Dünyanın reddi mümkün olmayan bir gıda problemi var. Aslında gezegenimiz kaynakları açısından 7,5 milyar insanın hepsini rahatça doyurabilecek kapasiteye sahip olsa da, dev boyutlara ulaşan israf, verimsiz kaynak yönetimi, organizasyon eksiklikleri gibi birçok etmenin bir araya gelmesi açlık ve gelir eşitsizliğini kronik problemler haline getiriyor. Tarımsal faaliyetlerin arttırılması kuşkusuz ilk akla gelen çözümlerden. Ancak veriler ele alındığında, bunun da tek başına ve gerekli etkili düzenleme olmadan faydalı olmasının güç olduğu görülüyor.
Örneğin BM’e göre, 2050 yılında dünya nüfusuna eklenecek 2 milyar kişinin beslenebilmesi için tarımsal üretimin %60 artması gerekiyor.[1] Bunun için tarımda verimi yani birim tarım alanından elde edilen ürün miktarını arttırmak bir yol olarak görülebilir. Ancak bu artışın bir sınırı var. Kaldı ki böyle bir artış için genetiği değiştirilmiş ürünlerin kullanılmasının sakıncalı olduğuna dair birçok görüş mevcut.
Bir diğer yol ise tarım alanlarını artırmak. Ancak gelişmiş ülkelerde ekilebilir araziler üst sınırına ulaşmış durumda. Bu nedenle üretim yapılabilecek farklı coğrafi bölgeler kazanabilmek için yoğun çalışmalar yapılmakta.[2] Diğer bir seçenek ise az gelişmiş ülkelerdeki geniş arazilerin tarım yapılabilir hale getirilmesi. Bu konu da bazı yönlerden sorunlu olarak gözükse de şu anda çıkar yol olarak görünüyor. Peki bu konuda geleceğe yönelik nasıl bir planlama yapılabilir?
Bilim adamları günümüzde giderek artan endüstriyel tarım yerine agro-ekolojik tarım yapılmasını öneriyorlar. Çünkü endüstriyel tarımda sıkça kullanılan kimyasal gübre, ilaçlar ve yoğun fosil yakıtları tarım arazilerine ve çevreye büyük zararlar veriyor. Ayrıca endüstriyel tarım ile ürünler ucuza mal edilse de fiyatlar tüketiciye ulaşana kadarki uzun tedarik zincirleri nedeniyle hızla yükseliyor. En çok dile getirilen ise endüstriyel tarım ile elde edilen ürünlerin sağlıksız oluşu.[3] Tabi bir de endüstriyel tarım yapan büyük firmaların köylülerin kullandıkları arazileri satın alarak bu insanların göçe zorlanması gibi sosyal sorunlar da var.
Günümüzde birçok bilim adamı bu sorunların üstesinden gelmek için agro-ekolojik tarım öneriyor. Agro-ekolojik tarımın temel özelliği doğal yöntemlerin kullanılması; gübre ve tarımsal ilaçların ise kullanılmaması. Ayrıca fosil yakıt kullanmadan (veya asgari miktarda kullanarak) tarım yapıldığı için hem ürünler daha sağlıklı ve kaliteli oluyor, hem de çiftçinin masrafları azalıyor. Bunun sonucunda çiftçi ürünlerini daha uygun fiyatla satabiliyor; böylece gıdanın güvenilirliği ve erişilebilirliği artıyor.
Agroekolojik tarımda hedef, üretici şirketler için değil insanlar için üretim yapılması. Bu sayede, tarla sahipleri ürünlerini düşük fiyatla şirketlere satmak yerine doğrudan son satıcıya veya tüketicilere satıyorlar. Bu strateji tedarik zincirlerini ve tekelleşmeyi ortadan kaldırırken, bir yandan da gıda fiyatlarında artış önleniyor ve insanların gıdaya erişimi kolaylaşıyor.
Agroekolojik tarım ütopik bir görüş değil. Dünyanın çeşitli yerlerinde başarılı uygulama örnekleri var.
Örneğin Doğu Afrika’da tarım zararlılarına karşı kimyasal ilaçlama yerine organik mücadele yöntemleri tercih ediliyor. Oakland Enstitüsü tarafından yapılan bu bölge ile ilgili bir değerlendirmeye göre, kimyasal böcek ilacı kullanmadan yapılan mısır tarımında verim hektar başına ortalama 1 ile 3,5 ton arasında arttırılabilmiş. Ayrıca Kenya hükümeti ve tarımsal araştırma merkezi ICRISAT tarafından işletilen Wote'daki bir program ile 400 kadar çiftçinin verimliliklerini artırdığı ve ürünlerini daha iyi bir fiyata satma imkanı elde ettikleri görüldü.[4]
Bir başka örnek ise Çin’in Yunnan bölgesinden. Bilim adamları ve çiftçiler çeşitli pirinç türlerini çaprazlayarak pirinç mantarı hastalığına dirençli bir tür geliştirmeyi başardılar ve %89 daha fazla ürün aldılar.[5]
Agroekolojik prensipler her büyüklükte çiftliğe uyarlanabilir. ABD Montona’dan Bob Quinn ailesi sahip oldukları 1500 hektarlık tarım alanında farklı buğday türleri, karabuğday, arpa, keten, mercimek, yonca (yeşil gübre ve saman balyaları için) ve bezelye (yeşil gübre için) yetiştirmeye başladı. Uygulanan 5 yıllık ürün rotasyonu böcekleri, hastalıkları ve zararlı otları yok etti ve toprağın kalitesini artırarak birinci sınıf mahsul elde etmesini sağladı.[6]
Agroekolojik tarımın başarısı için tüketicilere de üreticiler kadar büyük bir rol düşüyor. Öncelikle insanların besin değerleri yüksek sağlıklı ürünler mi yoksa toprak ve güneş ile değil, biyoteknoloji ve fosil yakıtla yetiştirilmiş plastiklere ve kimyasallara bulanmış besinleri mi aldıklarına dikkat etmeleri gerekiyor.
Olası bir küresel açlık krizinin önlenmesi ve insanların daha sağlıklı beslenmesi için BM’nin gıda politikalarında agroekolojik tarımı bir alternatif olarak sunması oldukça önemli. Tabi ülkelerde tarım bakanlıklarının da bu yöndeki uygulamaları teşvik edip desteklemesi gerekiyor.
[2] J. Price Gittinger; Analyse Economique de Projects Agrivoles, Edition Economica Paris, 1985, s. 5
[3] IPES-Food. 2016. From uniformity to diversity: a paradigm shift from industrial agriculture to diversified agroecological systems. International Panel of Experts on Sustainable Food systems.
[5] Janet Cotter ve Reyes Tirado; Food security: The answer is biodiversity, Greenpeace Briefing Haziran 2008, http://www.greenpeace.org/greece/Global/greece/report/2008/7/food-security.pdf
[6] Janet Cotter ve Reyes Tirado; Adı Geçen Eser.
Adnan Oktar'ın Kashmir Reader'da yayınlanan makalesi: