Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1915 olaylarının bu yıl düzenlenen anma töreninde, Türkiye Ermeni Patriği Aram Ateşyan tarafından okunan bildirisinde, “Ortak tarihleri ve benzer gelenekleri olan iki komşu halkı, nefret ve düşmanlık söylemleriyle birbirinden uzaklaştırmak isteyenlere ve tarihi siyasileştirenlere karşı dostluk ve barış hedefiyle çalışmaktan vazgeçmeyeceğiz” dedi.
Bu yıl İstanbul Meryem Ana Kilisesi'nde yapılan anma töreninde, TBMM’nin Ermeni milletvekilleri Garo Paylan, Selina Doğan ve Markar Esayan da hazır bulundu.
1. Dünya Savaşı’na kirli oyunlar ve yoz yöntemler damgasını vurmuştu; ülkelerin istedikleri gibi hareket ettikleri, istedikleri toprakları zorla ve gayrimeşru yöntemlerle işgal ettikleri ve yağmaladığı uğursuz bir dönemdi.
Bir zamanlar dünyanın en güçlü devleti olan Osmanlı İmparatorluğu, gerileme dönemi içinde olduğu 1. Dünya Savaşı sırasında bu tür pek çok ülkeyle mücadele etmek zorunda kaldı.
Sadece katılan devletler değil, tüm dünya bu çığır açan savaştan etkilendi ve zarar gördü. I. Dünya Savaşı'nın etkileri tüm dünyada hala hissedilmektedir.
1. Dünya Savaşı, Türkler ve Ermeniler arasında geçen bir savaş değildi. Türkler ve Ermeniler 850 yıldan fazla bir süredir kardeşlik içinde yaşıyorlardı, ancak bir dizi trajik olaydan sonra bu uzun süreli ilişkileri duraksamaya girmişti.
1071'de Malazgirt zaferinden sonra Ermeniler Bizans baskısından kaçıp Anadolu'ya geldiğinde, Osmanlılar onları memnuniyetle kabul etmiş ve Osmanlı vatandaşları olarak özgürce yaşamaları için onlara her türlü imkanı sağlamışlardı. Onlara eşit şekilde muamele etmişlerdi.
Bu, Avrupa’nın dini hoşgörüye yabancı olduğu bir dönemde, başka inançtan bir topluluğa kucak açan Osmanlı’nın merhametini dünyaya gösteren önemli bir andı.
Ermeniler saygın, akıllı ve sadık bir ulustur. Sanatçılar, terziler, doktorlar ve politikacılarla Osmanlı toplumunun her zaman değerli bir unsuru olmuşlardır. Ermeniler, imparatorluğa sadakatları nedeniyle "Millet-i Sadıka (Sadık Millet)" adı verilen dürüst ve güvenilir insanlar olarak görülüyordu.
Gerçek şu ki Ermeniler ve Türkler benzer bir kültüre sahiptirler; bazı Ermeniler Ermenice'den daha iyi Türkçe konuşmaktadırlar. İki topluluk arasındaki bu güçlü bağ ilk kez 1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında bozuldu.
O zamana kadar, Ermeniler devletin çok yüksek resmi görevlerine getiriliyordu. Bu, özel bir ayrıcalığı ifade etmezdi çünkü Ermeniler azınlık değil, Osmanlı'yı oluşturan topluluklardan biriydi.
Bu uzun süreli ilişkinin, bütün o yıllar boyunca bir aile gibi uyum içinde yaşadıktan sonra neden böyle çalkantılı bir döneme girdiğini hepimiz merak ediyoruz. Osmanlılar, 1914'te başlayan I. Dünya Savaşı'nda Almanlar'ın yanında savaşırken, 20. yüzyıl başlarındaki milliyetçi hareketlerden etkilenen Ermeniler, Rusya, İngiltere ve Fransa ile işbirliği yapmaya başladı. 23 farklı ilde, binlerce Türk'ün ölümüne ve imparatorluk içinde büyük bir kargaşaya neden olan isyanlar çıkardılar.
Osmanlılar o dönemde, özellikle 1912'de Balkanlar'ın boşaltılmasından sonra ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldı. Bulgaristan ve Kafkaslar'da büyük katliamlar ve sürgünler yaşanmıştı.
1914 yılında, 1 milyondan fazla Türk Erivan ve Tiflis'ten sürülmeye zorlandı ve yalnızca 702.000 kişi memleketine ulaşmayı başarabildi. Eş zamanlı olarak Ermeni ayaklanmaları meydana geliyordu - bunlar Fransız arşivlerinde belgelenmiştir.
24 Nisan 1915'te Osmanlılar, ayaklanmayı destekleyen Ermeni örgütlerinden 235 lider için tutuklama emri çıkardı; Ermenilerin sözde soykırımın başlangıcı olarak gördüğü tarih budur.
Yaklaşık 180 lider tutuklandı ve çeşitli cezaevlerine gönderildi. Daha sonra Osmanlı'nın Ermeni nüfusunu, Türklerin terk etmek zorunda bırakıldığı topraklara tehcir etme kararı vermekten başka seçeneği yoktu.
Osmanlı yetkilileri, çeşitli ulusal güvenlik gerekçeleriyle Ermeni halkının tehcir kararını verdiklerinde, mutlak karışıklık ve kargaşanın yaşandığı bir savaş zamanıydı. Savaşa katılan tüm taraflar, panik ve misilleme ile verilen kararlara göre hareket ettiler.
Savaş, makul insanları mantıksız yapar ve zafer adına ya da halklarını tehlikeden kurtarmak için panikten ötürü zalim politikalar üstlenirler. Her bir taraf, kendi halkını korumak için bu yönde yapılacak her şeyin mubah olduğu düşüncesiyle elinden gelen her şeyi yapar; elbette bu düşünce tamamen yanlıştır.
Ermeniler ve Türkler de aynı hataya düştüler ve birbirlerini öldürdüler. Her ikisi de Osmanlı vatandaşıydılar. Yıllar boyunca yan yana yaşayan birbirlerine dost, kardeş ve komşulardı.
Her zaman olduğu gibi, en çok acı çeken sivil nüfus oldu. Birçok kadın, yaşlı ve çocuk uygun gıda, temiz su ve ilaç olmadan uzun yollar kat etmek zorunda kaldı.
Çoğu kişi salgın hastalık ve açlık nedeniyle hayatını kaybederken, bazıları çete saldırılarında öldürüldü.
Sürgün sırasında meydana gelebilecek saldırılara karşı Osmanlı İmparatorluğu Ermeni sivillere kol kanat gererek onları korudu: tehcir sırasında Ermeni konvoylarına saldıran 1.673 kişi Osmanlılar tarafından mahkemeye sevk edildi. Hükümlülerin 67'si asıldı, geri kalanı çeşitli cezalara çarptırıldı.
Meydana gelen acıyı, bu üzücü tarihi bizzat yaşayan Ermeniler ve Türklerden daha iyi kimse anlayamaz. Her iki taraf da büyük kayıplar verdi.
Türk milleti Gelibolu'da 230.000 şehit, Sarıkamış'ta 90.000 şehit ve o dönemde Osmanlı İmparatorluğu'na ait Arap topraklarında 40.000 şehit verdi.
Yine de Türkiye bunun bir savaş olduğunu ve bu olayların savaşın kaçınılmaz bir sonucu olduğunu kabul ediyor.
Türkiye, işgalci ülkelerin savaş zamanı yaptıklarının hesabını sormayı düşünmüyor bile. Dolayısıyla, birbirlerine iki yakın topluluk olan Türkler ve Ermeniler nefret ve siyasi gündemler yüzünden ayrı düşmemelidirler.
Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, 2014 yıllık anma töreninde yaptığı konuşmada samimi bir tavır sergiledi: "Şunu kamuoyu önünde teyit etmek isterim ki biz Türk toplumunu düşman olarak görmüyoruz. Masum kurbanların hatırası önünde eğilirken o dönemde Ermeni komşularına yardım eli uzatan Türkleri de anıyoruz. Yurttaşlarımıza yardım eli uzatarak kendilerinin ve ailelerinin hayatlarını tehlikeye atanların hatıralarını kutsuyoruz..."
101 yıl sonra bu olay hala küresel gündemdedir. Ancak, şimdi bazıları bu acılı olayı siyasi bir araç olarak kullanıyor. Bu meseleyle ilgilenmesi gereken tarihçilerdir, politikacılar değil.
Dünya tarihinde soykırım olarak görülebilecek pek çok katliam yaşanmış, ancak bu katliamlar soykırım olarak değerlendirilmemiştir. Bu bir kez daha, bunun samimi olarak tarihsel bir bilgi arayışı değil, politik bir oyun olduğunu gösteriyor.
Türkiye ile Ermenistan arasındaki bu mesele 1. Dünya Savaşı'nın acısını yaşamamış üçüncü şahıslar tarafından çözülemez. Hepimiz bu trajik olayın yaşandığını ve her iki tarafı da etkilediğini biliyoruz. Şimdi izlenecek en iyi yol savaşın acılarını geride bırakmak ve yaraları dayanışma ve kardeşlik ile iyileştirmektir.
Eğer Ermeniler Türklerin bunu soykırım olarak tanımalarını istiyorlarsa, o zaman Türkler de kendileri için aynı şeyi talep edebilir ki bu ne çözüm ne de bir mutluluk getirmez, sadece daha fazla acı getirir. Türkiye'de yaşayan Ermeni sayısı daha fazla olmalı, ülke içinde kendi okullarını ve kiliselerini açmak için özgür olmalıdırlar.
Her iki taraf uzun zaman önce geliştirilen tarihi kültür bağları üzerinde çalışmalıdır. İki ülke, dünyaya mükemmel bir örnek olarak birleşebilir, sınırlarını açabilir, vize ve pasaport kısıtlamalarını kaldırabilir. Bu, nefret isteyenlerin seslerini susturacak, sevgi ve dostluk arayanlara güç verecektir.
Adnan Oktar'ın Gulf Times'da yayınlanan makalesi:
http://www.gulf-times.com/story/490556/Turks-and-Armenians-must-put-WWI-pain-behind-them