Ortadoğu’nun en stratejik ülkesi olan Suriye, ülkedeki kanlı iç savaş nedeniyle son beş yıldır dünya gündemindeki yerini koruyor. Suriye ile 911 kilometrelik sınır hattı olan Türkiye ise muhtemelen bu çatışmadan en çok etkilenen ülke konumunda. 24 Ağustos’ta, Türk Silahlı Kuvvetleri, IŞİD’den Cerablus’u almak ve Suriye’nin muhalif kuvvetlerini yerleştirmek amacıyla “Fırat Kalkanı” isimli bir hava ve kara operasyonu başlattı. Türk hükümeti, Türk-Suriye sınırının güneyinde mültecilere bir “tampon bölge” oluşturmak için Suriye’ye birlikler göndermeyi bir süredir planlıyordu; fakat ordu içindeki farklı görüşler sebebiyle bunu gerçekleştirememişti. Ancak başarısızlıkla sonuçlanan Türkiye’deki askeri darbe girişiminin ardından söz konusu operasyon hayata geçirildi. Bu durum Rusya ile Türkiye ilişkilerinin normalleştirilmesini ve İran’ın da bu işbirliğine olan desteğini tetiklemiş oldu.
Öncelikle, kişisel görüşüm olarak belirtmek isterim ki; masum sivillerin hayatları için tehdit teşkil eden her türlü operasyona kesinlikle karşıyım ve çözümün her daim diplomasi ve diyalog yoluyla bulunması gerektiğine inanıyorum. “Fırat Kalkanı” operasyonunun zamanlamasına baktığımızda, bu operasyonun IŞİD tehditini bertaraf etmenin yanısıra, “Suriye krizinin kesin çözümüne yönelik büyük bir adım atmak ve PYD ile yandaşlarının Fırat nehrinin batısına yerleşmelerini engellemek” gibi başka yönlerinden de bahsetmemiz mümkündür.
Türk yetkililer, Fırat’ın batısındaki bölgeyi kırmızı hat olarak ilan ettiler ve YPG’nin bu hattı geçmesini engelleyeceklerini taahhüt ettiler. YPG’nin, Cerablus’tan sadece 38 km uzaklıkta bulunan ve Fırat Nehri’nin batı kıyısında konuşlanmış olan Menbic kentinde yaptığı son operasyon Türk yetkilileri rahatsız etmişti. Bu nedenle de YPG’nin o bölgeden çıkmasını istiyorlardı. Pazartesi itibariyle de, Suriyeli muhalif güçler Menbic civarındaki dokuz köyü YPG’den geri aldılar.
Oysa çoğunlukla Arapların yaşadığı bu kentin kontrolünü ele geçirmek, YPG kuvvetlerinin, Suriye’nin doğusundaki Kürt kontrolü altında bulunan bölgeleri, batısındaki Kürt bölgeleriyle birleştirme planlarına çok faydalı olacaktı. Bu durum Türkiye’nin Suriye devletinin üniter yapısını koruma ve sınırda Türkiye’nin bütünlüğü açısından tehdit teşkil edebilecek sözde bir Kürt devletinin önüne geçme niyetinde olduğunun açık bir göstergesidir. Akabinde Esad’ın, YPG kuvvetlerini bombalaması da, Suriye rejiminin politikasının Türkiye’nin lehinde değiştiğini göstermektedir.
Türkiye’nin Suriye’deki politika değişikliğinde elbette Rusya ve İran’la kurduğu yeni ilişkilerin payı var. Bu krizde birçok farklı görüşe sahip olsalar da; kurulan bu ittifaktan barışçıl bir çözüm çıkacağı olasılığını tahmin etmek zor değil. Sonuçta üç ülkenin de ortak görüşü, bölgedeki en önemli stratejik pozisyona sahip olan Suriye’nin içinde bulunduğu bu çatışmanın artık son bulması gerektiğidir.
Tarih boyunca, Osmanlılar, Fransızlar ve İngilizler gibi bir çok imparatorluk Suriye için savaşmıştır. Örneğin; dünyanın ilk yazılı anlaşması olan Kadeş Antlaşması Suriye’ye yöneliktir. Nasıl ki Anadolu’nun güvenliği, Suriye ile başlıyorsa; Mısır’ın, Filistin’in ve Kudüs’ün güvenliği de Suriye ile başlar. Tarih sayfalarında gördüğümüz gibi, Suriye halen bölge içerisinde önemli bir konuma sahiptir.
Başarısız darbe girişiminin ardından Türk Hükümeti, Rusya Federasyonu ve İran ile yeni bağlantılar oluşturulmasına ilişkin bir dizi toplantı gerçekleştirdi. İlk başta, Gürcistan Başbakanı ve sonra da Kazakistan Cumhurbaşkanı Türkiye’ye geldi ve ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen yılın sonundaki uçak krizinin ardından ilk kez Rusya Devlet Başkanı Putin ile buluşmak üzere St. Petersburg’a tarihi bir ziyarette bulundu. Bu toplantıdan önce de, Putin Bakü’de Ruhani ve Aliyev ile bir toplantı gerçekleştirdi. İran’ın üst düzey diplomatı Cevad Zarif darbe girişiminden sonra Ankara’ya ilk ziyaretini yaptı. Zarif, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve Dış İşleri Bakanı Çavuşoğlu ile birlikte çok verimli görüşmeler yaptı. Bir hafta sonra, Dış İşleri Bakanı Çavuşoğlu, Hindistan’a yapacağı bir ziyaret esnasında yolu üzerindeki Tahran’a süpriz bir ziyaret gerçekleştirdi. İlaveten, Rusya Devlet Başkanı Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan 5 Eylül’de Çin’de bir araya gelmeye karar verdi. Bu resmi toplantıların olumlu sonuçlarını çok çabuk görmeye başladık.
Bu sonuçlardan biri, Türkiye–Suriye sınırında bir tampon bölge oluşturulmasının tekrar gündeme gelmesidir. Bu tampon bölgeyi oluşturmak oldukça önemliydi ve Türk hükümeti çok uzun bir zamandır bu arzusundan bahsediyordu. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri, bölgedeki çıkarlarına uymadığı gerekçesiyle güvenli bölge oluşturma fikrini şu ana dek ısrarla reddediyordu. Ayrıca, krizin başından beri canlı yayınlanan televizyon programlarımda bir çok kez bu konunun gerekliliğine de dikkat çektim. Diğer artılarının yanısıra, tampon bir bölge oluşturulmasının avantajlarından bir tanesi de, küresel bir problem haline dönen mülteci krizine kuvvetle muhtemel kesin bir çözüm olacak olmasıdır. Bu tür bir tampon bölge, milyonlarca insanın barış ve güvenlik içinde yaşayabileceği bir yer demektir. Nitekim İran, Rusya ve Türkiye’nin ittifakı ile, bu tampon bölge oluşmak üzeredir. Plana göre, mültecileri önümüzdeki iki yıl içerisinde bu bölgeye yerleştirmek mümkün olabilecek gibi görünüyor.
Rusya, İran ve Türkiye arasındaki kuvvetli ittifakla birlikte, bu ülkeler Suriye krizine hızlı bir çözüm bulabilmek için ortak noktalara odaklanmaya karar verdiler. Ayrıca bu savaşı sonlandırmaya yardımcı olacak bazı politika değişiklikleri de yapıyorlar. Suriye toprağının bütünlüğünün korunmasında ve Esad’ı ayrılmak mecburiyetinde bırakmadan, geçici bir hükümet oluşturulmasında hepsi hemfikir. Üstelik, Rusya ve İran aracılığıyla Şam hükümeti ile Cenevre görüşmelerine devam etmek de mümkün olacak. Dahası, Rusya ve Türkiye Halep’te ortak bir insani yardım politikası üzerinde de karar kıldı ve bu işbirliğinin diğer alanlarda da devam edeceğini ümit ediyorum.
Ortadoğu’nun en çok ihtiyacı olan şey dostluğa ve tesanüde dayalı kuvvetli ittifaklardır. Bu bölge, uzun zamandır birbiriyle çatışma içerisinde olan ülkeler gördü. Şimdi, bölgede yaşayan herkesin bekası için düşmanlığı ve nefreti sonlandırma ve yeni dostluklar ve ittifaklar oluşturma zamanı. Bölge halklarının çatışmak yerine birleşmek için çok fazla sebebi var.
Adnan Oktar'ın The Daily Star'da yayınlanan makalesi: