İnsanlar genellikle önemli gördükleri olaylara ve değer verdikleri insanlara karşı çok titiz bir hassasiyet içerisinde olurlar. Bu konularda en küçük bir hata dahi yapmamaya çalışırlar. Herşeyin olabilecek en kusursuz şekilde gelişmesi için ellerinden gelen herşeyi yaparlar. Değer verdikleri bir insanın üzerine titrer; onun saçının tek bir teline dahi zarar gelmemesi için müthiş bir özen gösterirler. Maddi manevi her konuda bu kişileri korur kollar, sürekli olarak onları mutlu etmenin yollarını ararlar.
Elbetteki –Allah sevgisine ve Allah rızasına dayalı- böyle bir sevgi ve sadakat modeli son derece güzel bir nimettir. İşte bu sebeple de böyle bir sevgi anlayışı şeytanın hiç istemeyeceği bir ahlak şeklidir.
Şeytanın, böyle bir sevgi ahlakını almış insanlara etki etmesi oldukça zordur. Bu nedenle dolambaçlı yollardan ve kurnazca yaklaşarak onları aldatmaya çalışır. Amacı bu şekilde ‘derin sevgi’ anlayışına sahip olan insanlar arasındaki sevgiyi zedelemeye çalışmaktır. Allah Kuran'da, şeytanın ‘insanların arasını açıp bozmak için çaba harcayacağını’ şöyle bildirmiştir:
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.(İsra Suresi, 53)
İşte bazen insanlar, şeytanın bu tür bir kışkırtmasıyla, çok değer verdikleri ve -Allah rızası için- üzerine titredikleri; müthiş bir titizlikle sevdikleri insanlara karşı dahi yanlış bir tavır gösterebilirler. Elbetteki insan çoğu zaman istemeden de birçok yönde kusur işleyebilir. Ama bunları gerçekten detaylı düşünmemekten, sonucunu gereği gibi hesaplayamamaktan ya da boş bulunmaktan yapar. Şeytanın istediği ise sadece bu tür bir şey değildir. Şeytan, ‘Müslümanların arasını açabilecek şekilde bilinçli bir tavır bozukluğu’nun peşindedir. Kişinin Kuran ahlakından ve Kuran mantığıyla düşünmekten uzaklaşmasını ve bunun sonucunda da samimi sevgiden taviz vermesini ister. Böyle bir tavır bozuklukluğuna sürükleyebilmek için de kişiye, ‘nasıl olsa sonra telafi ederim’ mantığını telkin eder.
Derin sevginin şartlarını iyi bilen bir insan, aslında gerçek sevgide böyle bir mantığa yer olmayacağını da bilir. İnsanın bir kereliğine ya da çok kısa süre için bile olsa, ne fiziksel ne de manevi bir konuda ‘sevdiğine kıyamaması’ gerektiğini bilir. Aksinin, sevdiğini ve ona duyduğu sevgiyi harcamak ve gözden çıkarmak olacağını; ve böyle yanlış bir cesaret anlayışının da mutlaka bir karşılığı olacağını bilir. ‘Nasıl olsa sonra telafi ederim’ düşüncesiyle hareket eden bir kişinin gerçek anlamda ‘sevgiyi yaşadığından’ ve ‘sevmeyi bildiğinden’ bahsetmenin de mümkün olmayacağını bilir. Gerçek sevgide hiçbir sebeple insanın sevdiğine karşı böyle bir mantıkla yaklaşmayacağını bilir. Sevgide onca titizlik ve hassasiyet gösterirken, ‘nasıl olsa telafi ederim’ mantığıyla yapacağı bir tavır bozukluğunun, yaptığı tüm güzellikleri kökten yıkabileceğini bilir.
Ancak bu gerçekleri bilmelerine rağmen, yine de şeytan bazen insanları böyle yanlış bir ahlaka karşı cesaretlendirir. O an için kişinin, nefsinin kışkırtmalarına uymasında bir sakınca olmayacağını; çünkü nasıl olsa -istediği anda o tavrını telafi edebileceğini- telkin eder. Elbetteki insanın -ölene kadar- her zaman için ve her konuda mutlaka bir telafi imkanı vardır. Ama böyle bir imkanı olması, insanın bile bile yanlış tavırlarda bulunması için bir mazeret değildir. İnsan istemeden bir hata yaptığında bunu telafi etmek için elinden geleni yapar ve Allah dilerse gerçekten de telafi edebilir. Ama insanın, istemeden değil de, tam tersine, böyle bir imkanın arkasına sığınarak bile bile yanlış bir tavırda bulunması farklı bir durumdur.
Öncelikle bu Allah'ın rızasına ve dine uygun bir tavır değildir. Allah'ı seven bir insan, Allah'ın beğenmeyeceği bir tavırdan her ne olursa olsun sakınır. Allah'ın hoşnut olmayacağını bildiği bir tavır için, asla ‘nasıl olsa telafi ederim’ diye düşünüp cesaretle bunu uygulayamaz. Allah korkusu onu böyle yanlış bir cesaretten alıkoyar.
İkinci olarak, insan bir an sonrasında yaşayıp yaşamayacağından da emin değildir. Her an ölebileceğini bilen ve ahirete inanan bir insan da, asla ‘ileride telafi ederim’ mantığına güvenip bilerek yanlış bir tavırda bulunamaz. Öldüğü takdirde Allah'a hesabını veremeyeceği, Kuran ahlakına uygun olmadığını bildiği ve sonucunda da sonsuza kadar büyük bir pişmanlık yaşamasına sebep olabilecek bir tavırda bulunmaya cesaret edemez.
Aynı şekilde insanın, yanlış bir tavır gösterdiği kişi de her an ölebilir. İnsanın elinde, bu yönde de kesin olarak bir telafi imkanı olduğuna dair bir güvencesi yoktur. Elbetteki her olayda bir hayır vardır. Eğer o kişi ölse bile, insan Allah'a karşı pişmanlığını yine ifade edebilir. Ancak mümin bir kimse, bu ihtimali de düşünerek, böyle bir tavır bozukluğu göstermekten kaçınır.
Ayrıca bazen de insanın, telafisinin çok kolay olacağını zannettiği bazı durumların telafisi, sanıldığı kadar kolay da olmayabilir. Allah kaderde bir imtihan olarak, kişinin daha çok çaba harcamasını gerektirecek şekilde bir durum da yaratabilir.
Bazen de telafi etmek insanın tahmininden çok daha fazla zaman alabilir. Sadece tek bir güzel söz ya da tek bir güzel tavır, yapılan yanlışlığın tam olarak telafi edilmesi için yeterli olmayabilir. Bir insanın güvenini, sevgisini, saygısını kazanmak, bazen uzun zaman boyunca istikrarla sürdürülen güzel bir ahlak neticesinde gerçekleşebilir. Çünkü gösterilen yanlış cesaretin, tekrar gösterilmeyeceğine dair kesin bir garanti verilmesi gekekir. Kişi, Allah'tan korktuğuna ve Kuran ahlakına uygun olmayan bir tavırdan titizlikle sakındığına dair, ahlakıyla Müslümanlara güven vermelidir. İşte bu da, bazen bir an nefsin bir kışkırtmasına kapılıp yapılan yanlış bir tavrın telafi edilmesi için haftalar ya da aylar geçmesini gerektirebilir. Dolayısıyla Allah'tan korkan bir insanın, birkaç dakikalık nefsani bir istek için, böyle bir nimet kaybını göze almaması gerekir.
Allah Kuran'da, Müslümanlarda güven oluşturacak olan tavrın, ‘sürekli olarak gösterilen güzel ahlak’ olduğunu bildirmiştir. Çünkü bu, samimi imanın alametidir. Allah'tan korkan bir insanın, arada bir güzel ahlak, arada bir de kötü ahlak gösterebilmesi söz konusu değildir. Çünkü bunlardan biri Allah korkusunun, biri de Allah'tan korkmamanın alametidir. Bir insan aynı anda bu iki duyguyu birden yaşayamaz. Eğer bir kimsenin hayatında Allah'tan korkmadığına dair bir bölüm varsa, o zaman imanı da şüpheli hale gelir (Doğrusunu Allah bilir).
Bu nedenle gerçekten samimi olarak iman eden bir insanın, üzerine böyle bir şüpheyi almaması gerekir. Gerçekten Allah'a gönülden iman etmişse, hayatının her anında bu imanının ve samimiyetinin gereğini yaşamalıdır. ‘Nasıl olsa telafi ederim’ diyerek, asla yanlış olan bir tavrı bile bile uygulamamalıdır. Bunun, dünyada da ahirette de insana büyük bir pişmanlık getirebileceğnii unutmamalıdır. Hayatının her saniyesinde ‘Allah'ın en razı olacağı davranışlarda bulunmayı hedeflemeli’dir. Nefsi ne kadar kışkırtırsa kışkırtsın, şeytan ne kadar çekici gösterirse göstersin asla Kuran ahlakından taviz vermemelidir.
Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)
Allah, hidayet bulanlara hidayeti arttırır. Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha hayırlıdır. (Meryem Suresi, 76)