Münafıklar da, tüm yaratılmışlar gibi Allah'ın kontrolünde olan aciz varlıklardır. Allah dilese, ‘münafık’ diye bir varlık yaratmaz ve Müslümanlar içerisinde böyle bir fitne unsuru da olmazdı. Ama sonsuz aklın sahibi olan Allah, pek çok hayır ve hikmetle münafıkları yaratmış ve onlara ‘şeytani bir zeka’ da vermiştir. Münafıkların bu şeytani zekaları, ‘Müslümanların Kurani aklı’ karşısında her zaman için yenilmeye mahkumdur. Bu münafık zekası, onlara ancak küçük ve sinsi oyunlar oynamada ya da küfre kendilerini beğendirecek vasıflar kazanmada yardımcı olur. İşte münafığın sahip olduğu bu zekayı kullandığı alanlardan biri de ‘küfrün gözüne girebileceği şekilde kendisini kültürlü gibi göstermesi ve yetiştirmesi’dir.
Bir insan bilgi birikimi olması önemli bir vasıftır. Ancak mümin için bu, sahip olduğu diğer tüm nimetler gibi, Allah’ın lütfuyladır ve Allah yolunda kullanması için kendisine verilmiştir. Küfürde ise bir insanın ‘tahsili, kariyeri, makamı, genel kültürü, bilgisi, bildiği yabancı diller, okuduğu kitaplar, bilgi sahibi olduğu fikir akımları, gezdiği gördüğü yerler’ gibi konular birer ukalalık ve kibir meselesidir. Küfre kendisini beğendirebilme arzusu içindeki münafık da, küfrün bu kriterlerinin hiçbirini gözden kaçırmamaya çalışır. Müslümanlar arasında elde ettiği imkanlarla, kendini bu yönlerde olabildiğince yetiştirmeye ve ‘küfrün ideal insan modeline’ uygun hale getirmeye çalışır. Böylece küfürden takdir toplayabilecek, onlar arasında yer edinebilecektir.
İnkar edenler arasında işine yarayacağını ve onlar arasında kendisine itibar kazandıracağını düşündüğü her türlü bilgiyi, genel kültürü öğrenmeye çalışır. Hayatı boyunca belki de hiçbir zaman işine yaramayacak bilgilerle dolu kitapları ardı ardınca okur. Müslümanların imkanlarından da istifade ederek, hem internet üzerinden, hem televizyondan hem kitaplardan sürekli olarak bilgisini artırmaya ve kendini geliştirmeye çalışır.
Elbette bir insanın genel kültürünü artırması, hemen her konuda bilgi sahibi olması güzel bir şeydir. Müslümanlar da genel kültürleriyle özellikle dikkat çeken insanlardır. Ama onlar öğrendikleri tüm bilgi ve birikimi insanlığın hayrı için; iyi, güzel ve doğru olan bilgilerin gün yüzüne çıkması için kullanırlar. Münafık ise tüm bunları İslam’ın hayrına kullanmak için değil, sadece ‘küfre hava atabilmek, onların gözünde iyi bir puan alabilmek’ için öğrenir. Zaten öğrendikleri de genelde “Sümerlerde keçiler ne yerdi?” “Afrika antilopları hangi otu yerse zehirlenir?” “Kızılderililer hangi çayı içerdi?” gibi hiçbir işe yaramayacak, ama sadece bilgisiyle züppelik ve sükse yapmak için kullanacağı detaylardır. Örneğin, “Gelin size Brezilya’daki koyun sayısını anlatayım” der. Amacı kendisini dinleyen insanları şaşırtmak ve kendisi için “Ne ilim varmış bunda!” dedirtebilmektir. Gerçekten de bunları duyduklarında, küfürden onu dinleyen insanların ya da imanı zayıf olanların, tüm bilginin gerçek sahibin Allah olduğunu bilmeyenlerin, bir anda adeta nefesleri kesilir.
Müslümanlar hayatlarının her anını insanlık için faydalı bir şey yapmaya ayırırken, bir yandan da genel kültürlerini de artırırlar. Ama münafık gün içinde tek bir faydalı çalışma yapmaz. Ne insanlığın kurtuluşu, ne İ slam ahlakının dünyaya yayılması, ne dünyadaki zulmün durdurulması onu ilgilendirmez. O tüm gününü küfrü kendine hayran bırakabilmek için kitaplar okumaya ve bilgi edinmeye ayırır. Ama Kuran ayetlerinde anlatılanları anlatmakla ve uygulamakla ilgilenmez.
Dahası münafık bir parça bir şey öğrendiğinde, birkaç kitap okuduğunda tüm benliği ‘enaniyetle’ kaplanır, kendisini herkesten üstün görmeye başlar. Hatta ‘kendini bir nevi alim ya da müceddit sanır’ hale gelir.
Oysa ki bir insan ne kadar bilgi yüklenirse yüklensin, ruhunda ve kalbinde boşluk varsa, edindiği bilgileri kullanabilecek Kurani bir akla sahip değilse, bu çabası ona hiçbir fayda getirmeyecektir. İnsanı değerli kılan, kalbindeki güzellikler, ruhundaki değerlerdir. İnsan edindiği tüm bilgiyi beynine yükler, ama kalbinde ‘marifet ilmi’ olmadıktan sonra, bunun bir değeri olmaz.
Nitekim münafık tüm bu genel kültür kitapları gibi, Kuran ayetlerini de ezbere bilebilir. Tarihte ‘Kuran’ı, Tevrat’ı ve İncil’i ezberlemiş’ bir çok alim ya da bilgin görünen münafık da vardı. Dillerinde bilgi vardı ama kalplerinde ‘marifet ilmi’ yoktur. ‘Mârifetullah ilmi’; kitap satırlarında yazılı olmayan, ancak Allah'a yakın olan insanların kalplerinde bulanan bir ilimdir. Bilgiyi gerçek anlamda kavrayıp kullanabilecek olanlar da ancak bu ilme vakıf olan Müslümanlardır.
Allah Kuran'da, ‘bilgi yüklendikleri halde kalpleri bomboş olan’ münafıkları ‘kitap yüklü eşeklere’ benzetmiştir:
Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez. (Cuma Suresi, 5)
Peygamberimiz (sav) de “Ümmetimdeki münafıkların çoğunu okuyanlar teşkil eder.” (Râmûz El-Ehâdis, No: 1104) hadisiyle, münafıkların çoğunun bilgili ve kültürlü kimseler olduklarını haber vermiştir. Ancak burada tekrar vurgulamak gerekir ki, okumak ve bilgili olmak aynı zamanda güzel bir Müslüman vasfıdır. Ancak münafıkların sahip oldukları bilgi onların hayrına değil şerrine hizmet eden bir bilgidir. Tarih boyunca yaşamış olan her münafık belki yüzlerce kitap okumuş, yüzlerce konu öğrenmiştir. Ama bu bilgi, onlara hayırdan yana hiçbir fayda sağlamamıştır. Kalplerinde iman olmadığı için, sahip oldukları bilgi onları sadece ‘kitap yüklü eşekler’ konumuna getirmiş, imansızlıklarıyla dünyada da ahirette de kendilerini felakete sürüklemişlerdir.