30 Mart 2014 tarihinde Türkiye, eşine az rastlanır bir seçim günü yaşadı. Bir yerel seçimdi bu. Ama Türkiye son bir yılda öyle büyük şeyler yaşamıştı ki, tüm Türkiye bu seçimi bir güven oylaması olarak algılıyordu. Pek çok kişi bu seçimin sonunda önemli bir gerçeği anlamayı bekliyordu: Acaba hükümet güvenilirliğini kaybetmiş ve Gezi protestoları ve sonraki gelişmelerle muhalefet gücünü artırmış mıydı?
%89.1 oranında oldukça yüksek bir katılımın olduğu söz konusu seçimleri 2002 yılından beri her seçimden lider olarak çıkan Ak Parti’nin açık farkla önde bitirmesi bazı çevreler için beklenen, bazıları için ise şaşkınlıkla karşılanan bir sonuç oldu. Hükümet yanlıları ve bir kısım objektif yorumcular güçlü bir desteğin geleceğini biliyor ama özellikle sokaktaki muhalifler oy oranlarında büyük bir düşüş bekliyorlardı. Düşüş gerçekleşmediği gibi, özellikle 2009 yerel seçimleriyle karşılaştırıldığında gerçekleştiği gözlenen büyük artış dikkate değerdi.
Uluslararası basında, Türkiye için bir “sınav” olarak nitelendirilen bu seçimlerin üç önemli ve dikkate değer sonucu vardır:
Birinci sonuç, bütün yolsuzluk iddialarına, ülke çapında ayaklanmalara, illegal ses kayıtlarına, hükümet-Gülen hareketi arasındaki yoğun muhalefete rağmen, Türkiye yeniden tercihini AK Parti’den yana kullanmıştır. Bu, milletin önemli bir çoğunluğunun tüm iddialara rağmen hükümete güven ve desteğini görmek bakımından önemlidir. Fakat yine de, seçim sonuç haritasına şöyle bir bakıldığında, özellikle kıyı bölgelerimizi temsil eden liberal kesimin AK Parti’yi tercih etmediği görülmektedir. Özgürlükler ve demokrasi konusunda hükümete yönelik olarak sokaklarda muhalefeti temsil eden kesimin, özellikle bu kesimler olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin %50’si, AK Parti’ye muhalefet olmakla kalmamakta, bunların büyük bir kısmı öfkeli ve mutsuz kısmı oluşturmaktadır.
Şu durumda AK Parti’nin, Türkiye’nin iç kesimlerinden nispeten farklı bir yaşam anlayışına sahip olan kıyı şehirlerindeki liberal kesime de hitap edecek, onların öfkelerini dindirecek, onları da kucaklayacak bir fikir, sistem ve mantık değişimine gitmesi elzemdir. Bu seçimlerde, her ne kadar AK Parti, kıyı şehirlerinden iki tanesini almayı başarmış olsa da, Türkiye’deki huzursuzluğun sebebinin liberal ve özgürlükçü kesimin baskı ve yasak korkusu olduğu görülmelidir. Bunun için öncelikle, gerekçesi her ne olursa olsun, Twitter ve Youtube blokajları gibi özgür düşünceye yönelik alınmış yasakların ortadan kaldırılması şarttır. Fakat bunun yanı sıra, AK Parti’nin özgürlükçü, yenilikçi, reformist ve çok daha demokratik bir anlayışı köklü şekilde gerçekleştirecek bir zihniyet değişimine ihtiyacı vardır. Seçim akşamı yaptığı balkon konuşmasında Başbakan Erdoğan’ın “Avrupa’dan daha ileri bir demokrasiyi hedefliyoruz” sözleri ümit vericidir. Bunun için, kıyı kesimlerini temsil eden liberallerinin yaşam şekilleri ve talepleri baz alınarak, daha özgürlükçü bir Türkiye’ye geçiş acilen yapılmalıdır.
İkinci sonuç, ana muhalefeti temsil eden CHP’nin yüzleştiği gerçeklerdir. Gezi Parkı’ndan sonra gelişen olaylar ve halkın daha fazla demokrasi ve özgürlük talebinde bulunması, ana muhalefeti, yani CHP’yi güçlendirmeliydi. Fakat seçim sonuçları bunu göstermiyor. Bunun temel sebebi, Türkiye’nin geçmişinden gelen CHP algısıdır. Geçmişte daima dindarlara cephe almış ve demokrasiyi sadece liberal kesime uygun görmüş olan bir CHP olduğu bilinmektedir. Yıllarca CHP, Türkiye’nin çok büyük bir bölümünü dindar ve geleneklerine bağlı insanların oluşturduğunu görememiştir. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak sadece CHP değil, hiçbir sol parti, Türkiye’de hiçbir zaman tek başına iktidara gelememişlerdir. CHP, son seçim öncesinde bu algıyı değiştirmeye çalışmıştır. Fakat dindarları da kucaklayan, halkın %100’üne ulaşan bir CHP için yine köklü ve ikna edici bir değişim gerekmektedir.
Üçüncü sonuç ise karşımızda dimdik duran PKK gerçeğidir. Leninist PKK terör örgütü ile Türkiye’nin 30 yıllık sorunlu geçmişinin son bir yıldır devam eden çözüm süreciyle biraz durulduğu tüm dünyaca biliniyor. Artık gerilla atakları ve çatışmalarla yol alamadığını anlamış olan PKK’nın ise, çözüm sürecini kullanarak farklı bir görünümde hala canlı olduğu uzun zamandır dikkat çektiğim bir gerçek. Seçimlerde PKK’yı doğrudan destekleyen BDP partisinin Türkiye’nin Güneydoğu’sunda fazla sayıda il alması, bunun önemli bir teyidi olmuştur. PKK’nın Güneydoğu’daki korku hakimiyeti altında sandığa giderek açık oy kullanmak zorunda kalan halkı çaresiz bırakmıştır. Yıllardır farklı tercihler kullanan şehirler bile, bu korku sebebiyle aniden rota değiştirmişlerdir. PKK, daha fazla hakimiyet kurabileceği ve daha rahat propaganda yapabileceği bir bölge oluşturmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin yıllardır mücadele ettiği bölünme fikrini, bu defa sinsi yollarla yaygınlaştırmaya çalışmaktadır.
Türkiye için kuşkusuz ki en elzem konu bölünme konusudur. Türkiye’nin Güneydoğu’sunda Kürt kardeşlerimizi esir alarak kurulması planlanan komünist devlet fikri büyük bir tehdittir. Dolayısıyla hükümetin bundan sonraki en önemli hedefi ve düsturu bölünmeye yol verebilecek her türlü adıma engel olmak ve Güneydoğu bölgesindeki korku hakimiyetinin çeşitli yollarla önünü kesmek olmalıdır. Alınacak bu ani ve acil tedbir ile birlikte Güneydoğu’ya yönelik kapsamlı bir eğitim politikasının mutlaka yürürlüğe konması gerekmektedir. Leninizm fikrini ortadan kaldıracak bir anti-materyalist bilimsel eğitim, Kürt kardeşlerimizin fikri olarak PKK zemininden etkilenmesini engelleyecektir. Seçimin gösterdiği bu vahim ve çarpıcı sonucun acilen dikkate alınması ve bu konuda tedbirlerin hemen uygulamaya geçirilmesi önemlidir.
Halkın sandıkta verdiği bu ders eğer iyi değerlendirilirse, Türkiye kuşkusuz ki Avrupa ve Ortadoğu’nun en demokratik Müslüman ülkesi haline gelebilir. İsyanlarla değil, özgürlükler ve akılcı bilimsel stratejilerle değişebilir. Ve kuşkusuz isyanlara açık pek çok İslam ülkesine de örnek olabilir. Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi: