Museviler ve Hristiyanlar Allah'ın Kuran'da Kitap Ehli olarak bildirdiği insanlardır. Kuran'ın bir çok ayetinde Müslümanların Kitap Ehli'ne karşı nasıl bir tutum içinde olmaları gerektiği açıklanmıştır. Peygamber Efendimiz (sav)'in hayatına baktığımızda da, Kuran'ın bu ayetlerinin nasıl uygulanması gerektiğini en güzel şekilde görürüz. Buna göre, Müslümanlar Kitap Ehli'ne karşı şefkat göstermekle, onları koruyup kollamakla, nezaketli, anlayışlı ve güzel bir üslupla onları İslam'a davet etmekle yükümlüdürler.
- Müslüman herkese tebliğ yapmakla yükümlüdür -
Allah'ın Kuran'da Müslümanlara farz kıldığı hükümlerden biri de iyiliği emredip kötülükten men etmek, insanları doğru yola davet etmek ve İslam ahlakının yeryüzüne hakim olması için gayret etmektir.
Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)
Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele. (Tevbe Suresi, 112)
Allah'ın tüm peygamberleri, elçileri ve salih müminlerin hepsi Allah'ın bu emrini eksiksiz yerine getirmişler, yaşadıkları devirde toplumun her kesimine tebliğ yapmışlardır. Tebliğ yaparken hiçbir zaman, "şu konumdaki insana din anlatılmaz", "şu ırktan, şu düşünceden, şu dinden insan doğru yola davet edilmez", "kıyafeti böyle olanla konuşulmaz" gibi bir düşünce içinde olmamış, hiçbir ayırım yapmadan herkesi Allah'ın hak dinine çağırmışlardır. Peygamberimiz (sav) Mekkeli müşriklere, Ebu Cehil'e, Ebu Leheb'e, Hac mevsiminde kurulan panayırlara gelen tüm kabile ve ziyaretçilere, Hristiyan ve Musevi topluluklara tebliğ yapmıştır. Karşısındaki insanların toplum içindeki konumuna, İslam'a bakış açılarına, düşüncelerine, yaşam stillerine, ahlaki yapılarına, kıyafetlerine göre ayırım yapmadan, defalarca, çok çeşitli ve hikmetli yöntemler ve üsluplar kullanarak onları Bir olan Allah'a imana çağırmıştır. Bu kişiyle konuşulmaz, şu kişiye tebliğ yapılmaz gibi bir tutum içinde olmamıştır.
Hz. İbrahim (as) devrinin en azgın, en gaddar, en zalim insanı olan Nemrud'a Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmıştır. Hz. Musa (as), devrin Müslümanları olan İsrailoğulları'nın erkek çocuklarını boğazlayan, onlara akıl almaz işkenceler yapan Firavun'a gidip onu Allah'ın dinine tabi olmaya çağırmıştır. Ve bunu yaparken, Allah Hz. Musa (as)'a Firavun'a "yumuşak söz" söylemesini emretmiştir:
"İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor."
"Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar."
Dediler ki: "Rabbimiz, gerçekten, onun bize karşı 'taşkın bir tutum takınmasından' ya da 'azgın davranmasından' korkuyoruz."
Dedi ki: "Korkmayın, çünkü Ben sizinle birlikteyim; işitiyorum ve görüyorum." (Taha Suresi, 43-46)
Görüldüğü gibi Allah Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as)'ı o devrin en ahlaksız, en sapkın, en şedid, İslam'a en düşman kişisine tebliğ yapmaya göndermiştir. Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as), dönemin dinsizlik ve ahlaksızlık merkezi olan Firavun'un sarayına giderek ona tebliğ yapmışlardır. Üstelik Allah, Firavun gibi din düşmanı birine bile "yumuşak söz" söylemelerini emretmiştir.
Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu kıssadan da açıkça anlaşıldığı üzere Müslümanlar her kesimden insana tebliğ yapmakla mükelleftirler. Ve bu tebliği yaparken, son derece nezaketli, sevecen, şefkatli ve sabırlı bir üslup kullanmakla yükümlüdürler. İslam'da katı, bağnaz, kaba bir üslup yoktur. Koşullar ne olursa olsun, karşıdaki kişi kim olursa olsun Müslüman güzellikle, sevgiyle, şefkatle dini anlatmakla emrolunmuştur. Müslümanın yapması gereken Allah'ın Kuran'da bildirdiği şekilde dini anlatmak ve hidayeti verecek olanın Allah olduğunu bilerek kimseye karşı zor ve baskı uygulamadan, doğruyu göstermektir. Müslümanların doğruyu göstermekle, Allah Katında hak din olan İslam'a davet etmekle yükümlü oldukları bir topluluk da Kitap Ehli'dir. Müslüman ahlaki ve tavır bozukluğu içinde olanlara, dinsizlere, materyalistlere, ateistlere dahi dini anlatmakla yükümlüyken, Allah'ın varlığına iman eden, peygamberlere inanan, Allah'ın göndermiş olduğu kitaplara uyan Kitap Ehli'ni de hakka davet etmekle yükümlüdür. Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu yükümlülüğün yerine getirilmesi için de Kitap Ehli'yle sosyal ilişki içinde olunması gerektiği açıktır.
- Kitap Ehli içinden samimi iman edenler vardır -
Kuran'da bildirilen açık hükümleri göz ardı eden, Peygamberimiz (sav)'in hayatını görmezden gelen, bağnaz, katı yürekli, ayete ve hadise değil hurafeye uyan bazı kimseler, Allah'ın tüm Musevileri ve tüm Hristiyanları lanetlemiş olduğu gibi sapkın bir inanca sahiptirler. Ve bu sapkın inançlarını yayarak, Kitap Ehli ile Müslümanlar arasına kin ve nefret tohumları ekmeye çalışmakta, kavgayı, çatışmayı, savaşı ve kan dökücülüğü teşvik etmektedirler. Oysa Allah'ın Kuran'da tüm Musevileri, tüm İsrail ırkını ve tüm Hristiyanları hiçbir ayrım gözetmeden lanetlemesi diye bir durum söz konusu değildir.
Allah'ın Kuran'da Hristiyanların ve Musevilerin inanç bozukluklarını, tavır ve ahlak bozukluklarını bildirdiği bir gerçektir. Yaptıkları çirkin davranışlardan ve yanlışlardan dolayı onları yerdiğini, kınadığını ve bu tutumlarından razı olmadığını da bildirmiştir. Ama bu, gelmiş geçmiş, istisnasız her bir Musevi'yi ve her bir Hristiyan'ı kapsayan bir durum değildir. Bu kınama, uyarma ve hatırlatma bu ahlaksızlığı yapanlara yöneliktir. Hz. Musa (as)'a eziyet eden Museviler kimse, uyarılmış olmalarına rağmen her defasında sapan Museviler kimse, Samiri'ye uyup bir putu ilah edinen Museviler kimse, Hz. Musa (as)'ı Allah yolunda mücadelesinde yalnız bırakan Museviler kimse Allah onları uyarmış, onların ahlaksızlığını Kuran'da bizlere haber vermiştir. Aynı şekilde Hz. İsa (as)'ı haşa ilah edinen, Allah birdir demeyen, haşa Allah oğul edindi diyen Hristiyanlar kimse onların küfre saptığını söylemiştir.
Bununla birlikte Kuran'da Kitap Ehli'nin hepsinin bir olmadığı içlerinde Allah'a samimi olarak iman edenler, Allah'a derin saygı gösterenler olduğu da bildirilmektedir:
ONLARIN HEPSİ BİR DEĞİLDİR. KİTAP EHLİ'NDEN BİR TOPLULUK VARDIR Kİ, GECE VAKTİNDE AYAKTA DURUP ALLAH'IN AYETLERİNİ OKUYARAK SECDEYE KAPANIRLAR. Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Al-i İmran Suresi, 113-115)
Şüphesiz, KİTAP EHLİNDEN, ALLAH'A; SİZE İNDİRİLENE VE KENDİLERİNE İNDİRİLENE -ALLAH'A DERİN SAYGI GÖSTERENLER OLARAK- İNANANLAR VARDIR. Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 199)
Bu (Kur'an)dan önce, KİTAP VERDİKLERİMİZ BUNA İNANMAKTADIRLAR. Onlara okunduğu zaman: "BİZ ONA İNANDIK, GERÇEKTEN O, RABBİMİZ'DEN OLAN BİR HAKTIR, şüphesiz biz bundan önce de Müslümanlar idik" derler. (Kasas Suresi, 52- 53
EHL-İ KİTAPTAN ÖYLESİ VARDIR Kİ KENDİSİNE YÜKLERLE ALTIN EMANET BIRAKSAN ONLARI SANA ÖDER. Ama öylesi de vardır ki, bir altın bile versen başında dikilip durmadıkça onu sana geri vermez. Bunun sebebi, onların: "Ümmiler hakkında ne yaparsak mubahtır, ondan dolayı sorumlu olmayız" demeleridir. Onlar bile bile, Allah hakkında yalan uydururlar. (Al-i İmran Suresi, 75)
Görüldüğü gibi, bazı kimselerin öne sürdüğü, "Museviler lanetlidir, Hristiyanlar lanetlidir, onların hepsi düşmandır" sözleri Kuran'a göre doğru değildir. Allah Adil olandır, kulları için hakla hüküm verendir. Allah bir kimseyi işlemediği bir suç, yapmadığı bir kötülük, göstermediği bir ahlaksızlık nedeniyle, sırf daha önce o kavmin içinden ahlaksızlıklar yapanlar olduğu için cezalandırmaz. Bu Allah'ın şanına, adaletine, üstün ahlakına uygun değildir. Bir kavmin toptan lanetlenip, toptan cezalandırılması Kuran'da değil, bazı mitolojik sapkın inançlarda yer alır. Dolaysıyla Müslümanların Kitap Ehli'ne karşı tutumlarında bu tarz batıl ve hurafeye dayalı düşüncelerin değil, Kuran ayetlerinin ve Peygamberimiz (sav)'in uygulamalarının esas olması gerekir.
- Kitap Ehli'ni öncelikle "Allah birdir" demeye davet etmek gerekir -
Allah Kuran'da Müslümanların Kitap Ehli'ne karşı tutumlarının nasıl olması gerektiğini açıklarken onlara nasıl tebliğ yapmamız gerektiğini de bildirmiştir. Allah'ın hükmüne göre Müslümanlar Kitap Ehli'ni öncelikli olarak "Bir olan Allah'a imana" yani tevhid inancına davet etmelidir.
De ki: "EY KİTAP EHLİ, BİZİMLE SİZİN ARANIZDA MÜŞTEREK (OLAN) BİR KELİMEYE (TEVHİDE) GELİN. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64)
Allah'ın Kuran'da Kitap Ehli'nin "Allah birdir" demeye davet edilmesini bildirmesinin önemli hikmetlerinden biri de, Allah'ın onların "LailaheilAllah" demelerini beğendiğini göstermesidir. Kitap Ehli "LailaheilAllah" dediği vakit, Allah'a bir olarak iman ettiğini, Allah'a derin bir saygı ve sevgiyle bağlandığını ifade etmiş olur, ki bu çok önemli ve hayati bir husustur. "LailaheilAllah" diyerek Allah'ı sevdiğini, Allah'ı dost edindiğini ifade Kitap Ehli'nin, Allah'ın da onları sevmesi ve dost edinmesi için, mutlaka "Muhammeden Resulullah" demesi ve Kuran'a tabi olması şarttır. Müslümanlar Kitap Ehli'nin önce, "Allah birdir" demesine vesile olduktan sonra, bu defa onları Hz. Muhammed (sav)'in son hak peygamber ve Kuran'ın son hak kitap olduğuna iman etmeye ve Kuran'ı yaşamaya davet etmekle yükümlüdür. Bu davetin nasıl bir üslup içinde yapılması gerektiğini de Allah Kuran'da bildirmiştir.
- Kitap Ehli'ne tebliğ yaparken "en güzel söz" söylenmelidir -
Kuran'ın hiçbir ayetinde Kitap Ehli'ne karşı düşmanca bir tutum içinde olmayı, onlara karşı amansız bir nefret duymayı telkin eden bir ifade yoktur. Böyle bir düşünce Kuran'a ve sünnete uygun değildir. Müslüman sadece Musevi ve Hristiyanlar içinden değil, hangi ırk ve toplumdan olursa olsun, Allah'a ve dinine savaş açmış olanlara karşı haklı bir buğz duyar. Ama bu buğz Müslümanı onlara karşı adaletsiz, anlayışız ve zalimane bir tavır almaya asla yöneltmez ve yöneltmemelidir. Nitekim Allah Kuran'da, "Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır."(Maide Suresi, 8) buyurmuştur.
Üstelik Müslümanlar kendilerine karşı olan müşriklerden birini dahi, kendilerinden eman istediğinde korumak ve kollamakla mükelleftirler.
Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır'... (Tevbe Suresi, 6)
Ki söz konusu olan Allah'ın varlığına iman eden, gönderilmiş peygamberleri seven, Allah'tan korkan Kitap Ehli olduğunda, özellikle de içlerinden "LailaheilAllah" diyenler söz konusu olduğunda, bu insanlara karşı müşfik ve sevecen bir tutum içinde olunması gerektiği açıktır. Nitekim Allah da onlara karşı en güzel olan üslubu kullanmamızı istemektedir:
İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, KİTAP EHLİYLE EN GÜZEL OLAN BİR TARZIN DIŞINDA MÜCADELE ETMEYİN. Ve deyin ki: "bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz o'na teslim olmuşuz." (Ankebut Suresi, 46)
- Peygamberimiz (sav) Kitap Ehli'ne sevgi ve şefkatle tebliğ yapmıştır -
Biz, Allah'ın Kuran'da bildirdiği hükümlerin en güzel ve en hikmetli şekilde nasıl uygulanabileceğini Peygamberimiz (sav)'den öğreniriz. Yani Müslümanlar için esas olan Allah'ın ayeti ve Resulullah (sav)'in o ayeti tefsiri ve uygulamasıdır. Peygamber Efendimiz (sav)'in Kitap Ehli'yle nasıl bir ilişki içinde olduğunu incelediğimizde ise, onlara karşı şefkatli, anlayışlı ve nezaketli bir üslup kullandığını, onları koruyup kolladığını, dinlerini özgürce yaşamaları için imkan sağladığını görürüz. Peygamberimiz (sav)'in bizzat hazırladığı Medine Vesikası, Necran Hristiyanlarıyla yapılan anlaşmalar, Peygamberimiz (sav) tarafından farklı Hristiyan ve Musevi kabilelere verilen emannameler, Peygamberimiz (sav)'ın Kitap Ehli'ne karşı şefkatli, koruyucu ve adil tutumunun güzel örnekleridir. Bununla birlikte Peygamberimiz (sav)'in bir Musevi'nin cenazesi geçtiği sırada ayağa kalktığı, Mescid-i Nebevi'de Hristiyanların kendi ibadetlerini yapmalarına müsaade ettiği, kendisini ziyarete gelen Hristiyanların oturması için abasını çıkarıp altlarına serdiği, hicret eden ilk Müslümanları güvende olmaları için Hristiyan Necaşi'nin yanına gönderdiği sahih hadis kitaplarında yer alan gerçeklerdir. Dolayısıyla tüm Müslümanların da bu gerçeklere göre hareket etmeleri, Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uygun olarak Kitap Ehli'ne güzellikle davranmaları, onları sevgiyle, şefkatle ve nezaketle İslam'a davet etmeleri gerekir. (Peygamberimiz (sav)'in hayatından güzel örnekleri buradan okuyabilirsiniz.)
- Kitap Ehli gerçek İsevi ve gerçek Musevi olmak için Muhammedi olmalı, Kuran'a uymalıdır -
Buraya kadar anlattıklarımızda Kuran'dan ve Peygamberimiz (sav)'in hayatından delilleriyle gördüğümüz gibi Müslümanlar, Kitap Ehli'ne karşı şefkatli bir tutum içinde olmalı, onları güzel sözle Allah'ın Birliğine ve İslam'a davet etmelidir.
Kitap Ehli'nin Allah'ın birliğine iman edip, "LailaheilAllah" demesi kuşkusuz çok değerli bir güzelliktir. Ama Allah Katında din İslam'dır. Kitap Ehli, Allah'ın kendilerini sevmesini ve kendilerinden razı olmasını istiyorsa mutlaka Hz. Muhammed (sav)'in son hak peygamber olduğunu kabul etmeli ve Kuran'a tabi olmalıdır. Allah'ın Hz. Musa (as) ve Hz. İsa (as) indirdiği hak dinler, zaman içinde bozulmalara uğramış ve ne Hz. Musa (as)'ın ne de Hz. İsa (as)'ın asla tebliğ etmediği ve asla kabul etmeyecekleri bazı düşünceler ve kavramlar eklenmiş, bazı hak kavramlar da çıkarılmıştır.
Bu nedenle, eğer Kitap Ehli Allah'ın bu mübarek peygamberlerine indirdiği hak dine Allah Katındaki haliyle tabi olmak, Hz. Musa (as) dönemindeki salih bir Musevi, Hz. İsa (as) dönemindeki gibi salih bir İsevi olmak istiyorsa aynı zamanda Muhammedi olmalı ve Kuran'a uymalıdırlar. Allah Kuran'da tüm peygamberleri birbirinden ayırt etmeden iman etmeyi emretmiştir. Nasıl ki bir Müslüman Hz. Muhammed (sav)'e inanıyorum, ama Hz. İbrahim (as)'ı reddediyorum dediğinde dinden çıkarsa, İsevi ve Musevilerin de Hz. Muhammed (sav)'in Allah'ın peygamberi olduğunu kabul etmeleri ve onu candan sevmeleri gerekir. Bu onların Hz. Musa (as)'ı ve Hz. İsa (as)'ı gözardı ettikleri, artık onları sevmedikleri anlamına gelmez. Tam tersine bu mübarek peygamberleri tam Allah'ın istediği gibi, tam Allah'ın razı olacağı şekilde sevmelerine vesile olur. Hz. Musa (as)'a daha yakın, Hz. İsa (as)'a daha yakın olmalarını, onları daha doğru anlamalarını, onlara tam anlamıyla bağlanmalarını sağlar.
Bu açık gerçeğe rağmen eğer Kitap Ehli'nden bazı kimseler, kendi düşüncelerinde ve kendi inançlarında kalmak isterlerse, bu durumda Müslümanlar onlara asla zorla dinlerini değiştirtemez, onlara baskı uygulayamazlar. Müslümanların söyleyeceği söz, Allah'ın Kuran'da bildirdiği üzere, tüm insanlara olduğu gibi Kitap Ehli'ne de, "Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kafirun Suresi, 6) demektir.