Hz. Mehdi'nin Risale-i Nur'u program edinmesiyle işinin kolay olacağı ve bu nedenle Üstad'ın Mehdi olduğu yanıgısındaki Nur talebelerine örnek |
Yine bazı Nurcu kardeşlerimiz Ahir zamanda bu üç görevi yerine getirirken Risale-i Nur’u kendine program edinmesi nedeniyle Hz. Mehdi (a.s.)’ın yaptığı tüm icraatlerin Üstad’a mal olacağını da iddia etmektedirler. Üstadın asıl mimar olduğunu, Hz. Mehdi (a.s.)’ın ise haşa bir inşaat ustası gibi zaten hazır olan bir program üzerinde görevini icra edeceğini iddia etmektedirler. Dolayısla da Hz. Mehdi (a.s.)’ın işinin güya çok kolay olacağını ima ederek, Ahir Zamanın en şiddetli zamanında görev alacak olan gelmiş geçmiş en büyük veli ve kutb-u azamının görevini adeta küçümser bir yaklaşım içinde bulunmaktadırlar. Yine aynı kişiler Hz. Mehdi (a.s.)’ın üstadın talebesi konumunda olacağını da ifade ederek Risalelere tamamen ters düşen bir mantık geliştirmektedirler. Oysa Üstad Hz. Mehdi (a.s.)’ın bir öncü askeri, ona yer hazırlayan bir neferi, bir hizmetkarı olduğunu risalelerinde çok açık bir şekilde ifade etmiştir.
FAKAT O İLERİDE GELECEK ACİP (Şaşılan ve hayret uyandıran şey; benzeri görülmeyen; garip) ŞAHSIN BİR HİZMETKÂRI VE ONA YER HAZIR EDECEK BİR DÜMDÂRI (Ordunun geriden gelen emniyet kuvveti) VE O BÜYÜK KUMANDANIN PÎŞDÂR (öncü) BİR NEFERİ (askeri) OLDUĞUMU ZANNEDİYORUM. ... (Barla Lahikası, sf. 162) |
Risalelerin hiçbir yerinde Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri böyle bir mantığı kullanmamıştır. Ayrıca bu mantıkta düşünüldüğü takdirde Bediüzzaman’ın tüm hizmetlerinin; kendisinin gerek Nakşi ve gerek Kadiri yönü olması sebebiyle Kadiri tarikatının kurucusu ve dolayısıyla da Üstad’ın hocası olan Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne geçeceği gibi bir durum söz konusu olacaktır. Dolayısıyla Üstad’ın talebeleri için de aynı durum geçerli olacaktır. Onlar arasından, Hz. Mehdi (a.s.)’ın üç görevinden birini bir cihette yaptığını iddia edenler varsa onların da yaptıkları Said Nursi Hazretleri’ne dolayısıyla da Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne geçecektir. Sonuçta ne Said Nursi Hazretleri ne de Nur cemaatinin mensupları Ahir zamanın büyük Mehdisi olamayacaklar ve Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin Hz. Mehdi (a.s.) olduğunu kabul edeceklerdir. Ancak Abdülkadir Geylani Hazretleri, Üstadın; “bir nevi Mehdi ve müceddid” hükmünde gördüğü bir zat-ı muhteremdir. Ancak Hz. Mehdi (a.s.) zamanında gerçekleştirilmesi gereken 3 büyük vazifeyi bir arada yerine getirmemiş olması nedeniyle kendisi Ahir zamanın Mehdi (a.s.)’si ünvanını almamıştır.
Risalelerin ruhuna ters düşen teviller yapmaları, bazı Nurcu kardeşlerimizin, Üstad'ı ve Risaleleri gerektiği gibi anlayamadıklarını göstermektedir
Şu da çok önemlidir ki; söz konusu Nur talebeleri Üstad’ın Hz. Mehdi (a.s.) ve Hz. İsa (a.s.) hakkındaki son derece açık ve net olan izahlarına çok farklı izahlar getirerek kendi aralarında farklı cepheler de oluşturmaktadırlar. Ancak bu durumlarıyla, aslında hem Üstad’ı hem de Risaleleri gerektiği gibi anlayıp kavrayamadıklarını ortaya koymaktadırlar. Çünkü kendi aralarında farklı gruplara ayrılan Nurculardan kimi, Üstad Hz. Mehdi (a.s.)’dı demekte, kimi Hz. Mehdi (a.s.) ve Hz. İsa (a.s.) için; daha önce geldiler ve vefat ettiler demekte bir kısmı da ikisi de vefat ettiler ruhları dabbet-ül Arz’da toplandı ve şu an vazifede demekte, kimi Hz. Mehdi (a.s.) Risalelerdir derken bir kısmı da Hz. Mehdi (a.s.) görünmez çünkü şahsı manevidir demekte, kimi Hz. İsa (a.s.) da, Hz. Mehdi (a.s.) da şahsı manevidirler demekte en son olarak da tüm bu fikirlerin hepsini bir kenara bırakarak; “Ahir zamanda tek bir Mehdi değil üç ayrı Mehdi çıkacak aynı anda zuhur edecekler, bir tanesi siyaset, bir tanesi diyanet bir tanesi de saltanat aleminde görev yapacaklar” gibi son derece yanlış bir görüşle ortaya çıkmaktadır. Oysa ortaya konan tüm bu mantıklar hem ilgili kişiler hem de aynı düşünceyi savunan diğerleri açısından çok büyük bir utanç vesilesidir. Çünkü ortaya attıkları bu iddiaların tamamı Risalede yazılanlarla kesin olarak çelişmekte, Risalelerin ruhundan kopuk, Üstad’ın düşüncelerinden uzak, yanlış anlayışları içermektedir.
Sırf Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın bu yüzyılda bir şahıs olarak geleceklerini kabullenmemek, onların gelip geçtiklerini söylemek, mehdiyet konusunu bir itibar konusu gibi görmek ya da Üstad’a karşı manevi bir koruma hissini ayakta tutmak için, -Üstad’ı tenzih ederiz- onu yalancı konumuna sokan, son derece açık olan ifadelerini, ancak şerh edilerek anlaşılabilecek karmaşık, anlaşılmaz, müteşabih izahlarla dolu ifadeler gibi gösteren bir zihniyet tehlikelidir.
Üstad Hz. Mehdi (a.s.)'a derin bir sevgi ve saygıyla bağlıdır, onun öncü bir askeri ve yardımcısıdır
Üstad Hz. Mehdi (a.s.)’a aşkla, derin bir sevgi ve sadakatle bağlı bir şahıs olmasına rağmen ve kendisi bizzat Risalelerinde Hz. Mehdi (a.s.)’ın hizmetkarı, öncü askeri, dümdarı olduğunu ifade edek ona olan sevgisini, saygısını, hayranlığını çok açık bir şekilde ifade ederken, Üstad’ı -kendi iradesi dışında- sanki mehdilik makamı için yarışan, haşa Hz. Mehdi (a.s.)’dan üstün olma iddiasında olan, Hz. Mehdi (a.s.)’ı kendinden haşa alt bir makamda gören bir kimse gibi göstermeye çalışmak son derece çirkindir.
Hz. Mehdi (a.s.) Ahir zamanda Üstad’ın hazırladığı risaleler ile tebliğ çalışmaları yapacak, Risale-i Nur’u kendine hazır bir program edinip onunla birinci vazifesini yerine getirecektir ki bu onun, Risale-i Nur’un ruhunu çok iyi kavramış olduğunu, Üstad’ı çok iyi anladığını, Risaleleri anlama ve anlatma gücünün çok yüksek olduğunu göstermektedir. Bu durum iki zat-ı muhteremin da birbirlerine derin bir sevgi ve saygı ile bağlı olduklarının açık bir ifadesidir.
Birincisi : Fen ve felsefenin tasallutiyle (tesiriyle) ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyûn (materyalizm, darwinizm ve ateizm salgını), fikrini tam susturacak bir tarzda îmanı kurtarmaktır. Ehl-i îmanı dalaletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak) ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tetkikat (tetkikler) ile meşguliyeti iktiza ettiğinden (gerektirdiğinden), Hazret-i Mehdî’nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. HERHALDE O VAZİFEYİ ONDAN EVVEL BİR TAİFE BİR CİHETTE GÖRECEK. O ZAT, O TAİFENİN UZUN TETKİKATI (tetkikleri) İLE YAZDIKLARI ESERİ KENDİNE HAZIR BİR PROĞRAM YAPACAK, ONUN İLE O BİRİNCİ VAZİFEYİ TAM YAPMIŞ OLACAK. BU VAZİFENİN İSTİNAD ETTİĞİ (dayandığı) KUVVET VE MANEVÎ ORDUSU, YALNIZ İHLAS VE SADAKAT VE TESANÜD SIFATLARINA TAM SAHİP OLAN BİR KISIM ŞAKİRDLERDİR. NE KADAR DA AZ OLSALAR, MANEN BİR ORDU KADAR KUVVETLİ VE KIYMETLİ SAYILIRLAR. Emirdağ Lahikası-1, sf. 231 |
Üstad ve Hz. Mehdi (a.s.) arasında böyle güçlü bir manevi bağ varken bazı Nurcu kardeşlerimizin mehdiyet konusunu Nurcular açısından bir nevi yarış haline getirmiş olmaları ve Üstad’ın adını -Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’ni tenzih ederiz- bu konuya alet etmeleri son derece yanlıştır.
Hz. Mehdi (a.s.) tüm bu iddiaların tam aksine içinde yaşadığımız dönemde zuhur edecek ve siyaset, saltanat ve diyanet alanındaki üç vazifeyi bir arada icra ve tatbik edecektir. Kendisine Üstad tarafından Ahir Zamanın büyük Mehdisi, en büyük Müceddidi, en büyük Müçtehidi, Mehdi Al-i Resulü, en büyük Hakim, Mürşid ve Kutb-u Azam denmesi de bu nedenlerledir.
....GERÇİ HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ BİR NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ, FAKAT HERBİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE YAPMASI İTİBARİYLE, AHİRZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ ÜNVANINI ALMAMIŞLAR. Emirdağ Lahikası-1, sf. 232 |