Sosyal Darwinizm'in en ateşli savunucuları arasında, komünistler her zaman için önemli bir yer tutmuştur. Darwinizm ile komünizm arasındaki bu ilişki, her iki "izm"in kurucularına kadar uzanır. Komünizmin kurucuları Marx ve Engels, Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yayınlanır yayınlanmaz okumuş ve kitaptaki "diyalektik materyalist" yaklaşıma hayran olmuşlardır. Marx ve Engels arasındaki mektuplaşmalar, her ikisinin de Darwin'in teorisini "komünizmin doğa bilimleri açısından temeli" saydıklarını göstermektedir. Nitekim Engels Darwin'in de etkisiyle kaleme aldığı Doğanın Diyalektiği adlı kitabında Darwin'e övgüler yağdırmış ve "Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü" adlı bölümde evrim teorisine kendince katkılar yapmaya çalışmıştır.
Marx ve Engels'in yolunu izleyen Plekhanov, Lenin, Trotsky ve Stalin gibi Rus komünistlerinin hepsi de, Darwin'in evrim teorisini benimsemişlerdir. Rus komünizminin kurucusu sayılan Plekhanov, "Marksizm, Darwinizm'in sosyal bilimlere uygulanmasıdır" adlı sözüyle ünlüdür.[i]
Trotsky'nin ise "Darwinizm, diyalektik materyalizmin en büyük zaferidir" şeklinde açıklamaları bulunmaktadır.[ii]
Komünist kadroların oluşmasında "Darwinizm eğitimi"nin büyük rolü vardır. Örneğin Stalin'in, gençliğinde bir din adamı iken Darwin'in kitapları nedeniyle ateist olduğu da tarihçiler tarafından belirtilen bir gerçektir.[iii]
Komünist rejimi Çin'de kuran ve milyonlarca insanı katleden Mao ise kurduğu bu düzenin felsefi dayanağını, "Çin sosyalizminin temeli, Darwin'e ve Evrim Teorisi'ne dayanmaktadır" diyerek açıkça belirtmiştir.[iv]
Kısacası, evrim teorisi ile komünizm arasında kopmaz bir bağ vardır. Evrim teorisi, canlıların bir tesadüf ürünü olduğunu iddia etmekle, ateizme sözde bilimsel bir dayanak sağlamıştır. Tamamen ateist bir ideoloji olan komünizm de bu nedenle kaçınılmaz olarak Darwinizm'e bağlıdır. İşte Darwinist materyalist düşünceyi temel alan komünizmin 20. yüzyıl boyunca yalnızca Arap topraklarında milyonlarca kişiyi katlettiğini düşünürsek, Darwinizm'in dünyaya getirdiği felaketin boyutunu daha iyi anlamak mümkün olur.
Yeryüzündeki son İslam Birliği, büyük, şanlı Osmanlı İmparatorluğu'ydu. Onun yıkılmasından itibaren, İslam dünyası irili ufaklı devletlere bölündü. Bu devletlerin çoğu uzun süre Batılı devletlerin sömürgesi oldular. 1920'lerden itibaren tüm Ortadoğu, Kuzey Afrika, Hint Yarımadası ve Pasifik Müslümanları, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere, Avrupalı sömürgeci devletlerin egemenliği altına girdiler. Orta Asya ve Kafkasya'daki Müslümanlar, çok daha katı bir idarenin, Sovyet Rus diktasının altındaydılar. Balkan Müslümanları ise, Sırplar ve Hırvatlar gibi gayrimüslim halkların yönetimi altına girdiler.
Kısacası 20. yüzyılın önemli bir bölümünde dünya Müslümanlarının büyük bir bölümü sömürgeydi. II. Dünya Savaşı'ndan sonra bu Müslüman ülkelerdeki yönetimler bir de komünist bir ideoloji benimseyerek İslam karşıtı bir yapıya büründüler. 1950'lerde bağımsızlıklarını kazanan İslam ülkelerinin bazılarında, İslam ahlakının özündeki değerlerle ters düşen ideolojik akımlar güç kazandı. 1950'lerde ve 60'larda Arap dünyasını derinden etkileyen "Arap Sosyalizmi" bunun bir örneğiydi.
Arap sosyalizmi, aşırı bir milliyetçilik ve fanatik bir üçüncü dünya solculuğunu birleştiren ve esas olarak da Sovyetler Birliği'nden destek gören bir hareketti. Sovyet tipi komünizmin biraz hafifletilmiş versiyonunu koyu bir Arap ulusçuluğu ile birleştiren Arap sosyalizmi, önce Mısır'da iktidara geldi. Mısır Kralı'nı deviren subaylar arasından yükselen Cemal Abdül Nasır, kısa zaman içerisinde Müslüman halka baskı yapan bir yönetim anlayışı ortaya koydu. Mısır'ı, Suriye ve Irak izledi. Tüm bu ülkelerde solcu rejimler kanlı darbelerle iktidarı ele geçirdiler.
Arap sosyalistlerinin programında barış, sükunet, ılımlılık gibi kavramlar yer almıyordu. Aksine, Marksist ideolojinin temelinde yer alan çatışma kavramı onlar için çok daha önemliydi. Bu atmosfer içinde Arap dünyasındaki gerilim giderek arttı.
"Pax-Ottomana"yı (Osmanlı'daki barış ortamı) sağlayan temel özellik olan İslam Birliği bölgeden silinirken, Arap ırkçılığı kışkırtıldı. Araplar da kendi aralarında bölündü. Böylece 20. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışının ardından Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşamakta olan Müslüman Arap halkları sahipsiz kaldı. Daha önce halifeye bağlı olan Arap dünyasında, halifeliğin ortadan kalkması ile suni krallıklar ortaya çıktı. Özellikle 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı'ya karşı "Arap Ayaklanması"nı başlatan Mekke Şerifi Hüseyin'in ailesi bu krallıkların başına geçti. İki Dünya Savaşı arasına denk gelen bu dönemde Müslüman coğrafya, sömürgeci Avrupa Devletlerinin nüfuz alanı haline gelmişti. Bir yandan da İsrail Devleti'nin kuruluşunu için gerekli ortam hazırlanıyor, şiddet ortamı artırılıyordu. Terörist eylemler, siyasi suikastler, bombalamalar birbiri ardına gerçekleşmekteydi. Bölge bir savaş alanına dönmüştü. Arap aydınları ve devlet yöneticileri siyasi nüfuzlarını artırmak için yeni bir hedef edindiler: Müslüman halkı İslam dininden uzaklaştırmak ve yerine liderleri etrafında toplanan suni ideolojiler koymak...
- Yönetim Kademesi: Osmanlı'nın yıkılışı ile 2. Dünya Savaşı arasındaki dönemde sömürgeci Fransa ve İngiltere, Cezayir, Mısır, Tunus, Irak, Suriye ve Lübnan üzerinde yoğun bir baskı sistemi kurdu. Diğer yandan da faşist İtalya ve Almanya, Libya ve Etiyopya gibi Müslüman ülkelerdeki halkı ezmekteydi. Bu dönemde dindarların üzerinde yoğun baskılar kurulurken, yeni nesil aydınlar ve devlet yöneticileri Avrupa'da Darwinist-materyalist bir eğitimden geçirilmekteydi. Amaç önce Arap ülkelerinin yöneticilerini, ardından da halkı İslam ahlakından uzaklaştırmak ve bu sayede sömürü sistemini korumaktı. Avrupa'da verilen komünist ve Darwinist eğitim; Müslüman Arap dünyasında komünist, din ahlakından uzak bir jenerasyonun ve ideolojilerin ortaya çıkması ile sonuçlanacaktı.
- Askeri Kademe: 2. Dünya Savaşı'nın Avrupa Devletlerinin ekonomik yıkımı ile sonuçlanmasının ardından bölgede soğuk savaşın ve dolayısıyla iki dünyanın iki büyük kutbunun nüfuz mücadelesi ve Arap ülkeleri arasında da komünist bir hareket başladı. Bu akımlar bir yandan sözde Arap milliyetçisi söylemlerde bulunurken, bir yandan da komünist-sosyalist bir yönetim düzeni kurmak istiyorlardı. Komünist ideoloji, özellikle orduların yönetim kademelerinde kendine taraftar buldu. Çünkü Arap ülkelerinin orduları da sömürgecilik döneminde Avrupa'da Darwinist materyalist eğitimden geçmiş ve özelikle İslam dininden uzaklaştırılmış kadrolardan oluşmaktaydı.
- İhtilal Aşaması: Arap sosyalist-komünist hareketi, 1970'li yıllara kadar birçok ihtilal ile yönetimleri ele geçirdi. Mısır'da Cemal Abdul Nasır, Libya'da Albay Kaddafi, Irak'ta önce General Hassan al Bakr ardından Saddam Hüseyin, Suriye'de Arap Sosyalist Baas Partisi ve Hafız Esad ile birlikte Arap Sosyalizmi dönemleri başladı. Bu ihtilallerle birlikte Arap devletleri komünistleştirildi. Komünist hareket, Irak ve Suriye'de siyaset içinde Baas Partisi adını aldı ve on yıllarca süren iktidarlar süresince komünist kadrolar devlet, ordu, bürokrasi ve eğitim sistemi içinde en derin noktalara kadar yerleştiler.
Saddam Hüseyin 1988 yılında Irak'ın kuzeyindeki Halepçe köyünü, otoritesine boyun eğmediği gerekçesiyle kimyasal silahlarla vurdu. Köyde yaşayan yaklaşık 5000 Kürt sivil, kimyasal silahın yakıcı etkisiyle feci şekilde can verdi.
- Darwinist Komünist Eğitimin Arap Topraklarında Verilmeye Başlanması: Soğuk savaş döneminde Arap devletlerindeki komünist yönetimler, Sovyetler Birliği ile yakınlaştılar. Sovyet ideologlar daha önce Avrupa topraklarında verilen Darwinist, materyalist, komünist eğitimi bu sefer Arap ülkelerine taşıdılar. 30 - 40 yıl süren eğitim dönemi sonucunda halkı Müslüman olan, ama dini kurumları yok edilmiş ve İslam ahlakının yerini şiddete dayalı komünist rejimin aldığı ülkeler ortaya çıktı.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslüman Arap halkları Darwinist-komünist rejimler ve örgütler tarafından yönetilmiştir. Bu dönemde farklı ülkelerdeki Arap halkları savaşlar, etnik katliamlar, terörist eylemler ya da devlet baskısıyla yaşamak zorunda kalmışlardır. Birbiri ardına gelen komünist ihtilaller sürekli bir istikrarsızlık ve fakirleşme ile sonuçlanmıştır. Samimi Müslüman halk, büyük petrol gelirlerine rağmen her geçen gün daha da fakirleşirken, yönetici kesim ve çevreleri zenginliklerine zenginlik katmışlardır.
Arap komünizmi diğer komünist rejimler gibi her türlü zorbalığı kullanarak gücü elinde tutmuş ve sahte bir Arap milliyetçiliği maskesine bürünmüştür. Bölgede Osmanlı döneminde İslam ahlakı vesilesiyle yaşanan sevgi, şefkat ve merhamet ortamının yerini komünizmin vahşiliği, barbarlığı ve zorbalığı almıştır.
Saddam Hüseyin, komünist ve Stalinist Baas Partisi'nin önde gelen bir militanıydı. Bu partinin üyesi olarak Darwinizm ve materyalizmi temel alan askeri eğitim almıştır. Ardından parti içi bir devrimle Irak'ta yönetimi ele geçirmiştir. Hassan el Bekr'in ihtilal sonrası hükümetinde başkan yardımcısı ve Devrim Komuta Konseyi Başkanı iken 1979 yılında resmi olarak yönetimi ele geçirmiştir. Ardından Baas Parti yönetiminin 68 yöneticisini hainlikle suçlayarak tutuklamış ve ardından 22'sini asmıştır. Bu kanlı parti içi devrimle ülke yönetiminde tek yetkili haline gelmiştir. Saddam sosyal Darwinist olan Cemal Abdul Nasır'ı örnek almış ve kendini sosyalist devrimci olarak nitelendirmiştir.
1980 yılında 8 yıl sürecek olan İran-Irak savaşını başlatmış, 1991 yılında da Kuveyt'i işgal ederek Körfez Savaşı'nı başlatmıştır. Her iki savaş, milyonlarca Müslümanın ölümü ile sonuçlanmıştır. Ayrıca Kuzey Irak'taki Halepçe köyüne karşı kimyasal silahlarla düzenlediği ve on binlerce masum Müslümanın ölümüyle sonuçlanan saldırı, Saddam rejiminin insanlık suçlarından sadece bir tanesidir. Saddam Hüseyin ayrıca Körfez Savaşı sonrasında on binlerce Şii'nin ölümü ile sonuçlanan katliamın da sorumlusudur.
Avrupa’da Darwinist-materyalist eğitim almış bir başka Arap liderdir. Muammer El Kaddafi, Darwinizm’in merkezi olan İngiltere’de eğitim almış ve 1969 yılında bir grup alt rütbeli askerle birlikte bir darbe gerçekleştirip Kral 1. İdris’i görevden almıştır.
Darwinist, Marksist ve Leninist bir militandır. Kurucusu olduğu Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Kurtuluş Örgütünün komünist ideoloji doğrultusunda hareket eden bir alt kanadıdır. 70'li ve 80'li yıllarda gerçekleştirilen birçok terörist saldırının, uçak kaçırma olaylarının sorumlusudur. Kara Eylül olarak adlandırılan Filistin-Ürdün savaşının tetikçisidir. Lübnan'ın dünyanın dört bir yanından gelen komünist militanların eğitim yeri haline gelmesini sağlamıştır.
1972 Münih Olimpiyatları’nda 11 sporcu rehin alınıp öldürülmüştür.
İlk aşamada Marksist, Leninist bir yapılanma olarak kurulmuştur. Bu nedenle uzun yıllar terör örgütü olarak kabul edilmiştir. Sol görüşlü olan, Sovyetlerden ve sosyalist Arap devletlerinden aldığı destekle büyük ölçüde ayakta duran bir örgüttü.
Aynı şekilde 1959 yılında Yaser Arafat'ın önderliğinde kurulmuş olan El- Fetih de komünist ideoloji doğrultusunda hareket eden ve Darwinist materyalist yapısıyla dikkat çeken bir örgüttü. 1968 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü içinde etkin olmaya başlayan El-Fetih, gerilla yetiştirerek terörist faaliyetler için hazırlık yapmıştır. Nitekim 1971 yılında El-Fetih örgütünden kopan Kara Eylül adındaki gerilla grup, aldıkları Darwinist materyalist telkinler sonucunda 1972 yılında yapılan Münih Olimpiyatları'nda esir aldıkları 11 sporcuyu acımasızca öldürmüşlerdir.
Ancak son yıllarda gerek Filistin Kurtuluş Örgütü'nün gerekse El-Fetih içindeki Darwinist, Leninist yapının terk edilmesiyle birlikte her iki yapılanma da masum Müslüman halkın korunmasına yönelik önemli çalışmalar yapmaya başlamıştır.
Suriye Baas Partisi'nin komünist lideridir. Sovyetler Birliği'nde Darwinist materyalist bir eğitim almıştır. Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve Savunma Bakanlığı yaptıktan sonra 1970 yılında parti içi bir devrimle iktidarı ele geçirmiştir. Yönetime gelmesinden sonra Sovyetler Birliği'yle sıkı bir dostluk içine giren Esad yönetimi her zaman komünist Rusya'dan büyük bir destek görmüştür. Yönetimi sırasında devlet terörü ile gücü elinde tutmuştur. Kendilerini "Sosyalist Halk Demokrasisi" olarak tanımlayan baskıcı Hafız Esad yönetimi Suriye'yi kısa sürede bir istibdad (zulüm ve zorbalık) ülkesi haline getirdi. Tüm siyasi partiler kapatıldı, Arap Sosyalist Baas Partisi'nin savunduğu sosyalist ideoloji dışındaki tüm görüşlerin savunulması yasaklandı. Tüm İslami hareketlere kısıtlamalar getirildi. Bu hareketlerin liderleri tutuklanıp, çok şiddetli işkenceler altında hayatlarını yitirdiler. Uluslararası insan hakları teşkilatlarının raporlarında Esad döneminde Suriye Müslümanlarının büyük baskı ve zulüm gördükleri, Müslüman kadınlara tecavüz edildiği, erkeklerin inanılmaz işkence yöntemlerine maruz bırakıldıkları anlatılmaktadır. Hafız Esad yönetimi, bunun yanı sıra evlere baskınlar, camilere saldırılar, hakaretler, hiç bitmeyen tacizlerle Müslüman halkı yıldırmayı hedeflemiş ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuştur.
Ayrıca 1982 yılında bazı şaibeli suikastlar bahane edilerek Suriye Gizli Servisi ülkedeki Müslümanlar ve Müslüman Kardeşler Partisi üzerinde operasyonlara başlamıştır. Hafız Esad'ın emri ile başlayan bu operasyonlarda 150.000-200.000 arası sivilin katledildiği hesaplanmaktadır. Birçok uluslararası komünist terörist örgütler, Hafız Esad rejimi sırasında ülkede barınmışlar ve lojistik destek almışlardır. PKK terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan da bu desteği almıştır.
Hafız Esad ve kardeşi Rıfad Esad 1982 yılında Suriye'nin Hama ve Humun şehirlerinde 40 bin Müslümanı şehit etmiştir. Katliamda “evlerin mahremiyetine tecavüz etmek, kadın ve kızların kaçırılması, mal ve mülklerin sahiplerinin elinden alınması, karılarının ve çocuklarının gözleri önünde aile reislerinin parçalanması gibi cinayetler” şeklinde terör metotları kullanıldı. (Hürriyet, 15 Kasım 1984)
Esad rejiminin 1982 Şubatı'nda düzenlediği bu sözde operasyon, aslında yeni bir olay da değildi. Bundan iki yıl önce de Suriye'nin Halep, Hama, Humus gibi büyük şehirlerinde evler kuşatılarak taranmış ve sayısız yerde toplu katliamlar yapılmıştı. Suriye'de acımasızlığı ve caniliğiyle tanınan Rıfat Esad, yaptığı katliam sırasında şöyle diyordu:
"Napalm bombalarıyla vurun! İçinden ateş çıkmayan tek ev görmek istemiyorum." (Cumhuriyet, 6 Mart 1982)
"Hama katliamlarından sonra Rıfat Esad yıkılmış şehrin üzerinde helikopterle dolaşırken ‘En az beş yıl için başarılı bir nüfus kontrolü yaptık.’ demişti." (Hürriyet, 13 Kasım 1984)
· Baas Partisi, Irak ve Suriye'de komünist siyasi yapıyı oluşturmuştur. Akademik, siyasi, askeri ve bürokratik kadrolar, koyu Stalinist parti kadrolarından yetiştirilmiştir. Baas Partisi en küçük organından en yüksek organına kadar Leninist bir stil olan hücre yapılanmasına sahiptir. Farklı hücreler birbirlerinin üyelerini tanımazlar ve terör örgütü benzeri yapılanma sonucunda Irak'taki direnişi de bu örgüt yönetmektedir. Bu hücre yapılanması sayesinde, Baas Partisi uzun yıllar boyunca hem Suriye'de hem de Irak'ta halkın ve bürokrasinin üstünde ağır bir baskı yapılanması kurmuştur.
· Baas Partisi önce 1963'te Irak'ta ihtilal yaparak Abdulkerim Kasım'dan iktidarı ele geçirmiştir. Ardından aynı yıl Suriye'de ihtilal yaparak yönetimi ele geçirmiştir. Devletin başına da ünlü Darwinist ve komünist ideolog Salah al Bitar'ı getirmiştir.
Mısır’da “Özgür Subaylar Komitesi” adı altında 1952 yılında 9 subayla birlikte ihtilal yapmış, Kral Faruk’u devirmiş ve 20 yıl boyunca ülkeyi şiddete dayalı bir komünist diktatörlükle yönetmiştir. Arap sosyalist hareketinin ihtilalci üyelerindendir. Nasırizm adında Darwinist-Stalinist bir miliyetçilik ideolojisi geliştirmiştir. Üyesi bulunduğu Özgür Subaylar Komitesi de komünist bir örgütlenmedir, ihtilal öncesinde ve sonrasında Komünist Parti ile çok yakın ilişkiler içinde olmuştur.[1]
Nasır dönemi tam bir dikta ve zulüm dönemidir. Kurduğu istihbarat teşkilatı aracılığıyla tüm muhaliflerini ortadan kaldırmış, çok kısa sürede zalim bir diktatör haline gelmiştir.
Nasır, iktidarı devralırken destek aldığı, büyük İslami cemiyet Müslüman Kardeşler’in kamuoyunda çok sevilmesinden ve güç kazanmasından rahatsız olmuş, bu teşkilatı kapatmak için uygun bir zaman kollamıştır. 1954 yılında cemiyete yakın öğrencilerin bir protesto gösterisini fırsat bilip binlerce teşkilat mensubunu tutuklatmış, karşı gelenleri cezalandırmak için kurulan devrim mahkemelerinde Müslüman Kardeşlerin ileri gelenlerini ölüme mahkum etmiştir. İhtilalle birlikte tüm partiler kapatılmış ve yeni parti kurulması yasaklanmıştır. Yönetimi sırasında el-Ezher İslam Üniversitesi ve buradan yetişen aydınlar yoğun baskı altında tutulmuştur. El-Ezher onun döneminde, müfredatı elden geçirilmek suretiyle devlet üniversitesi haline getirilmiştir. Özel camileri devlete bağlamış, vakıf topraklarını devletleştirmiş, din eğitimini neredeyse imkansız hale getirmiştir.[2] Nasır dönemi Mısırının en sadık dostu Rusya’ydı. Ordu, ekonomi, eğitim, üniversiteler, basın adeta Rus kontrolüne girmişti. Kruşçev gibi liderlerin Mısır ziyaretlerinin hemen ardından komünist uygulamalar daha da hız kazanıyordu. Komünist Rusya Arap milliyetçiliğinin komünist ilkelere uygun bir şekil almasını istiyordu. Mısır da Arap ülkelerini bu yönde etkileme rolünü üstlenmişti.
Nasır döneminde eğitim müfredatında komünist ve Darwinist görüşler ağırlık kazanmıştı. Mısır Rus ajanları ile doluydu. Özellikle 1962 yılından itibaren komünizme kayış ve Nasır tarafından dile getirilen komünist söylemler çok büyük bir hız kazandı. Milli Birlik Partisinin adı Arap Sosyalist Birliği’ne dönüştürüldü. Nasır Sovyetlerden gelen istek üzerine hapisteki tüm komünist eşkiyaları affetmiş, Mısır basınını bu kişilerin kontrolüne vermişti.[3]
Komünist Rusya’nın kontrolüne geçen Mısır basını uzun yıllar boyunca İslam dinine, İslam alimlerine ve İslami cemaatlere karşı çok büyük bir saldırı, iftira kampanyası yürütmüştür. Tarım ürünleri para yardımı ve yüksek miktarda silah satışı karşılığında Sovyetlerin kontrolüne verilmiştir. Nasır, SSCB’nin en yüksek dereceli onur madalyalarından olan ve milyonlarca insanı vahşice katleden komünist lider Stalin’e de verilen Sovyetler Birliği Kahramanı madalyasının da sahibidir. 1965 yılında tek aday olarak seçimlere katılan Nasır, baskı ve şiddet altında gerçekleşen, şaibeli bir seçimin sonucunda oyların yüzde 99’unu aldıktan sonra Müslüman Kardeşler Cemiyetine karşı baskısını daha da artırdı. Çok sayıda İslam alimi tutuklandı, idam edildi. Pek çok İslam alimi idam edildi. Binlerce Müslüman işkence gördü, hayatını kaybetti. O dönemde tutuklanan Müslümanlar ancak Nasır’ın ölümünden sonra hapisten çıkabildiler. Nasır’ın komünist diktası altında 50.000 Müslüman Kardeşler Cemiyeti üyesi zindanlarda ağır işkence gördü. Onun dönemi birçok Müslüman tarihçi tarafından Mussolini’nin İtalyasına benzetilmektedir. Nasır basının yanısıra, yargı sistemine de komünist ve ihtilalci kadrolar yerleştirilmiştir. 1969 yılında Mısır Yargıçlar Kulübü’nden çıkan yönetime yönelik eleştirilerin üzerine -daha sonra hukuk katliamı olarak adlandırılacak bir kararla- Nasır rejimi tarafından yüzlerce yüksek mahkeme üyesi hakim görevlerinden alınmış ve boşalan yerlere komünist kadrolar yerleştirilmiştir.
Nasır sonrası Mısır’da değişen bir şey olmadı . Müslüman Kardeşler Cemiyeti ve diğer İslami cemaatler Mısır’da her zaman çok güçlü olmuş, bununla birlikte hep çok büyük baskılarla karşılaşmışlardır. Ancak özellikle 1970’lı yıllardan itibaren İslami bilincin çok büyük bir yükseliş gösterdiği Mısır’da, Nasır’a karşı çok güçlü bir İslami direniş ortaya çıkmıştır. Nasır’ın 1970 yılında ölmesinden sonra Enver Sedat cumhurbaşkanı oldu. Sedat başlangıçta daha ılımlı bir politika izlemiş, Komünist Rusya’nın ülkesindeki etkisini azaltmış, Batı yanlısı bir politika izlemiştir. Ancak daha sonra o da aynı Nasır gibi Müslümanlara yönelik zulme ve şiddete başvurmuştur. Anayasada değişiklikler yapmış, kendisini geniş yetkilerle donatarak aynı Nasır gibi ülkenin tek adamı haline gelmiştir. Sedat 1981 yılında öldürüldü. Onun ardından Hüsnü Mübarek cumhurbaşkanı oldu. Bir karşıt darbeyle iktidardan indirilen Mübarek, şiddet ve zulümde diğer Mısırlı liderlerin çok ötesine geçti. Yeni yasalar çıkararak Müslümanlarla yönelik baskısını resmi terör haline getiren Hüsnü Mübarek, Müslüman Kardeşlere ve diğer İslami cemaatlere yönelik baskısını tutuklamalar, işkenceler, faili meçhullerle devam ettirdi.
Cezayir'in Fransa'dan bağımsızlığını kazanmasının ardından iktidara gelmiştir. Daha önce Fransız ordusunda lejyoner olarak görev almış ve Fransa'da Darwinist materyalist eğitimden geçmiştir. "Sovyetler Birliği Kahramanı" ödülüne sahiptir. Yönetimi sırasında devlet kadrolarına komünistleri yerleştirmiştir. Bugün hala Afrika Birliği yönetiminde yer almaktadır.
Habib Burgiba çocukluğundan beri Fransızların gözetiminde bulunmuş, Darwinist eğitimden geçmiş ve Fransa'da Sorbonne Üniversitesi'nde hukuk ve siyaset eğitimi görmüştür. Tunus'a dönüşünden sonra halkı isyana teşvik eden Burgiba, bu arada Fransız işgalcilerin Tunuslu Müslümanları yok etmeleri için gerekli şartları oluşturuyordu. Bağımsızlık sonrası Burgiba Tunus Cumhurbaşkanlığına getirildi, ancak tutumunu birdenbire değiştirerek İslam aleyhtarı bir siyaset izlemeye başladı.
Tunus'un sembolü olan Zeytune Üniversitesi başta olmak üzere İslami eğitim kurumlarını kapattırdı. Camileri denetim altına alarak, belli saatlerin dışında namaz kılınmasını yasakladı. Binlerce Müslümanı tutuklatarak, cezaevlerinde ağır işkencelere maruz bıraktı. Binlerce Müslüman Habib Burgiba döneminde hayatını yitirdi.
Güney Yemen önceleri İngiltere tarafından yönetilirken Batı yanlısı ılımlı bir ülkeydi. Sonradan bir Sovyet müttefiki haline geldi. Kuzey Yemen ise 1962 yılına dek Darwinist ve materyalist olan İmam Ahmet adlı diktatörün egemenliğindeydi. Ülkedeki kabileleri ağır vergilere bağlayan İmam Ahmet, onları kontrol altında tutabilmek için her kabilenin önde gelen birkaç ismini, o kabilenin çıkarabileceği muhtemel bir isyanı önlemek için sarayında rehin olarak tutmuştur. Dış gezilere bile bu kişileri yanında götürmüştür.
PEHLEVİ HANEDANI İRAN'DA DARWINİST BİR TOPLUM OLUŞTURMAYI HEDEFLEMİŞTİR
Rıza Şah Pehlevi, 1920 yılında Bolşeviklerin desteğiyle kurulan İran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ni, Rusya'da eğitim görmüş olan gerillaların ve İngilizlerin desteğiyle devirip ordunun başına geçti. 1925 yılında kendisini Şah ilan edip, Pehlevi hanedanını kurdu. İngilizlerin İran üzerindeki çıkarlarını korumayı öncelikli hedefi olarak gören Rıza Şah Pehlevi dönemi boyunca Müslümanlar çok büyük baskılarla karşılaştılar. İslami eğitim kurumları kapatıldı, Darwinist eğitim sistemine geçildi. İslami kıyafetler ve kadınların örtünmeleri yasaklandı, ordu Avrupalılarca düzenlendi. 1960'ların başında İngilizlerin yerini ABD almıştı. ABD tarafından desteklenen veliaht Muhammed Rıza Pehlevi başa geçti. Pehlevi'nin Müslümanlara olan baskısı arttıkça, halkın direnişi de güçlendi. Pehlevi'nin 65.000 kişilik gizli SAVAK örgütü çok büyük katliamlara girişti. Gösteri yapan öğrencilerin üzerine ateş açıldı. Binlerce kişi hayatını yitirdi.
Müslüman ülkeler 20. yüzyılda İslam ahlakıyla yönetilmemiştir. Yazı boyunca verdiğimiz örneklerde de görülmektedir ki yönetim kadroları Darwinist, komünist ve totaliterdir. Askeri kadrolar komünist eğitimden geçmiştir. Yani Müslüman olmalarına rağmen Sovyetler Birliği ya da Doğu Bloğu ülkelerinden herhangi bir farklılıkları yoktur. Bölgenin geri kalmışlığının sebebi de, yıllardır Darwinist-materyalist çevrelerce telkin edilmeye çalışıldığı gibi İslamiyet değil, bu komünist zihniyet nedeniyle İslam ahlakının yaşanamamış olmasıdır.
Bugün Arap dünyasında yönetimi elinde bulunduran kadrolar ve halk, bu Darwinist, komünist eğitimin etkisinden yeni yeni kurtulmaktadır. Görülmektedir ki; Darwinizm'in yaklaşık 150 yıl süren egemenliğinin sona ermesi ve bütün iddialarının çürütülmesinin ardından tüm dünyada olduğu gibi Arap dünyasında da imani bir uyanış başlamıştır. Bunda Sayın Adnan Oktar'ın "Yaratılış Atlası" isimli Darwinizm'in sahtekarlıklarını, geçersizliğini ortaya koyan ve Darwinizm'in etkisini kıran dev eserinin ve milyonlarca adet indirilen diğer eserlerinin katkısı büyüktür.
21. yüzyılda Darwinizm'in ve Darwinist diktatörlüğün yıkılması ile İslam dünyasında başlayan bu uyanış, Allah'ın izni ile Türk İslam Birliği ile sonuçlanacaktır. Kaderde Allah'ın belirlediği vakit geldiğinde İslam ahlakı tüm dünyaya hakim olacak ve İslam aleminde Peygamber Efendimiz (sav)'in hadisleri ışığında yüzlerce yıldır beklenen İslamiyet'in Altınçağ'ı başlayacaktır.
"Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir." (Nasr Suresi, 1-3)
Arap sosyalizmi, Alman Johann Fichte ve Fransız Auguste Comte gibi Darwinist ve materyalist olan 19. yüzyıl felsefecilerinin etkisi altında gelişmiştir.
Arap komünizminin kurucusu kabul edilen Michel Aflaq, Suriyelidir. Fransa'da Marksist eğitim almış, ardından da 1930'lu yıllarda Darwinizm'in ve komünizmin kalesi olan Sorbonne Üniversitesi'nde okumuştur. 1943 yılında Aflaq tarafından Suriye'de kurulan Baas Partisi'nin ilk anayasası da yine onun tarafından hazırlanmış ve bu anayasa Marksist ve din dışı düşünceler üzerine kurulmuştu. Anayasada din kelimesi dahi geçmiyordu.[i] 1953 yılında Arap Sosyalist Partisi ile birleşti. Böylece adı Arap Sosyalist Baas Partisi oldu. Parti Darwinist, Marksist, sosyalist ilkeler üzerine kurulmuştu. Daha sonra Lübnan, Ürdün, Güney Yemen, Irak ve Libya başta olmak üzere tüm Arap ülkelerinde örgütlenmiş, bazılarında gizli bazılarında ise açık faaliyete başlamıştır. Suriye'de Eğitim Bakanlığı yapmıştır. Suriye'den sonra Irak'a sığınan Aflaq, Saddam Hüseyin'i ortaya çıkaran ve ideolojik olarak yetiştiren ve iktidara getiren kişidir. Irak Baas Partisi'nin de kurucularındandır ve rejimin ideologlarındandır. Öldüğü 1989 yılına kadar Irak Baas Partisi'nin başkan yardımcılığı görevine devam etmiş, ölümünün ardından Saddam Hüseyin tarafından Müslüman yapılarak adına bir türbe inşa ettirilmiştir. Ancak yeni Irak yönetimi bu türbeyi yıktırmıştır.
Ali Salih al Saadi ise Irak Baas Partisi'nin ideologlarındandır ve partiyi komünist Stalinist bir çizgiye getirmiştir.
· Suriye Baas Partisi ideolog ve kurucularından Zaki al Arsuzi de Sorbonne Üniversitesi felsefe bölümünde eğitim almıştır. Sati'al Husri gibi ideologlar da dönemin Nazi-Alman ırkçılığının etkisi altındaydı.
[1] http://www.marksist.com/ilkay_meric/nasirdan_chaveze_bonapartizm_cesitlemeleri.htm
[2] http://misir.ihh.org.tr/insan/insan.html
[3] http://www.akintarih.com/yazilar/milletvezaman.htm