Bugün, hayatınızın son gününü yaşadığınızı düşünün. Ya da son birkaç haftasını veya ayını...
Hızlıca bir aklınızdan geçirin, ‘Acaba nasıl bir insan olurdunuz?’...
Düşünceleriniz, davranışlarınız, üslubunuz, konuşmalarınız, kararlarınız nasıl olurdu?...
Şu an aklınızı meşgul eden hangi konular bir anda tüm önemini yitirirdi? Hangi konuları -hiç düşünmeksizin- bir anda aklınızdan atardınız?...
Ve asıl önemli olduğunu fark ettiğiniz hangi konular aklınızı tamamen kaplardı?...
Allah'a inanmayan ya da (Allah'ı tenzih ederiz) kalpleri şüpheyle dolu olan insanların büyük bölümü, ölümün yakınlığını hissettiklerinde düşüncelerinde büyük bir değişim oluşmaz. Yine tüm hayatları boyunca olduğu gibi, yalnızca dünya hayatındaki düzenlerini ve bu dünyada geride bırakacaklarını düşünürler. En büyük rahatsızlıkları, ölüme doğru ilerlerken çekecekleri fiziksel acı ve dünya hayatından kopmanın verdiği manevi azaptır.
İman edenlerde ise, bambaşka bir bakış açısı vardır. Bir mümin için yakın bir zamanda öleceği haberini almak, hayatını kökten değiştirir. Bir Müslüman iman ettiği andan itibaren ölüme ve ahirete yönelik bir hazırlık içerisindedir. Ölümün ve ahiretin yakınlığını hayatının her anında ve tüm gerçekliğiyle hissederek yaşar. Dolayısıyla bu anlamda büyük bir değişim yaşamaz. Ama Allah'tan çok korktuğu ve vicdanı çok açık olduğu için, böyle bir haber aldığında tüm hayatını, ahlakını, vicdanını, davranışlarını, düşüncelerini bir kez daha ve çok köklü şekilde gözden geçirir. Kendisini adeta ‘sıfır’ kabul eder ve her konuda kendisini olabilecek en iyi hale getirmeye çalışır. Elindeki tüm imkanlarla, geriye kalan son vaktini, tek bir saniyesini dahi boşa harcamadan hayır işleyerek geçirmeye çalışır. Ve tüm bunları yaparken yaşadığı çok önemli bir gerçek daha vardır: Hiç kimsenin ona doğruyu yanlışı göstermesine gerek yoktur. En güzel sözleri, en güzel davranışları, en doğru, en iyi, en mükemmel olan herşeyi kendisi bulur. Hem de hiç zorlanmadan ve uzun uzun düşünmeye ihtiyaç duymadan.
İşte Allah'tan korkan, Allah'a ve ahirete hiç şüphe etmeden inanan bir insanın normal hayatında yaşaması gereken ahlak da budur. Kendisine ölümcül bir hastalık haberi gelmeden, hayatının sadece sayılı çok az bir süresi kaldığına dair bir durum oluşmadan da, ölümün ve ahiretin yakınlığını aynı bu şekilde hissedebilecek bir imani derinlik içerisinde olmalıdır.
Aczini, aynı sanki birkaç saat sonra ölecekmiş gibi bilmeli, Allah'a olan muhtaçlığını çok derinden yaşamanın tevazusu ve mazlumluğu içerisinde olmalıdır. Ağzından çıkan her söz, ‘sözün en güzeli’ olmalı, her cümlesinde Kuran ahlakının tecellileri oluşmalıdır. Ölüme o kadar yakın olduğu bir anda, nasıl ki ‘boş bulunması’, ‘düşünememesi’, ‘unutması’ ya da ‘hata yapması’ olabilecek en düşük düzeye inerse; ‘dikkatsizlik yapması’, ‘umursuz olması’, ‘ağırdan alması’, ‘ertelemesi’, ‘geride kalması’, ‘sorumluluğu başkalarının üzerine bırakması’, ‘ilgisiz olması’, ‘boş şeylere dalması’ neredeyse hiç söz konusu olmazsa, işte gerçekten iman eden bir insanın hayatının her gününde aynı bu şekilde olması gerekir.
Ayrıca ölümün yakınlığını hisseden, öleceğini bilen bir insanın bir konuşma üslubu vardır. Bu insanın farkı, yüzlerce kişi arasında bile hemen seçilir. Sözleri doğrudan insanların kalbine hitap eden, alabildiğine samimi, alabildiğine içten ve doğaldır. Konuşmaları insanlara değil, kendinedir. Kimseye gösteriş yapmayı, kimsenin beğenisini kazanmayı hedeflemez. Doğrudan Allah'a yönelmiştir ve istediği de yalnızca Allah'ın rızasını, sevgisini kazanabilmektir. Sözlerinde gururdan, enaniyetten, büyüklük hissinden eser yoktur. Bir insanın aczini farkedebileceği en yüksek noktada aczini hissettiği hemen anlaşılır. Boş bir konuşmayla oyalanabilecek bir vakti olmadığının bilincindedir. Her sözünde Allah'a daha çok yakınlaşmayı amaçlar. Yanındaki insanların da Allah'ın büyüklüğünü daha çok hissedebilmelerine vesile olabilmek, onlara da ölümün ve ahiretin ne kadar gerçek ve yakın olduğunu hatırlatabilmek için tüm gücünü kullanır. Dünya hayatının geçici konularını, sıradan detaylarını tamamen unutmuş gibidir; Baki olanın yalnızca Yüce Rabbimiz olduğunu kesin olarak kavramanın verdiği coşkuyla tüm dikkatini Allah'a, Allah'ın rızasına, Allah'ın istediği ahlakı yaşamaya, sonsuz hayatını Allah'ın dost edindiği insanlardan olarak geçirebilmek için elinden geleni yapmaya vermiştir.
Böyle bir kişi, belki aylarca, yıllarca içinden çıkamadığı dünyevi konuları, bir anda ve üzerinde hiç düşünmeye bile gerek duymadan hemen halledip geçer. Çünkü bunların, kendisini bekleyen asıl hayatını kazanabilmesinin yanında, artık neredeyse hiçbir önemi kalmamıştır. Pek çok insanın hayatında büyük önem taşıyan, gün boyu zihinlerini büyük ölçüde meşgul eden birçok detay, bu durumdaki bir kişi için önemsizden de öte bir hal almış, neredeyse yok olmuştur. Saçının hangi model olması gerektiği, arabasının modeli, eve alacağı mobilyaların rengi, tatil programı, rekabet içerisinde olduğu insanlar, kızgınlık duyduğu kimseler, sahip olduğu kıyafetler, kişisel eşyalar ve daha pek çok detay o anda artık aklının ucundan bile geçmeyecek hale gelmiştir.
Geçen her saniye onun için önemlidir. Her saniye geriye doğru saymakta ve ölüme yaklaşmaktadır. Her geçen an, hayırdan yana çok daha az şey yapabilecek süresi kalmaktadır. Üzerinde, bu gerçeği olabilecek en derin şekilde hissetmenin verdiği olumlu anlamda bir telaş vardır. Daha çok ibadet yapabilmek, daha derin bir samimiyet elde edebilmek, Allah'tan daha çok korkabilmek, Allah'a daha içten dua edebilmek, en samimi kalple Allah'a tevbe edebilmek, ahlakını adeta Peygamber ahlakı gibi güzelleştirebilmek, Müslümanlara olan sevgisini, saygısını en mükemmel şekilde gösterebilmek, Allah'a, İslam'a, Müslümanlara en samimi hizmeti verebilmek için, hem manevi hem de fiziksel açıdan tüm gücünü kullanır. Zihninde, sözünde ve tavırlarındaki herşey, yalnızca hayırdan yanadır. Allah'ı düşünmeden, Allah'a sığınmadan, Allah'tan derin ve içli bir saygıyla korkmadan tek bir anı geçmez. Dünyadaki maddi herşey (-dini konular dışında-) onun için önemini yitirmiştir. Kalbinde yalnızca Allah vardır. Ve Allah'ın kendisinden istedikleri...
Ölüme bu kadar yaklaşmış bir insanın hayatı daha pek çok açıdan örneklendirilebilir ve detaylandırılabilir. Ancak burada ölçü alınabilecek olan şudur: Bu insanı gören herkes, ondaki iman derinliğini, iman coşkusunu ve Allah'a olan candan sevgisini ve yakınlığını hisseder. Olağanüstü bir şeyi fark etmiş, fark ettiği bu gerçeği çok iyi kavramış, çok derin şuur sahibi bir insanın cesareti, gözü karalığı, kararlılığı, coşkusu, şevki, samimiyeti ve derinliği içerisindedir.
İşte Allah'a inanan her insanın, kendisini, böyle bir insanı hayal ederek yeniden gözden geçirmesi gerekir. Çünkü aslında, tüm insanların durumu bu kişiden farksızdır. O kişiye sadece ölümüne dair bir bilgi verilmiştir. Ama ölüm her insan için, her an aynı yakınlıktadır. Son derece sağlıklı bir kimse, öleceği haberini alan bir insandan çok daha önce ölebilir. Ölüm de, ahiret de, cennet ve cehennem de o kişiye, alabildiğine yakındır. Bu nedenle insanın, ahlakını güzelleştirebilmek için mutlaka ölümünün yaklaştığı haberini almasını beklemesine gerek yoktur. Bu iman derinliğini, en sağlıklı, en genç, en çok imkan sahibi olduğu sırada da yaşamaya çalışmalıdır. Tüm üslubu, konuşmaları, davranışları bu derinlikte olmalıdır. Nasıl ki ölüm yaklaştığında, kimse ona tarif etmeden, öğretmeden ya da yol göstermeden de, doğru olanı bulabilecekse, kişi bu durum oluşmadan da aynı vicdan duyarlılığı içerisinde yaşamalıdır.
Allah'ın rızasına asıl uygun olan ahlak budur. Gerçek imanın, bir insanda oluşturması gereken ruh hali, iman derinliği ve vicdan açıklığı da budur. Bu nedenle Allah'ı çok seven, yalnızca Allah'ı razı etmeyi ve sonsuz hayatında Rabbimiz'in sevgisine kavuşmayı uman her insanın, ‘her an ölecekmiş gibi ölümün yakınlığını hisseden’ bir insanın ruh halinde yaşaması gerekir. Kuran'da, ölümle karşılaştıkları zaman şuurları açılan ve dünyaya geri dönüp salih amellerde bulunabilmek için Allah'tan izin isteyen kimselerin durumu haber verilmiştir. Bu kimselerin yaşadığı pişmanlık, henüz vakitleri varken, ellerindeki imkanlarını Allah'ın razı olacağı şekilde kullanmamaları dolayısıyladır. Bu pişmanlığı yaşamamanın yolu ise, insanın tüm hayatını, ölümün ve ahiretin gerçekliğini her an hissederek yaşamasıdır.
Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin."
"Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır.(Müminun Suresi, 99-100)