiye geldiğimde İstanbul'daki Fındıklı Güzel Sanatlar Akademisini kazanmıştım ben. Üçüncülükle kazandım orayı. Orayı kazandığımda çok da benim için güzel oldu. Yani istediğim bir şeydi zaten. Şu bakımdan okul tamamen marksistlerin kontrolündeydi. Markistlerin hakimiyeti vardı. Orada çok rahat tebliği yapabileceğimi düşündüm. Nitekim de yoğun olarak orada tebliğ faaliyetlerine başladım. Okulun koridorlarında ders aralarında hatta dersin içinde bile tebliğ faaliyetlerini yapıyordum. Bazen hocalar gelip o topluluğu dağıtıyorlardı. Atölye derslerinde özellikle hocalar müsaade etmiyorlardı. O şekilde faaliyetlerime devam ettim. Orada şu anda da ünlü olan hocalar vardı. Profesörler vardı. Onlara Evrim teorisiyle ilgili küçük kitapçıklar vardı. Evrim teorisinin geçersizliğini anlatan kitaplar. Onları dağıtıyordum. Onlardan eleştiri istiyordum. "Hocam siz bunu okuyup bana eleştirir misiniz" diyordum. Ama asıl amacım kitabı okumalarını sağlamaktı tabi. Yani eleştiriden ziyade, okuduğunda netice alacağımı biliyordum. Nitekim de öyle olmuştu. Okulda bir hayli etkili oldum. Bir arkadaş çevrem oluştu. Sonra İstanbul Üniversitesine geçtim. Felsefe bölümüne orada da yine marksistlerin hakimiyeti vardı. Orada da o şekilde yine faaliyetlere başladım. Sonrada bu kitap çalışmalarım, bilinen bunlara başladım. Bu kitap çalışmalarına başladım halen de devam ediyor.
ADNAN OKTAR: 1979 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'nin iç mimari bölümünü dördüncü olarak kazanmıştım. Ama işin doğrusu okula giriş amacım sadece iç mimari okumak değildi, tebliğ yapmak için çok uygun bir yer olarak görmüştüm Güzel Sanatlar Akademisi'ni. Gerçekten orası Marksistlerin kontrolündeydi, çeşitli hiziplerin kontrolündeydi, birçok sol fraksiyonun kontrolündeydi. Hemen hemen namaz kılan hiç yoktu. Yani varsa da kendini gizliyordu. Hiç ortada öyle bir kimse yoktu. Bitişikte Molla Cami vardı, ben oraya namaza gidiyordum sadece, Cuma namazlarına ve normal gün içindeki öğlen ve ikindi namazlarını orada kılıyordum, bazen de akşam namazını kılıyordum. Tebliğ için son derece uygun olduğunu gördüm ortamın, hatta derste bizim bulunduğumuz binada topluca ders yapıyorduk, orada masalarda olan öğrenciler de yanıma geliyorlardı, kalabalık oluşuyordu benim bulunduğum yerde, zaman zaman da hocalar gelip uyarıyorlardı, bu faaliyeti durdurmam için, bu tip konuşmalar yapmamam için. Fakat buna rağmen ben yapıyordum. 2 yıl, 3 yıl oradaki tebliğ faaliyetlerimden sonra 3-4 tane arkadaşım oluştu orada, çevremde. İlk çekirdek öyle oluştu. Ondan sonra yavaş yavaş gelişmeye başladı.
ADNAN OKTAR: 79'da akademiye gelmiştim. Güzel Sanatlar Akademisine, Fındıklı Güzel Sanatlar Akademisine. Akademinin kütüphanesi vardı. İlk orada fosil resimlerini bulmuştum. Anti-darwinist çalışma yapıyordum, ama kitaplar Darwinist kitaplardı. Fakat yine de fosil resimlerini koymuşlar. Baktım hiç değişmemiş fosiller. Sayfalara baktım. Gerçi az sayıda koymuşlar, ama değişmemiş. Hemen okul kütüphanesinin fotokopi makinası vardı. Orada fotokopileri çıkarttım. Kendime bir dosya yaptım böyle kalınca bir dosya yaptım. Hilmi Yavuz hocamız vardı. Felsefeci, o zamanlar Marksist ve sol görüşlere sahipti, yani dine karşı bir tavrı vardı. Dine inanmıyordu. Fakat ben ona evrimle ilgili, o küçük kitapçıktan vermiştim, tartışmıştık, konuşmuştuk, anlatmıştım. Allah'a çok şükür yıllar sonra çok büyük değişiklik oldu. Hilmi Yavuz hocamız da şu an Allah'a inanan, dini savunan bir insan. Darwinizme'de karşı. Ercüment Tarcan hocam vardı. Bilmiyorum yaşıyor mu, Allah uzun ömür versin eğer yaşıyorsa. O da o zaman materyalist, Darwinist görüşe sahipti. Söylemişti, "eğer tek bir tane hücre yapsınlar" dedi. Hiç aklımdan çıkmaz, "ben kendimi okulun penceresinden aşağı atarım" dedi. Okulum penceresi de gerçi 3 metre falan ama hocamın atmasını istemem tabi oradan. Fakat çok etkilendiğini açıkça görmüştüm maşaAllah. Ben o zamanlar işte her yerden resimler topluyordum. Mesela Bilim Teknik dergisinden de Yaratılışı savunan deliler bulmuştum. Birçok şeyler, hepsini dosyalamıştım. O sayede güzel bir çalışma yapıyordum. Fakat Allah'ın bu kadar güçlü deliller vermesi son zamanlarda, bu tabi bir mucize, yani dünyayı bu kadar sarsması, mesela Rusya'da da çok büyük netice aldık. Allah'a şükür.
MUHABİR: Üç yıl boyunca Mimar Sinan Üniversitesi'nde yalnız, tek başınıza, camide tek başınıza namaz kıldınız. Bu süre zarfında herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı? Sizi bu süre zarfında etkileyen olaylar oldu mu? Yani, insanın tek olması, tek başına bir mücadele vermesi, zannediyorum zordur, kolay olmamıştır. Biz bu konuda, sizden bilgi alalım hocam, teksiniz, mücadeleye çıktınız.
ADNAN OKTAR: Tabi ilk anlatımımda mesela, birkaç kişi geliyordu sonra yine gidiyorlardı. 79,80, 81 hatta 82'ye kadar öyle oldu. Mesela, üç beş kişi geliyor, gidiyorlar, bir kişi kalıyor, iki kişi kalıyor, tabi bu kader, yani Allah'ın kaderi, ama ben gelişeceğimizi, güçleneceğimizi ve çok iyi olacağımızı tahmin ediyordum, biliyordum. Çok sabırlı olmam gerektiğine de inanıyordum. Benim çalışmalarımı yaparken, okul tamamen Marksistlerin kontrolündeydi yani bir çok sol terör örgütü ve sol fraksiyonlar orada hakimdiler. Ben okulun kantin kısmına gelip kalabalığın içinde tebliğ yapıyordum, anlatıyordum, açık bir tartışma oluyordu, yani alenen, etrafımıza toplanıyordu solcular.
Fakat baktılar ki çok etkili olmaya başladım, Darwinizm'i anlatmada, materyalizmi eleştirmede, çok etkili olduğumu görünce, bu sefer çok riskli buldular. Bizim okulun atölyesindeki solcu öğrenciler, maket bıçağı oluyor, böyle maket yaparken, evet o tarz bıçaklarla onlarla geldiler ama, yani bir şey yontuyor gibi falan yapıyorlar ama yani biz tehlikeliyiz, her şey yapabiliriz mesajı vermek istediler herhalde. Burada dediler, senin bu tarz bir çalışma yapmanı istemiyoruz dediler. Ama dedim, benim dediklerim gerçek yani, eğer siz tartışamıyorsanız, liderlerinizi getirin dedim onlarla tartışalım dedim. Onu da pek kabul etmediler. Ama ben buna rağmen...
MUHABİR: İlk yılları mı üniversitenin?
ADNAN OKTAR: Evet ilk yılları, 79'dan 82'ye kadar. Gizli gizli yine yapıyordum yani, gizli gizli derken alenen yapıyordum. Molla Cami benim kitap depomdu. Camide bir yere gizliyordum. O minberin arka kısmında benim bir yerim vardı oraya gizliyordum kitapları. Çünkü toplu getirsem dikkat çekiyordu kitaplar. Mesela, on tane koyuyordum dosyanın içersine, benim bir siyah dosyam vardı plastik dosya. Onun aralarına yerleştiriyordum. Sakin sakin öğrencilere şunu oku, bana eleştir, eleştirisini getir diyordum, yani direk sana böyle bir kitap veriyorum seni bilgilendireyim demiyordum. Eleştirisini getir diyordum. Çok şahane tebliğ imkanım oluyordu.
ADNAN OKTAR: Evet, 79-80 döneminde Fındıklı Güzel Sanatlar Akademisiydi o zamanki ismi, iç mimari bölümünü kazanmıştım, okulu üçüncülükle kazanmıştım, o zaman hocalarımızdan Hilmi Yavuz vardı, ünlü felsefeci şair ve öğretim üyesiydi. Bu derslerde hocamız o zamanlarda Darwinizm'i anlatırdı, materyalist felsefeyi anlatırdı, Marksizm'i anlatırdı, savunur tarzda anlatıyordu. Ben de onun derslerine katılıyordum, ben ona bir gün Darwinizm ile ilgili küçük bir kitap verdim, "Hocam" dedim, "siz bana bu kitabın eleştirisini yapar mısınız" dedim, "memnuniyetle" dedi. 2-3 hafta kadar hocamızı takip ettim okuyup okumadığını, sonunda odasına gittim "hocam okudunuz mu kitabı?" dedim, "okudum" dedi, "kanaatiniz ne?" dedim, baktım çok etkilenmiş, üslubundan anladım, yine bir gün kapıda, çıkış kapısında arkadaşlarla beraber yolunu keser gibi oldum konuşmak için "hocam" dedim "yeni bir kafatası bulunmuş" dedim, "bu insanın evrimi konusunda konuya son noktayı koyan bir delil" dedim "ne diyorsunuz?" dedim, onu inceledi elimde o zaman fotokopi olarak yanımda dosyada gezdiriyordum, "farz edelim Darwinizm yıkıldı" dedi, ama anladım ki hakikaten kanaati gelmiş, "peki ne olur" dedi, "ne olur böyle bir şeyde" dedi ben dedim ki "herkes Allah inancına dönülür diyor" dedim, "yani aksini savunan hiç kimse yok" dedim, ondan sonra Hilmi Yavuz hocamla biraz hafif aramız açıldı, o şeyden sonra, beni gördüğü zaman yolunu değiştiriyordu, fakat şimdi maşaAllah hem Darwinizm'e karşı, hem dini savunur bir üslubu var, hem mukaddesatçı bir görünümü var çok, çok, çok değişti maşaAllah, demek ki o zamanki bilgiler uzun vadede etkili olmuş inşaAllah.