Düşündüren Gerçekler 03 / Allah'ın beğenmediği bir ahlak: Üzüntü

22157

Allah’ın Beğenmediği Bir Ahlak: Üzüntü

Merhaba, Yeni bir “Düşündüren Gerçekler” programında yine birlikteyiz. Üzerinde konuşmak istediğiniz, gün içinde sizi de düşündüren ve hayatımıza daha fazla güzellik katabileceğine inandığınız konular olursa dusundurengercekler@a9.com.tr mail adresimize gönderirseniz, bu konuları da birlikte konuşma imkanı bulabiliriz.

Bugün dünyada küçük büyük demeden, istisnasız her insanın çok iyi bildiği ve hatta bir çok insanın hayatının büyük bölümüne hakim olan bir duygudan; “üzüntüden” bahsedelim istiyorum.

Hepimiz çevremizde hemen her zorluk ya da sıkıntıda üzüntüye kapılan, hatta bu duyguyu hayatın bir gerçeği olarak gören ve yaşamın sanki mecburi bir parçası gibi, üzüntü içinde yaşayan insanlara sık sık rastlarız. Hayatlarını üzüntü ve mutsuzluk içerisinde geçiren bu insanların en büyük hataları bu durumu kabullenmiş olmaları ve bu hayat şeklinden kurtulamayacaklarını sanmalarıdır. Oysa ki üzüntü hayatın vazgeçilemez bir gerçeği ya da mecburen yaşanması gereken bir parçası değildir. Aksine üzülmeden, her türlü keder, üzüntü ve mutsuzluklardan uzak bir hayat yaşamak mümkündür. Bu farkında olsalar da olmasalar da aslında tamamen kişilerin kendi tercihleridir. Üzüntüyü hayatında istemeyen, güzel bir yaşam sürmek isteyen bir insan için ise, bu olumsuz duyguyu yenmek ve hayatı her an huzur ve mutluluk içinde yaşamak çok kolaydır.

Peki o zaman bunu nasıl yapabiliriz?

Çünkü gerçekten üzülmek her insanın nefsinde var olan ve kişiyi çok güçlü bir telkinle etkisi altına almaya çalışan bir duygudur. Ama aynı zamanda da, üzüntü Allah'ın Kuran ayetlerinde sakınılması gerektiğini bildirdiği bir tavır bozukluğudur.

Şeytandan Allah’a sığınırım. Allah, Al-i imran Suresi’nin 139. ayetinde “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” diye bildirmiştir. Hicr Suresi 88. ayette ise “Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü’minler için de (şefkat) kanatlarını ger.” şeklinde buyurmuştur.

Bu ayetler ile Allah bize “üzülmeyin, hüzne kapılmayın” diye emreder.  Ve eğer Allah bize bir şeyden sakınmamızı bildiriyorsa, çok açıktır ki o zaman bizim onu yenecek gücümüz de var demektir.

Bu konuda unutmamamız gereken çok önemli bir başka gerçek de şudur: İnsan ortada üzülmeye değer bir şey olduğunu sandığı için üzülür. Ama eğer tüm bu yaşadıklarının aslında kendisi için hayır, hikmet, güzellik saklı olaylar olduğunu anlarsa, o zaman üzülecek bir şey olmadığını görecek ve bu hastalıktan da kurtulmuş olacaktır.

Allah'a iman eden, Allah'ın sonsuz güzel ahlakını, sonsuz gücünü bilen bir insan için, aslında dünyada meydana gelen hiçbir olayda üzülecek hiçbir şey yoktur. Allah, o kişinin kaderinde her ne yaratırsa yaratsın, bu, aslında o kişi için olabilecek en değerli, en hikmetli, en güzel ve en hayırlı olandır.

Ve öncelikle şunu da asla unutmamamız gerekir ki, Allah sonsuz adaletlidir. Kullarını çok sevendir. Mümin kulları için her şeyi ‘hayır’ olarak yaratandır. Allah acıyı, sıkıntıyı, zorluğu da yaratır; ancak tüm bunları, inanan kullarının çok daha güzel ahlaklı olabilmelerine ve ahirette çok daha güzel bir karşılık alabilmelerine vesile olması için yaratır.

Dolayısıyla inançlı bir insan, yokluk içinde de olsa, acı de çekse, hasta da olsa, yalnız da kalsa, kendince her şeyden mahrum ve mağdur durumda kalsa da, , bu olayların hiçbirini bir üzüntü vesilesi olarak görmez. Elbette ki tüm bu şartların; yaşanan sıkıntı ve acıların zorlukları vardır. İnsan maddi manevi pek çok açıdan gerçekten çok zorlandığı durumlarla karşılaşabilir.

Ama makbul olan, bu şartlarda dahi, insanın, Allah'ın sevgisinden emin olması, Allah'ın rahmetini ummanın huzurunu, sevincini yaşamasıdır. Sıkıntılardan dolayı ümitsizliğe kapılmaması, acı ve zorlukları ‘dünya hayatının ‘üzülünmesi gereken durumları’ olarak görmemesi’dir.

Peki insan üzülmeyi ve üzüldüğü olaylara nasıl tepkiler vermesi gerektiğini nerden öğrenir? İşte bu sorunun cevabı da bizim için üzüntüyü yenmede yol gösterici olacaktır.

İnsanlara çok küçük yaşlarından itibaren öğretilen bazı inançlar vardır. Bunlar genellikle toplumda hakim olan anlayışın birer parçasıdır. Bir insanın nelerden korkması, nelere sevinmesi, nelere küsmesi, nelere üzülmesi gerektiği gibi tüm bilgiler, bu yaşlarda insanlara aşılanır. İnsanların, hoşlarına gitmeyen bir durumla karşılaştıklarında hemen üzülmeye meyletmelerinin bir sebebi de, işte kendilerine yıllar boyu verilmiş olan bu telkinlerdir.

İnsan nefsinde zaten kişiyi hüsrana, ümitsizliğe, üzüntüye, çözümsüz ve çaresiz olduğuna inandırmaya karşı bir eğilim vardır. Buna bir de toplumdan alınan telkinler eklendiğinde, -iradesini, aklını, vicdanını kullanmayan pek çok insan- kendini kolaylıkla üzüntüye bırakır. Üzüntünün içine tam girdiğinde ise, genellikle bu kişiyi, dışarıdan bir müdahaleyle aklı başında, tutarlı, dengeli bir çizgiye çekebilmek çok zor hale gelir.

İşte bu durumdaki insanlar genellikle üzüntüyü bir hayat şekli olarak benimserler. Allah'ın gücünü, adaletini, merhametini, sevgisini, dualara karşılık veren ve her şeyi hayırla yaratan olduğunu düşünmek istemezler. Bunun yerine sürekli olarak ne kadar mağdur olduklarının delillerini düşünüp düşünüp kendilerini daha da üzecek bir ruh haline sürüklemeyi tercih ederler.

İnsan gerçekten yaşadığı bir olay nedeniyle manen ya da fiziksel açıdan çok acı çekebilir. Ve bunu dışardan bakan insanlar tam olarak anlayamayabilirler. Bu durumun kişiye verdiği fiziksel ya da ruhsal rahatsızlığın boyutlarını tahmin bile edemeyebilirler.

Ama yine de, her ne olursa olsun, üzülmek hiçbir konu için çözüm değildir. Üzülmek, her şeyden önce Allah'ın Kuran’da hüküm olarak haram kıldığını bildirdiği bir davranıştır. Müslümanın yalnızca bu bilgiyi bilmesi bile, derhal bu tavırdan uzaklaşıp sakınması ev kendini toparlaması için yeterlidir.

Bunun yanında bir insanın üzüntünün yersizliğini ve hayatına hiçbir fayda getirmeyecek ve büyük tahribatlara neden olacak bir durum olduğunu anlayabilmesi için kendi kendine şu soruları da mutlaka sorması gerekir:

- Üzülmek, benim içinde bulunduğum durumu değiştirmeye herhangi bir katkı sağlıyor mu?

- Üzülünce, konular çözüme kavuşuyor mu?

- Üzüntü bana herhangi bir yönden herhangi bir fayda sağlıyor mu?

- Üzüntüm, hayatımı olumlu yönde etkiliyor mu?

Bu soruların hiçbirinin cevabında üzüntüyü makul gösterebilecek tek bir delil dahi yoktur. Üzüntünün insana herhangi bir açıdan ve çok küçük dahi olsa, getirdiği hiçbir fayda yoktur. Üzülmesi, kişinin içerisinde bulunduğu şartların değişmesine hiçbir etki etmeyen bir tavırdır. Üzüldüğünde, insanın sıkıntılarından da kurtulması söz konusu değildir. Üzüntünün, kendisini rahatlatan, konfor ve katkı sağlayan herhangi bir yönü de yoktur. Ve üzüntü, hiçbir zaman için bir insanın hayatını olumlu yönde de etkilemez.

 

Peki üzüntü insana neler yapar?

- Üzüntü insanı, fiziksel olarak da, manen de sadece tahrip eder.

- İnsanın aklını kapatır. Doğru düşünmesini, olaylara gerçekçi yaklaşmasını, çözüm yollarını görebilmesini tamamen engeller.

- Kişinin bütün gücünü çekip alır. Böyle bir insan, fiziksel olarak da, manevi olarak da çok zayıf düşer. Mücadele edecek, çaba harcayacak gücü neredeyse hiç kalmaz.

- Üzüntü, insanı hızla yaşlandırır.

- İnsanı hasta eder. Böyle bir kimse, ardı ardınca sürekli olarak yepyeni hastalıklarla karşılaşır. Vücut direncini kaybeder, bünyesi her türlü rahatsızlığa çok daha açık hale gelir.

- Mutsuzdur. Ve daimi olarak mutsuzdur. Güzellikler, iyilikler hiçbir şey onu mutlu etmeye yetmez.

- Çevresindeki nimetleri göremez.

- Daha da vahim olan ise zamanla kendisini derinden tahrip eden bu üzüntüyü sevmeye başlar. Sürekli olarak acılarını, sıkıntılarını düşünüp daha da çok üzülmek ister.

- Üzüntüden kurtulma, üzüntüyle mücadele etme azmini kaybeder. Her fırsatta kendini üzüntüye bırakmayı bir hayat şekli haline getirir.

- Yalnızlığı sevmeye başlar. Yalnız kalıp, üzüntülerini düşünmek, kafasında kurduğu senaryolara hüzünlenmek, geleceğe yönelik ümitsizlik dolu hezeyanlara kapılmak, ağlamak, ona çevresindeki pek çok nimetten daha çekici gelir.

- Yaşama sevincini ve yaşama azmini kaybeder.

 

İşte tüm bu saydıklarımız, üzüntünün insana hiçbir fayda sağlamadığını ve tam aksine hem fiziksel hem de manevi açıdan insanda büyük tahribatlara yol açtığını açıkça ortaya koyar.

Ayrıca üzüntü çok büyük bir vakit kaybıdır. Faydalı hiçbir yönü yoktur. İnsanı tahrip eden bir sistemdir. Dolayısıyla insanın kendisini üzüntüye bırakması çok büyük bir akılsızlıktır.

Aynı zamanda aslında kişinin kendi amacına da tam olarak zıttır. Her insanın hedefi, yaşadığı sıkıntılardan kurtulabilmektir. Üzüntü ise, kurtarmak bir yana dursun, insanı yepyeni sıkıntılar içine sokan bir başka sıkıntı, bir başka azap ve acı şeklidir.

İşte bu nedenle her insanın, üzüntü konusundaki bu önemli gerçeği görebilmesi son derece önemlidir. Aklını kullanan bir insanın, kendisine hiçbir faydası olmayan, sadece tahribat yapan, zarar veren, sıkıntıya sokan bir sistemi güzel görüp kabul etmesi mümkün değildir. Gelenekler, eski alışkanlıklar, toplumdaki genel tepkiler üzülmeyi her ne kadar makul gösterirse göstersin, aklı olan bir insan bu telkinlerin etkisinden çıkmasını bilmelidir.

Örneğin bir insana vücudunu tamamen zehirleyecek bir madde verilse, ‘Al bunu iç’ dense, ‘Niye içeyim, bu çok tehlikeli olur, içmem’ der. Ve bu maddeden kesin olarak uzak durur. Aksini yapmanın büyük bir akılsızlık olacağını çok net bir şekilde görür.

İşte üzüntünün de aslında bundan bir farkı yoktur. Nasıl ki insan zehirli bir maddenin vücuduna, aklına, hayatına vereceği zararı görüp bundan sakınıyorsa, aynı şekilde üzüntünün de etkilerini görüp, bundan zehirden sakınır gibi sakınmalıdır.

Allah, üzüntünün tahribatını insanlara özel olarak gösterir ki insanlar bundan vazgeçsinler. Böylece her insan, bir başkasının kendisine anlatmasına gerek kalmadan, kendi hayatında üzüntünün zararlı etkilerini açıkça tecrübe ederek görür. İşte bu da Allah'ın bizlere olan rahmetinin bir tecellisidir.

Allah, üzüntüyü haram kıldığını hem Kuran ayetleriyle bize bildirir. Hem de üzüntünün nasıl bir tahribat yaptığını bizzat kendi üzerimizde görmemizi sağlayarak, aklımızla ve vicdanımızla da bu tavır bozukluğunu fark edip sakınmamız için bize bir yol gösterir.

Ayrıca şunu da hiç unutmamak gerekir ki, dünyada insanın neşeleneceği, sevinç duyacağı, mutlu olacağı o kadar çok şey vardır ki, bunları görmezden gelebilmek de inanan bir insan için mümkün değildir.

Hepsinden öte, Kullarını çok seven, onların tüm dualarına karşılık veren, sonsuz merhamet sahibi, sonsuz adaletli, sonsuz akıllı, sonsuz yaratma gücüne sahip ve sonsuz kudretli bir Rabbimiz olduğunu bilmek ve Allah'a bu bilgiyle gönülden iman etmek, dünyadaki en büyük nimetlerden biridir.

Allah bizim için saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok nimet yaratmıştır. Ve Allah güzel huylu olan, samimi olan kullarını, Kendi rızasıyla, sonsuz cennet hayatıyla ve sonsuz nimetleriyle müjdelemiştir.

İnsan dünyanın en zor şartları altında bile olsa –ki bu zorluklar da Allah'ın rahmetinin birer tecellisi ve hayırla yaratılan imtihan vesileleridir-, ahretteki bu sonsuz nimetlerin sevinci de, insanın üzülmemesi, mutlu olması ve ümitvar olması için yeterlidir. 

Elbette dünya hayatının bir imtihan yeri olması sebebiyle insan her an üzüntü duyabileceği şartlarla karşı karşıya kalabilir. Ancak tüm bunlara Allah’a güvenerek, hayır gözüyle bakarak, Allah’tan gelen her şeyde güzellik arayarak tevekkülle bakılırsa, Allah o insanın üzerinden bu üzüntü hissini alır, onun yerine kalbine huzur, sevinç ve inşirah verir. Unutmayalım ki, kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur. Üzüntüden kurtulmanın işte tek yolu da zorluklar sıkıntılar karşısında Allah’ı vekil edinip, Allah’ın mutlaka hayır ve güzellik yarattığını bilmektir.

Bugün de yine sohbetimizin sonuna geldik. Düşündüren bir başka gerçek ile hayatımıza güzellik katacak gerçekleri konuşmaya devam edeceğiz. Şimdilik hoşçakalın.


A9TV Televizyonu Adnan Oktar Harun Yahya Sohbetler Belgeseller A9 TV Yeni Frekansımız: Türksat 3A Uydusu FREKANS: 12524 Dikey Batı Sembol Oranı: 22500

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER