Savaş İhtirası Herkesi Yakar
20. Yüzyıl kolayca engellenebilecek sebeplerle başlayan iki büyük dünya savaşına sahne olmuştu. Bunlardan 1. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi Ferdinand’ın Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi oldu. 28 Temmuz 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a savaş açmasının ardından sadece 7 gün içinde Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya, Avusturya-Macaristan’la birlikte koloni ve müttefikleri topyekûn bir savaşın içine düştüler.
3 ay içinde de Osmanlı Devletinin dahil olmasıyla üç kıtaya yayılan bir dünya savaşı başladı. Savaş ateşi 4 sene boyunca sönmedi. 1918 yılında barış geldiğinde ise toplam insan kaybı 15 milyon olmuştu.
2. Dünya Savaşı da 1 Eylül 1939’da Almanya ve Sovyetler Birliği’nin Polonya’yı işgali ile başladı. İngiltere ve Fransa’nın savaşa girmesi sadece 3 gün sürdü. İngiltere kendisi ile birlikte Kanada’dan Avustralya’ya İngiliz Milletler Topluluğu’nun üyelerini savaşa sürükledi. 6 ay içinde önce İtalya ardından da Japonya savaşın tarafı oldu. 6 yıl içinde 85 milyon hayata mal olacak bu savaş, birkaç ay içinde önce Avrupa’yı ardından da dünyayı yangın yerine çevirdi.
Bugün tarihçiler bu savaşları değerlendirirken birçok nedenden bahsederler. Ülkelerin sonu gelmez rekabetleri, emperyalizm ve sömürgecilik açgözlülüğü, liderlerin kişisel hırsları, şişmiş egolar, komutanların savaş merakı arkalarında milyonlarca ceset bırakan bir cinnet ortamına dönüşmüştü. Bu sebeplerin belki de en önemlisi yüzyılın başında dünyaya hakim olan savaş ihtirası idi. Diplomatik yollarla kolayca çözülebilecek sorunlar savaş meydanlarına taşındı. Barış ve diplomasi yerini savaş çığırtkanlığına bırakmıştı.
Aslında 2. Dünya Savaşı’nın akıl almaz tahribatı tüm dünyada bir uyanışa da vesile oldu. Bütün bu yıkımlarla birlikte, dünya çok acı bir dersle de olsa en kötü barışın, en iyi savaştan iyi olduğunu gördü. Liderler savaşları bir daha geri getirmemek için önemli adımlar attılar.
1979’dan sonra ise savaş heyecanı aniden geri geldi. Balkanlardan Kafkaslara, Orta Asya’dan Kuzey Afrika’ya kadar tüm dünya, sonu gelmez bir savaş ortamının içine düştü. Sadece Orta Doğu’da 10 yılda 5 milyondan fazla Müslüman can verdi.
Bugün adı henüz konulmamış olsa da 2. Dünya Savaşı yılları kadar kanlı bir dönem yaşanmakta. Ufak bir kıvılcım her an yeni bir dünya savaşını tetikleyebilir. Ukrayna krizi, Suriye iç savaşı, Sünni-Şii ayrılıkları nedeniyle bazı ülkeler patlamaya hazır bombalar gibiler.
Ancak bu durumun hemen değişmesi gerekiyor. Savaşların hiçbir zaman kazananı olmamıştır ve olmayacaktır da: Örneğin Saddam’ın savaş politikaları Irak’ı yıllarca işgal altında tutmuş, en sonunda üçe bölünmesine sebep olmuştur. Kaddafi ve Esad hem kendilerini hem de ülkelerini yıkıma götürmüştür.
Suriye’de, Libya’da, Irak’ta, Yemen’de yaşam sona ermek üzeredir. Güney Afrika’da da durum farklı değildir ve halk sefalet içindedir. Jamaika, Zimbabwe, Sudan, Kolombiya, Tayland gidilmemesi gereken, “dünyanın en tehlikeli ülkeleri” ilan edilmiştir.
Dünyanın artık savaşları kaldırabilecek gücü kalmamıştır. Savaş yerine barışı tercih etmek aklın ve vicdanın gereğidir. Savaş çığırtkanları hemen bundan vazgeçmeli ve milyonlarca ölümün sorumlusu olmaktan Allah’a sığınmalıdırlar.
Dünya barışı için Batı alemine ve Müslüman ülkelere önemli görevler düşmektedir. Batı, çıkarları ile çatışan her duruma işgal ile, bombardıman ile, asker ile, gizli hapishane ile, işkence ile karşılık vermekten vazgeçmelidir. Bazı Müslüman ülkeler de kendilerinden olmayanı “düşman” görmekten vazgeçmeli, İslam dünyasındaki ayrılıkları da bir an önce sonlandırmalıdırlar. Akan kan Arabın, Kürdün, Şii’nin, Sünni’nin, Hristiyan’ın, Amerikalının, Suriyelinin değil tüm insanlığındır. Dünyadaki istisnasız herkesin birinci önceliği de bu kanı engellemek olmalıdır.