Bediüzzaman Said Nursi, ihlası kazanmanın şartlarını konu ettiği bir eserinde "Amelinizde Allah rızası olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti lazım gelirse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk'ın rızasını esas maksad yapmak gerektir." (Risale-i Nur Külliyatı, 20. Lema, s.662-663) sözleriyle insanların rızasından arınıp sadece Yüce Allah (cc)'ın rızasını kazanmaya yönelmenin önemine değinmiştir. Onun bu sözünde vermiş olduğu örnek, ihlasın anlaşılması bakımından son derece önemlidir. Tüm insanların kalbi Cenab-ı Allah'ın kontrolündedir; Allah (cc) dilerse onların hepsini razı eder.
İnsana daimi bir ihlas anlayışını kazandıracak olan 'insanların rızasından sıyrılıp, sadece Rabbimiz olan Allah (cc)'ın rızasını kazanmaya yönelmek'tir. Kuran'da bu anlayış şöyle bir örnekle açıklanmıştır:
"Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. Gerçek şu ki, sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir." (Zümer Suresi, 29-30)
İnsanın Allah (cc)'ın dışında herhangi bir başka varlığın rızasını düşünerek hareket etmesi Kuran-ı Kerim'de "şirk" ya da "Allah (cc)'a ortak koşmak" olarak bildirilmiştir. Kuran-ı Kerim'in pek çok ayetinde Yüce Allah (cc), Kendisi dışında tüm varlıkların bir gün mutlaka ölümle karşılaşacaklarını hatırlatarak insanları sadece Rabbimiz'in rızasına yönelmeleri konusunda düşünmeye davet etmiştir.
İnsanın bu konuda nefsinin telkinlerine karşı da son derece uyanık olması ve nefsini kendini kandırmadan dürüstçe değerlendirmesi gerekmektedir. Çünkü nefsin en büyük arzularından biri de insanların hoşnutluğunu, beğenisini ve takdirini kazanabilmektir. Nitekim çoğu insan yaptığı pek çok işi kendi istek ve tercihleri doğrultusunda değil de, sırf çevrelerinden takdir toplayabilmek ve bu takdir ile de toplumda bir yer edinebilmek için yapar. Dolayısıyla da bu insanların hayatlarını yönlendiren ana mantık "insanların rızasını kazanabilme arzuları" olur.
Bu ahlaktaki insanlar için diğerlerinin ne diyecekleri, haklarında nasıl düşünecekleri, olayları nasıl değerlendirecekleri son derece önemlidir. Öyle ki kimi zaman yanlış bir tavırda bulundukları için vicdani bir rahatsızlık duymaz, ama bunu insanların öğrenmesinden dolayı huzursuzluk duyarlar. Oysa ortada yanlış bir davranış varsa asıl önemli olan bunu Allah (cc)'ın bilmesidir. Ve insanın bu durumu telafi etmek için yönelmesi gereken makam da yine sadece Yüce Allah (cc)'tır. Eğer kişi hatasından dolayı Cenab-ı Allah'a karşı bir sorumluluk hissetmiyor, ama insanlara karşı bir mahcubiyet ve utanç duyuyorsa bu, o kişinin insanların rızasını Allah (cc)'ın rızasından daha üstün gördüğünü gösterir. İşte ihlası kazanmak isteyen bir müminin, bu yanlış mantıktan tamamen kurtulması gerekir.
İnsanın ihlası kazanabilmek için niyetini hep halis tutması ve katıksızca Allah (cc)'ın rızasına yönelmesi gerekmektedir. Yüce Allah (cc) dilemediği sürece rızası kazanılmış olan insanların kişiye bir faydası olmaz, ama Allah (cc)'ın rızasını, desteğini, sevgisini ve hoşnutluğunu kazanan bir insan, tüm bu insanların kendisine sağlayabileceği desteği ve çok daha fazlasını zaten kazanmış demektir. İhlasla hareket ettiği için Allah (cc) ona dünyada da ahirette de en güzel hayatı yaşatacak, ona hiçbir insanın sağlayamayacağı desteği sağlayacak, hiçbir insanınkiyle kıyaslanamayacak bir dostluğu nasip edecektir. Bir sözünde Bediüzzaman Said Nursi de bu önemli gerçeğe şöyle değinmiştir:
"Rıza-yı İlahi kafidir. Eğer o yar (dost) ise, herşey yardır. Eğer o yar değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez. İnsanların takdiri, istihsanı (beğenisi, hoş karşılaması), eğer böyle işte, böyle amel-i uhrevide (ahirete yönelik işlerde) illet ise, o ameli ibtal eder (geçersiz kılar). Eğer tercih ediliyorsa, o ameldeki ihlası kırar. Eğer müşevvik (teşvik edici) ise saflığını izale eder. Eğer sırf alamet-i makbuliyet olarak, istemeyerek Cenab-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesiri namına kabul etmek güzeldir ki... buna işarettir." (Risale-i Nur Külliyatı, 21. Lema, s.668)