Kırım, Karadeniz'in adeta dört bir yanına hakim, çok önemli jeopolitik ve stratejik konuma sahip bir yarımada. İstanbul ve Çanakkale boğazlarıyla birlikte, Karadeniz'in ve buna sahili olan ülkelerin güvenliği açısından en kritik noktalardan biri. Bu bölgeyi kontrol eden gücün Karadeniz'e ve Boğazlar'dan Akdeniz'e geçişe de hakim olacağı yerleşik bir kanaat. Bu nedenle yarımada tarih boyunca birçok savaşlara sahne oldu. Dolayısıyla, Kırım'ın barış ve istikrar yanlısı güçlerin hakimiyetinde güvenli bir bölge olması dünya barışı açısından son derece hayati bir konu.
Yarımada, çeşitli dönemlerde Roma, Bizans ve Trabzon imparatorluklarının, Ceneviz, Venedik ve Altın Ordu devletlerinin egemenliğinde kaldı. Bununla birlikte bölgeye, en köklü ve güçlü tarihi, kültürel, dini ve etnik bağlarla bağlı iki devlet, Ruslar ve Türkler.
Her devirde Müslüman ve Hırstiyanlara ev sahipliği yapan bu topraklarda iki ülkenin de kutsal ve manevi mirası bulunuyor, yüzbinlerce şehidi yatıyor. Rus prensi Vladimir, Kırım'ın güneybatısındaki Antik Yunan kolonisi Chersonesos kasabasında 988 yılında vaftiz olarak buradan kendi ülkesine Hıristiyanlığı getirdi.
Türk boylarından olan Tatarların bu coğrafyaya yerleşmeleri, 6. yüzyıla kadar uzanıyor. 1428'de Kırım Tatarlarının tarihi devleti olan Kırım Hanlığı, Altın Ordu devletinin halefi olarak kuruldu. Hanlık 1475'ten itibaren 300 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu'nun himayesinde özerk bir hanlık olarak kaldı. Temmuz 1774'te Rusya'yla Osmanlı arasında imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması ile bu durum sona erdi.
Anlaşmaya göre Kırım'ın yerli halkı olan Müslüman kabileler ve Tatar toplulukları, siyasi bakımdan bağımsız sayıldı ve başka hiçbir ülkeye bağlı olmadıkları kabul edildi. Ancak, dini işlerinde Hilafet makamından ötürü Osmanlı padişahına tabi olacaklardı. Halen geçerliliğini koruyan ve "süresiz" kaydıyla imzalanan anlaşmanın en önemli şartlarından biri ise, "Kırım'ın bir başka 3. tarafa teslim edilemeyeceği" idi.
Küçük Kaynarca'nın ardından 21 Mart 1779'da yine Rusya ve Osmanlı arasında, bir düzenleme ve ticaret anlaşması olan Aynalıkavak Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre, o tarihte başta olan Şahin Giray'dan sonraki hanların seçimi için Osmanlı padişahının onayı alınacaktı. Aynalıkavak Anlaşması ile Kırım'ın bağımsızlığı da yeniden onaylanmış oldu.
Birbirini tamamlayan ve pekiştiren bu iki anlaşma sonucunda, Rus Çarlığı ve Osmanlı İmparatorluğu, Kırım üzerinde, günümüzdeki tanımıyla iki garantör devlet statüsüne sahip oldu. Kırım bölgesinde ortaya çıkabilecek siyasi anlaşmazlıklarda, Osmanlı ve Rus devletlerinin kendi aralarında varacakları kararın uygulamaya konması kayıt altına alındı.
Dolayısıyla, bunların devamı olan Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu, bugün resmi olarak Kırım üzerinde söz hakkına sahip iki devlet konumunda. Küçük Kaynarca Anlaşması'nın, Kırım'ın 3. taraflara teslim edilemeyeceğine dair maddesi de diğer ülkelerin Kırım üzerinde hak iddia etmelerini ve müdahil olmalarını, uluslararası hukuk açısından geçersiz kılıyor.
Bu nedenle, Kırım üzerinde Ukrayna'nın, Avrupa ülkelerinin, ABD'nin ya da başka bir ülkenin veya NATO'nun herhangi bir yasal müdahale yetkisi bulunmuyor. Ukrayna da Kırım'ı ya da toprak bütünlüğünü kaybetmiş olmuyor, çünkü zaten başından beri Kırım'la komşuluk ilişkisi dışında gerçek anlamda tarihi, kültürel, etnik bir bağı yok.
Bölge, 1954 yılında formalite olarak Rusya SSC'nden Ukrayna SSC'ne aktarıldı. Bu devir zaten SSCB içinde yapıldığından kimse o dönemde önemsemedi. Hatta tarihi oylamanın yapıldığı SSCB Komünist Partisi Genel Kurulu toplantısında, 27 üyeden yalnızca 13'ü hazır bulunmuştu. Bu süreçte kimse Kırım halkının ne istediğini sormadı, takip edilmesi gereken yasal süreçler ihlal edildi, yapılması gereken referandumlar yapılmadı. 15 dakikalık tartışma sonrası alınan bu kararın ileride ne tür sonuçlar doğurabileceği tam olarak düşünülmedi.
1991'de SSCB'nin dağılmasının ardından Kırım, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Boris Yeltsin tarafından Ukrayna'ya hediye edildi. 2.5 milyon nüfuslu bölge halkının fikri bile sorulmadı. Bu karar üzerine Kırım, yüzlerce yıllık Türk ve Rus himayesinin ardından kağıt üzerinde 23 yıl Ukrayna sınırları içinde kaldı. Bölgeyle ilgili yürürlükteki anlaşmalar ve uluslararası hukuk açıkça ihlal edildi.
Bugün bu tarihi hatalar Sayın Putin öncülüğünde, Kırım halkının da onay ve desteğiyle telafi edilmeye başlandı. Ne var ki Kırım konusu halen, İngiliz ve Obama hükümetlerinin öncülüğünde başlatılan Rusya karşıtı izolasyon ve yaptırım politikalarına sözde haklı bir gerekçe olarak öne sürülüyor. Bu politikalar aynı zamanda, Rusya ve Türkiye gibi bölge ülkelerini Karadeniz'de etkisizleştirme planının da bir parçası. Londra merkezli yönetilen eleştiri ve tehdit kampanyalarıyla, algı operasyonlarıyla yoğun biçimde destekleniyor.
Her konuda olduğu gibi Kırım üzerinde de kurulacak güçlü bir Rus-Türk ittifakı, bu organize eleştiri, itiraz ve tehditlere karşı en etkili ve geçerli cevap olacaktır. Zira, bu iki ülkenin Kırım üzerindeki söz sahibi ve himayeci rolü Rus senatör Sayın Aleksey Puşkov'un da deyimiyle "Falkland Adaları'nın İngiltere'ye bağlanmasından çok daha mantıklı" ve hukukidir.
Geçmişteki bazı Türk ve Sovyet hükümetlerinin hatalı politikaları ve ihmalleri telafi edilerek, Türkiye-Rusya işbirliği en üst düzeylere çıkarıldığında, Kırım hak ettiği tarihi ve kültürel kimliğine, güzelliğine yeniden kavuşacaktır. İki ülkenin ekonomik, kültürel ve fiziki katkılarıyla Kırım'ın imarı, kalkınması, her yönden gelişip zenginleşmesi sonucunda ortaya dünya çapında güzellik ve etkileyicilikte bir yarımada çıkacaktır. Bölge, önemli bir tarihi ve turistik değer haline gelecektir. Diğer yandan, iki ülkenin askeri ittifakı, Karadeniz ve Karadeniz ülkelerinin güvenliğini en güçlü biçimde sağlayacaktır.
Sayın Erdoğan ve Sayın Putin'in bu tarihi fırsatı çok iyi değerlendirerek işbirliği konusunda öncü olmaları, çok güzel gelişmelere kapı açacaktır. Her iki ülkeye de kan, tarih ve sevgi bağlarıyla bağlı, her iki ülkenin sorumluluğunda ve himayesinde, bağımsız bir Kırım, güçlü bir Türk-Rus ittifakının ve kardeşliğinin sarsılmaz sembolü haline gelecektir. Tarih boyunca iki ülkeyi her fırsatta birbirine kışkırtmayı adet edinmiş İngiliz Derin Devleti için de bu ittifak en büyük cevap olacaktır.
Adnan Oktar'ın Katehon & Jefferson Corner'da yayınlanan makalesi:
http://katehon.com/article/crimea-crisis-can-be-turned-opportunity
http://www.jeffersoncorner.com/crimea-crisis-can-be-turned-into-an-opportunity/