Hakk'ın rahmetine kavuşana kadar, bütün ömrünü insanları Allah'a iman etmeye ve Kuran ahlakını yaşamaya davet edip, var gücüyle İttihadı İslam'ın gerçekleşmesi için çalışan, Hicri 1300'ün müceddidi, büyük İslam alemi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri 12 Mart 1878 yılında Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde dünyaya gelmiştir.
Hayatının her anıyla, Allah yolunda samimi mücadele etmenin en güzel örneklerinden biri olan Said Nursi Hazretleri, genç yaşta edindiği dini ve pozitif bilimlerdeki derin bilgisi, devrin ilim çevreleri tarafından kabul görmüş, küçük yaştan itibaren dikkati çeken keskin zekası, kuvvetli hafızası ve üstün kabiliyetleri dolayısıyla "Çağının eşsiz güzelliği" anlamına gelen "Bediüzzaman" sıfatıyla anılmaya başlanmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi, Doğu'nun en acil ihtiyacı olarak gördüğü eğitim problemini çözmek için din ve eğitim bilimlerinin birlikte okutulabileceği ve Medreset-üz Zehra ismini verdiği bir üniversite kurulmasını sağlamak için 1907'de İstanbul'a gelmiştir. Derin bilgisiyle buradaki ilim çevresine de kendini çok kısa süre içinde kabul ettirmiş, çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yayınlatmış, hürriyet ve meşrutiyet tartışmalarına katılarak hükümete destek vermiştir.
Buna rağmen dönemin hükümeti, İstanbul'daki ilim adamlarının, talebelerin, medrese hocalarının ve siyasetçilerin ona olan ilgisinden rahatsız olmuş, Bediüzzaman'ın önce akıl hastanesine daha sonra da hapishaneye gönderilmesini sağlamıştır.
Serbest bırakılmasının ardından yayınladığı makaleler ve yaptığı konuşmalarda birleştirici bir rol oynamasına rağmen, 1909'da 31 Mart olayına karıştığı iddia edilerek haksız ithamlarla tutuklanıp idam talebiyle yargılanmış, ancak sonucunda beraat etmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri bu olaydan sonra tekrar Doğu'ya dönmüş, I. Dünya Savaşında talebeleriyle milis kuvvet oluşturarak vatanın savunmasına katılmıştır. Gönüllü alay komutanı olarak büyük başarılar gösterdiği I. Dünya Savaşında Rusya'da esir düşmüş, üç yıl süren esaret hayatının sonunda Sibirya'daki esir kampından kurtularak gizlice İstanbul'a gelmiştir.
İstanbul'da devlet büyükleri ve ilim çevreleri tarafından büyük bir ilgiyle karşılanan Bediüzzaman, Dar-ül Hikmet-i İslamiye (İslam Akademisi) azalığına tayin edilmiştir. Buradan aldığı maaşla kendi kitaplarını bastırarak parasız olarak dağıtmaya başlamıştır. Said Nursi Hazretleri daha sonra İstanbul'un işgali sırasında işgalcilerin gerçek niyetlerini ortaya koyan Hutuvat-ı Sitte (Şeytanın Altı Desisesi) isminde uyarıcı bir broşür hazırlamış, bu hareketi, İngiliz işgal kuvvetleri komutanının emriyle ölü veya diri ele geçirilmek üzere aranmasına sebep olmuştur.
Milli mücadeleyi savunmuş ve destek olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk tarafından bizzat Ankara'ya davet edilmiştir. 1922'de Ankara'ya geldiğinde devlet merasimiyle karşılanan Bediüzzaman, kendisine yapılan Şark Umumi Vaizliği, milletvekilliği ve Diyanet İşleri Başkanlığı tekliflerini ise, dünyevi makamların geçiciliğini bilen, sadece ahireti isteyen ve bu nedenle siyasetten her zaman uzak duran biri olarak kabul etmemiştir.
Said Nursi Hazretleri, 1925 yılında Şeyh Said isyanı çıktığında, olayla hiçbir ilgisi olmadığı halde, Van'da inzivaya çekilmiş olduğu yerden alınarak Burdur'a, oradan da Isparta'nın Barla ilçesine sürgüne götürülmüştür. Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı'nın büyük bir kısmını sürgünde olduğu bu dönemde yazmıştır.
Risale-i Nur'un Darwinist materyalist düşüncenin karşısındaki en sağlam set olduğunu fark eden bazı çevreler, 1934 yılında daha yakından kontrol edebilmek amacıyla Bediüzzaman Said Nursi'nin Isparta'nın merkezine getirilmesini istemiştir. 10 Mayıs 1935 tarihli Cumhuriyet gazetesine bir açıklama yapan dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, hiçbir dayanağı olmadığı halde, Bediüzzaman'ı peygamberlik ilan etmek, makam peşinde koşmak, saf gençleri kandırıp paralarını almak ve gericilik gibi akıl ve mantık dışı iftiralarla suçlamıştır. Bunun üzerine once Said Nursi Hazretleri'nin oturduğu evde arama yapılmış ve içlerinde gayri hukuki hiçbir şey olmamasına rağmen bütün kitaplarına el konulmuştur. Bediüzzaman emniyete götürülerek sorgulanmış, ancak suç unsuru bir şeye rastlanmayınca serbest bırakılmıştır. Bundan birkaç gün sonra, dönemin Dahiliye Vekili ve Jandarma Umum Kumandanı, teçhiz edilmiş askeri bir kıta ile birlikte Isparta’ya gelmişler, Isparta-Afyon yolu boyunca süvari askerleri yerleştirilmiş, Isparta ve civarı askerî birliklerle kontrol altında alınmıştır. Daha sonra sabah vakti, Allah yolunda hizmet etmekten başka hiçbir gayesi olmayan Bediüzzaman Hazretleri evinden çıkarılarak, talebeleriyle beraber, elleri kelepçeli olarak askeri kamyonlarla Eskişehir’e sevk edilmiştir.
Bediüzzaman yargılandığı dava süresince tutuklu kalmıştır. Daha sonra ise Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararla, Said Nursi Hazretleri'ne 11 ay hapisle birlikte Kastamonu'da mecburi ikamet; on beş talebesine de altışar ay hapis cezası verilmiştir.
Mecburi ikamet için Kastamonu'ya getirilen Bediüzzaman sürgünün ilk bir ayında polis karakolunun üst katında oturmak zorunda bırakılmış, daha sonra ise yine karakolun tam karşısında ve birkaç metre uzaklıkta bulunan bir eve yerleştirilmiştir. Evinin karakola bakan pencerelerini perdeyle kapatmasına dahi müsaade edilmemiştir. Kastamonu sürgünü 8 sene sürmüştür.
Polis gözetimi altında mecburi ikamet için Kastamonu'ya getirilen Bediüzzaman Said Nursi, 1943'te Isparta savcısından gelen talimat üzerine yeniden tutuklanmıştır. Ağır hasta olmasına rağmen Ankara'ya oradan da trenle Isparta'ya getirilmiştir. Risale-i Nur ile ilgili davaların Denizli'deki davayla birleştirilmesi üzerine ise Denizli'ye sevk edilmiştir. Denizli hapsi yine tecrit altında başlamış, çok zor şartlar altında geçen yeni hapishane dönemi ve yargılama safhalarında da Bediüzzaman, Risale-i Nur'un yazımına devam etmiştir. Sonrasında ise 1944'te verilen beraat ve tahliye kararına rağmen, dönemin hükümeti Said Nursi'nin Afyon'un Emirdağ ilçesinde zorunlu iskana tabi tutulmasını emretmiştir.
Bediüzzaman burada hükümet binasının karşısında bir odaya yerleştirilerek gözetim altına alınmıştır. İnsanlarla görüşür gerekçesiyle camiye gitmesine bile müsaade edilmediği, devamlı takip ve gözleme tabi tutulduğu Emirdağ sürgünü, Denizli hapishanesindekinden bile çok daha ağır ve zor şartlar altında geçmiştir. Bu dönemde, hukuki yollarla Bediüzzaman'ı etkisiz hale getiremeyen muhalifleri onu zehirleyerek şehit etme yoluna gitmişlerdir. Hayatı boyunca yirmi üç defa denenecek bu teşebbüslerin üçü Emirdağ sürgününde gerçekleşmiştir.
Bu zulümler yaşanırken Bediüzzaman'ın talebeleri tarafından Risale-i Nurlar büyük bir aşkla ve şevkle çoğaltılmış ve böylece Kuran tebliğinin geniş kitlelere yayılması sağlanmıştır. Özellikle de teksir makinelerinin kullanımıyla birlikte bu çalışmalar daha da hızlanmıştır.
1944'te Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararının Yargıtay tarafından onaylanmasıyla birlikte Bediüzzaman serbest bırakılmıştır. Ancak Risale-i Nurların her geçen gün yaygınlaşarak insanlara ulaşması malum çevreleri rahatsız etmeye başlamıştır. Ocak 1948'de Said Nursi ve on beş talebesi evlerinden ve işyerlerinden alınarak Afyon hapishanesine gönderilmiştir. Ancak tüm bu ağır ve zor şartlara rağmen Bediüzzaman Hazretleri eserlerini yazmaya devam etmiştir.
Aralık 1948'de Bediüzzaman Said Nursi hakkında 20 ay ağır hapis cezası kararı verilmiş, ancak karar temyiz edilmiş ve Bediüzzaman lehine bozulmuştur. Ancak Yargıtay'ın bu kararına rağmen Afyon Ağır Ceza Mahkemesi yargılamayı uzatarak 20 aylık sürenin cezaevinde geçmesini sağlamıştır. Hak etmediği cezanın süresini tutukluluk haliyle dolduran Said Nursi, Eylül 1949'da serbest bırakılmıştır. Fakat Ankara'dan gelen bir emirle bu sefer de Afyon'da mecburi iskana tabi tutulmuş ve Emirdağ'a ancak Aralık ayında dönebilmiştir.
Bediüzzaman'a 1951'de Emirdağ'da, bundan hemen bir yıl sonra da İstanbul'da, Gençlik Rehberi adlı kitabı nedeniyle birer dava daha açılmıştır. İstanbul'da yapılan duruşmada mahkeme lehte karar vererek davayı sonuca bağlamıştır.
Sözde evine uygunsuz hanımların girip çıktığı, rakı içtiği, dini kendi çıkarları için kullandığı, yanındaki insanlardan menfaat sağladığı, akıl sağlığı yerinde olmadığı gibi onlarca akıl almaz iftiraya maruz kalan Üstad Hazretleri, atılan her iftiradan ve yapılan tüm suçlamalardan aklanmıştır.
Ocak 1960'ta Ankara'ya girmesi polis tarafından engellenen Bediüzzaman buradan Isparta'ya gitmiştir. Bu dönemde ağır hasta olan 83 yaşındaki Said Nursi Hazretleri, daha sonra talebeleriyle birlikte Urfa'ya gitmiştir. Burada, yürüyemeyecek kadar rahatsız olan Bediüzzaman Said Nursi'nin yerleştiği otele gelen polisler, İçişleri Bakanının emriyle Bediüzzaman'ı Isparta'ya geri götürmeye çalışmışlardır. Said Nursi Hazretleri bu baskılar sürerken vefat etmiştir.
Ömrünün yaklaşık 30 yılını hapis ve sürgünde geçiren Bediüzzaman, bu zor şartlar altında tüm ömrünü İttihadı İslam'ı savunarak geçirmiştir. Bediüzzaman Hazretleri'nin ve kendisine sadakatle bağlı Nur talebelerinin büyük fedakarlıklar ve çilelerle yaptıkları çalışmalar neticesinde, Allah'ın izniyle Risale-i Nur'un temsil ettiği sevgi dolu İslam ahlakı Anadolu'da kökleşmiştir. Ve Bediüzzaman'ın ifadesiyle, "kimsenin onu Anadolu'nun bağrından söküp atması" mümkün değildir.
“Korkmayınız! Ben küfrün belini kırdım. Daha o, bu memlekette hükümferma olamaz!” diyen Üstad Hazretleri, bir asra yakın ömrünü baskı, zulüm, tehdit altında sürgünlerde ve hapislerde geçirmiştir. Bu güç şartlara rağmen inancından, azminden ve kararlılığından asla ödün vermemiş ve hapishaneyi bir medrese olarak gördüğünü Denizli hapishanesinde yazdığı Meyve Risalesi'nde şöyle ifade etmiştir.
"...Eskiden beri az bir ihaneti ve tahakkümü kaldıramadığım halde; sizi yeminle temin ederim ki ahirete imanın nuru ve kuvveti bana öyle bir sabır ve tahammül ve teselli ve metanet, belki mücahidane, karlı bir imtihan dersinde daha büyük bir mükafatı kazanmak için bir şevk verdi ki, ben bu risalenin başında dediğim gibi, kendimi Medrese-i Yusufiye ünvanına layık bir güzel ve hayırlı medresede biliyorum." ( Risale-i Nur Külliyatı, Onbirinci Şua, Meyve Risalesi, s. 226)
Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 26)