Münafık etrafındaki Müslümanların pozitif, yapıcı, anlayışlı karakterlerini, insanlara güzel iletişim kurabilen olgunluklarını ve yüzlerindeki iç açıcı ifadeyi görebilen insanlardır. Kendilerine baktıklarında ise, bunların yerine, huysuz, geçimsiz, gerilimli, ters, züppe, kavgacı, küstah, nezaketten, güler yüzden, gönül alıcı güzel sözlerden uzak bir insan modeli görürler. Bu ikisi arasındaki farkı ve ‘kendilerinin de ne kadar itici olduklarını’ kolaylıkla anlayabilirler. İstenmeyen ve sevilmeyen bir insan konumunda olduklarının farkındadırlar. Ancak bu durum, münafığın daha da büyük bir gerilime düşmesine ve moralinin çok bozulmasına neden olur. İticiliğini düşündükçe daha da huysuzlaşır ve daha da aksileşir. Ancak diğer yandan da amacı sevgi olmadığı için bunları umursamamaya çalışır. Kendi aklınca küfrün yanında olsa, bunun hiç sorun olmayacağını; orada tüm insanlar kendisi gibi olacağı için, böyle bir moral bozukluğu yaşamayacağına inandırır kendini.
Ama Müslümanlar arasında olduğu her an, bu zıtlık çok ciddi şekilde göze çarpmaktadır. Ve Müslümanlar da bu farkı açıkça görebilmektedir. Müslümanlar güzel ahlaklı, iyi niyetli, vicdanlı ve insanlara hüsn-ü zan yani iyi tarafından bakarak yaklaşan kimseler oldukları için, bu gerçeğin farkında olsalar da, yine de münafık karakterli bu insanlara güzel davranmaya çalışırlar. Güzel sözde, nezih tavırlarda, gönül alıcılıkta, iltifatta, koruyup kollamada hiçbir eksiklik göstermezler. Ama münafık, gördüğü tüm bu ihtimama rağmen kendisine karşı Müslümanların müthiş dikkatli ve tetikte olduklarını bilir. Dolayısıyla da ona karşı sevgi duymadıklarını, aksine buğz ettiklerini tüm açıklığıyla hisseder.
Dolayısıyla da ‘hem çok itici olduğunu hem de hiç sevilmediğini bilmek’, münafığın sevgisiz ve karanlık ruhunda daha da büyük bir öfke, kin ve nefret oluşturur. Müslümanlardan intikam alma, onlara zarar verme, yorma, sıkma, huzursuz etme ve sebepsiz yere hırçınlaşma isteği giderek daha da artar. Ve onların yanındayken de terslik yapma, pis bakışlarla bakma, küstah ve züppe cevaplar verme, insaniyete nezakete merhamete tam tersine kötülükle karşılık verme gibi ahlaksızları giderek daha da yoğunlaşır. Üzerindeki şeytani elektrik, bulunduğu her ortamda müthiş rahatsız edici bir gerilim oluşturur. Dolayısıyla münafığın girdiği yere, sanki adeta İblis gelmiş gibi olur.
Bir Müslümanın bir münafığı sevebilmesi mümkün değildir ancak Allah için, belki bir gün yaptığı ahlaksızlıklardan vazgeçmesi ümidiyle, yine de münafığa karşı sabırlı olur, şefkatle ve merhametle yaklaşır. Ancak gördüğü bu üstün ahlak da, münafıkta olumlu bir etki uyandırmaz. Kendinden başka kimseyi sevmediği için, Müslümanlara karşı yaptığı hainliklerine, alçaklıklarına ve kahpece eylemlerine devam eder.
Münafıkların kendilerini ele veren alametleri vardır: “Selamları lanettir. Yemekleri gasp ve yağmadır. Ganimetleri hile ile kazançtır. Mescitlere aralıklı yaklaşırlar. Camide kılınan namazın sonuna ancak yetişebilirler. Kibirlidirler. Ne sevilirler ne de severler. Gece odun gibi sessiz, gündüz gürültücüdürler.” (İmam Ahmed ve Bezzar/Cem’ul Fevaid, H. No: 8110)
““Ne sevilirler ne de severler”. Bak, ne sevme var bunlarda ne de sevilme. Ama seviyor gibi gösterir, sevmeye meraklıymış gibi gösterir ama sevmeyi bilmez. Sevmeyi ancak pislik yapmak için kullanır. "Ben seviyorum bana niye şu yapılmıyor? Ben seviyorum bu niye yapılmıyor? Şunu seviyorsun beni niye sevmiyorsun?” O ahlaksızlığı uygulamak için sevmeyi kullanır...”
“... Münafıklar kimsenin sevmediği insanlar oluyorlar. Ama onlarda kimseyi sevmiyor; ama seviyor gibi görünürler. Kendince etrafı seviyor, ilgili alakalı. Ama gerçekte münafık kendinden başka kimseyi sevmez nefret doludur. Sevmediği halde, seviyor taklidi yapar münafık. O yüzden de müminler doğal olarak onu sevemezler öyle tipleri. Herkesin nefret ettiği tiplerdir münafıklar. İşte sevilmediğini bildiği için, onun rahatlığıyla daha da pislik yapar münafık...” (Adnan Oktar, A9 TV, 23-24 Ocak 2016) |